17 Kasım 2018 Cumartesi

14. yy. Anadolu Türk Beylikleri Mimarisi ( Vize Sınavı )



14. yy. da Anadolu :

  • Anadolu'nun 14. yy'da içinde bulunduğu durumu farklı boyutlarıyla siyasi, sosyal, kültürel, askeri, ekonomik açıdan anlamaya çalışmalıyız. 
  • Anadolu coğrafyasında  14. yy hazırlayan sebebler  nelerdir dediğimizde en başta Moğol akınları gelmektedir. Moğol ordusu aileleri ile sefere çıkıp gittikleri yere yerleştikleri için çok kapsamlı bir dönüşüme yol açmıştır. Moğollar asyanın doğusundan yola çıkıyorlar bu da batıya doğru kitlesel göçlere neden oluyor. Bu göç anadolu coğrafyasında sosyal düzeni altüst ediyor. Akabinde moğollar geliyor. 1243 Kösedağ savaşı Selçuklular yeniliyor. Bu yenilgi tam bir kırılmaya yol açıyor. Bu tarihten itibaren Selçuklu sultanları otorite uygulayamaz hale geliyorlar. İktidar erkini kaybediyorlar. Anadolu Selçuklu'nun yıkıldığı 1398'e kadar moğol hanlarına bağlı hale geliyorlar. Bu anadolu coğrafyasında bir boşluğa yol açıyor. Anadolunun çeşitli yerlerinde 25-26 civarı müstakil beylikler kuruluyor. Hepsi 14.yy kurulmuş beylikler değil, kimi Selçuklu varlığını sürdürüyor iken bir beylik olarak ortaya çıkıyor.
  • 14.yy da Anadolu coğrafyasında toplumsal yapı; farklı etnik gruplar vardır. Ermeniler, Rumlar, Türkler. Sosyal ve ticari yaşamda birlikte ve içiçeler.Türkler daha çok devlet memuriyeti, askeri sınıfı oluşturuyorlar.  Yaşadığı yere göre toprak, tarım, hayvancılık ile uğraşıyorlar. Gayrimüslimler el sanatları, zanaat, ticaret işlerinde. Gayrimüslimlerin nüfusa oranı zaman içerisinde azalıyor. 14.yy da Anadolu Türkler iki farklı yaşam tarzı benimsemişlerdir. Yarı göçebe veya yerleşik coğrafyanın imkan verdiği yerlerde yerleşik yaşam biçimine geçmişlerdir. Yarı göçebe yaşam tarzını yörüklerde görmekteyiz. Yaylak ve kışlak yerleşiminden. Gezgin İbn Battuta'nın seyahatnamesine göre anadolu nüfusu 3,5 milyondur.
  • 13.yy dan itibaren anadoluda yaşayan toplum ticareti düzenleyen ahilik teşkilatını (kardeşlik) oluşturuyor. Ahilik teşkilatı zaman içerisinde kurumsallaşıyor. Kentlerde toplumsal yaşamı düzenleyen kurumlar haline geliyorlar. Beledi hizmetleri sunan bir kurum gibi. Bazı kuralların çok sistematik ve net bir şekilde uygulanması ticaret hayatında bir düzen yaratıyor. Bu dönem dericilik çok önemlidir. Kırşehir, Kastamonu bazı anadolu şehirlerinde dericiliğin geliştiğini görüyoruz. Kastamonu da Mor Safian, Batı anadolu şehirlerinde Kırmızı Safian( Keçi derisi ) üretiliyor ve başka ülkelere ithal ediliyor. Bunun yanı sıra kumaş, halı ve ipek dokumacılığı önemli bir üretim koludur. Denizli ve Alaşehir kumaş dokumacılığının yaygın olduğu şehirlerdendir. En çok kırmızı renk dokunuyor. MÖ 6.yy dan itibaren Çin de üretilmeye başlanan ipek zamanla başka yerlerde de yaygınlaşıyor. Anadolu coğrafyasında 6.yy da Bizans döneminde ipek üretildiğini biliyoruz. Bursa önemli bir ipek üretim merkezidir. Halı dokumacılığı Türklerin en eski meşguliyetlerinden birisidir. Bu yaşam stilinin getirdiği bir sonuçtur. Çadırın etrafı, zemini bu tür dokumalarla çevriliyor. Yün olan bu halılar ısı izolasyonuda sağlıyor. Farklı şehirlerde teknikler aynı ama renk ve motiflerde farklılık bulunmaktadır. Halka yayılmış ev içi üretim modelidir. Pamuk üretimi yaygın, işlenmiş bakır, gümüş, susam, bal, bal mumu, şap (antiseptik) tıpta kullanılan malzeme, kereste, mazı=meşe, koyun ve at ihracı, at yetiştiriciliği ( özellikle Karamanoğlulları) O dönemde ipek yolu son derece önemlidir. Asyanın doğusundan başlıyor bütün asya coğrafyasını katederek anadoluya geliyor. Belirli noktalarda kollara ayrılıyor. Yaklaşık uzunluğu 10.000 km.dir. MÖ 6.yy dan itibaren var olduğu bildiğimiz ticaret yolu 15.-16. yy'a kadar etkin bir şekilde kullanılmıştır. Alternatifleri oluşunca eski önemini yitiriyor. Antalya ve Alanya limanlarına kadar ulaşan ipek yolu, akdeniz havzasındaki ülkelere ürünlerin dağılmasını sağlıyor. Kuzey de ise Sinop  limanı  ile Karadenizdeki ülkelere buradan mallar gidiyor. Anadolu coğrafyasını hem kuzey güney doğrultusunda hem de doğu batı doğrultusunda baştan başa kateden ana ticaret aksları var. Bunlara bağlı tali yollar var. O bakımdan gelişmiş bir yol ağı var. Selçuklular döneminde bu yollar üzerine çok sayıda kervansaray inşa ediliyor. Selçuklu bilinçli bir politika izleyerek bu kervanların güvenliğini sağlamak adına veya anadolu coğrafyasında ticari hayatı canlı tutmak adına sigortacılık sistemini geliştiriyorlar. Suriye, Mısır, Venedik, Cenova, Floransa (italya şehirleri) gibi akdeniz havsasındaki bütün ülkelere ihracat yapıyor.
  • 14.yy'da yazılı türk edebiyatı Türkler anadoluya 11.yy.da gelmeye başlsamasına rağmen ancak 13.yy ikinci yarısından itibaren Türkçe olarak yazılı Türk edebiyatı örneklerinin verilmeye başlandığını görüyoruz.
  • Türklerin yönetim anlayışına baktığımızda bunun bariz uygulamalarını hem Selçuklu'da hem de Osmanlı'da görüyoruz. Bulundukları coğrafyanın siyasetine, kültürüne, sanatına çok çabuk adapte olurlar. Türk sanatının zenginliği buradan gelmektedir. Hunlar dan Osmanlının sonlarına kadar bazı unsurları kesintisiz olarak görürüz. Bunun yanı sıra sürekli Türk sanatına katılan yeni şeylerde vardır. Büyük Selçuklu döneminde İran da varlık gösterirken mimari süsleme o bölgenin genel mimarisinden büyük bir etkilenme sözkonusudur. Anadoluda bambaşka bir karakter kazanma söz konusudur. Devlet yönetimine baktığınızda o bölgenin yerli insanları üst mevkilere rahat bir şekilde yükselebiliyorlar. Örneğin; Nizamülmülk farisi kökenlidir. Vezir konumuna yükselmiştir. Osmanlı da bu coğrafyada yaşayan yerli halktan veya devşirme olarak getirilmiş insanlar Sırplar, Boşnaklar, Rumlar, Gürcüler vb. Osmanlı döneminde Vezirlik, Paşalık yapmış insanlardır. Bu kültürel etkileşime son derece açık bir durum sözkonusudur. 
  • 11.yy ortalarından itibaren anadoluda var olan Türk toplumu 13.yy ikinci yarısına kadar kendi dilinde yazılı edebi bir eser ortaya çıkarmıyor. Çünkü fars kültürünün etkisi çok güçlü bir şekilde devam ediyor. Özellikle anadolu coğrafyası ortaçağda iki büyük göç dalgasına maruz kalıyor. Biri 11.yy da diğeri 13.yy da gerçekleşiyor. (Moğol istilası nedeniyle) Anadolu Selçuklu ya baktığınızda Konya ve çevresinde İran dan bu topraklara göç etmiş insanların oluşturduğu koloniler var. Bunlar saray çevresinde etkin durumdalar. Farsça konuşuyorlar farsça yazıyorlar. Selçuklu Sultanlarında Büyük Selçukludan itibaren farsça geleneği söz konusudur. Resmi yazışmalar farsça yapılıyor. Bu süreç içerisinde akla gelen mevlanadır. Horasan'ın berh şehrinde doğmuştur. Yüzlerce yıldır etkisini kaybetmeyen mesnevisidir. Anadoluda yaşayan mevlana mesneviyi farsça yazmıştır. Türkler bulundukları coğrafyanın kültürü ile o kadar hızlı entegrasyona giriyorlar ki dinleri, dilleri değişiyor , gelenekleri, yemek kültürleri değişiyor.
  • Farsça o kadar yaygın kullanılıyor ki bunun üzerine Karamanoğlu Mehmet bey bir ferman yayınlıyor. 13 Mayıs 1277 tarihinde yayınlanan fermanda ''Bugünden sonra hiç kimse sarayda, divanda, meclislerde  ve seyranda Türk dilinden başka dil kullanmaya'' bu tarihten sonra Anadolu coğrafyasında yazılı Türk edebiyatının eserleri ortaya çıkmaya başlıyor. Halk taşrada kendi arasında Türkçe konuşmaktaydı. Sarayda ve çevresinde resmi yazışmalarda farsça olmaktaydı. İki ayrı oluşumdan söz etmek gerekiyor. Yunus Emre halkın içinden gelen birisi olarak halkın düşüncelerine tercüman oluyor. Mevlana ise daha entellektüel bir çevrenin içinden geliyor. Osmanlıda  padişahlarının bazıları şairdir. Fatih, Kanuni gibi. 15.yy -16.yy da şiirlerini farsça yazıyorlar. Bu da siyasi tavırdan ziyade dilin edebiyata ne kadar yatkın olduğu ile alakalıdır. Osmanlıcanın özünü oluşturan üç dil var. Arapça, Farsça ve Türkçe dir. Türk toplumunda sözlü edebiyat çok gelişmiştir. Ağıtlar, türküler vardır. Yazılı türk edebiyatının anadolu coğrafyasındaki ilk örneklerinden bir tanesi Aydınoğlu uluğ beyin gazalarını anlatan eserdir. Germiyanoğlulları yazılı edebiyatın gelişmesine çok önem vermişlerdir. Germiyanoğlu II.Yakup beyin Kütahya da inşa ettirdiği imaret yapısı var. İnşa kitabesi taş üzerine yazılı vakfiye özelliği göstermektedir. 14.yy bazı büyük şairlerinin Germiyanoğlu sarayında yetiştiğini biliyoruz.
  • Karamanoğulları; Ermenak, Konya, Karaman
  • Eşrefoğulları; Beyşehir
  • Germiyanoğulları; Kütahya, Afyon
  • Hamidoğulları; Isparta, Burdur
  • İnançoğulları ; Denizli
  • Aydınoğulları ; Aydın ve çevresi
  • Saruhanoğulları ; Manisa ve çevresi
  • Karesioğulları ; Balıkesir, Bergama, Çanakkale
  • Osmanoğulları ; Söğüt, Bilecik
  • Candaroğulları ; Kastamonu, Çankırı, Sinop
  • Menteşoğulları ; Muğla ve çevresi
  • Ramazanoğulları ; Adana, Antalya
  • Akkoyunlular ; Diyarbakır ve çevresi
  • Karakoyunlular ; Doğu ve Güneydoğu Anadolu
  • Dulkadiroğulları ; Elbistan ve çevresi
  • Sanat ve mimarlık dönemi nasıldır. 14.yy beylikler dönemini genel bir tablo çizersek. Anadolu Selçuklu dönemi sanat ve mimarisi ile Osmanlı dönemi arasında bir köprü dür. Bu dönemin sanatında ve mimarisinde aslında hem çok özgün karakteristik yapılarlada karşılaşıyoruz. Her bir beyliğin kendine has bir tarzı üslubu ortaya çıkıyor. Bu beylikler arasında kaydadeğer beklenmedik etkileşimlerle karşılaşıyoruz. Bu beyliklerin sınırları coğrafi özelliklere göre şekilleniyor. Her bir bölgede farklı bir mimari kültür ve gelenek var. Bu beyliklerin ortaya koyduğu eserlerde farklılık sergiliyor. Doğu anadoluya baktığınızda örneğin Akkoyunluların mimari eserlerine Suriye mimarisinin etkilerini yansıtan renkli taş işçiliği veya o yöreye ait olan siyah bazalt taş, cephe tasarımında suriyeyi referans alan örneklerle karşılaşıyoruz. Burada daha çok diyarbakır ve çevresindeki şehirlerle bir etkileşim sözkonusudur. Bu kültürlerin sanat, mimari ve estetik anlayışı doğrultusunda bir takım yapılar ortaya çıkıyor. Orta Anadoluya geldiğimizde farklı bir durumla karşılaşıryoruz. Batı Anadoluda Aydınoğullarının inşa ettiği Selçuk İsa bey camii gibi çok daha farklı bir mimari karakter ile karşılaşıyoruz. Batı Anadolu antik dönem eserlerle yoğun olan bir mirasa sahip bu coğrafyada yaşayan insanlarda onları görünce estetik unsurlardan etkileniyorlar. Bu yapı kalıplarını alıp inşa ettikleri yeni yapılarda kullanıyorlar. Her bir bölgede farklı bir mimari estetik anlayış ile karşılaşıyoruz. Bu şu anlama gelmiyor. Bunlar tamamen birbirinden bağımsız kopuk mimari üretimler değil. Çünkü anadolu coğrafyası hepsi aynı kökten geliyor aynı kaynaktan besleniyor. Bunun yanında çok bariz şekilde birbirini etkilemiş yapılar da sözkonsudur. Örneğin; Aydınoğullarının Birgi de inşa ettiği cami yapısı gerek mimari strüktür açısından gerek plan şeması açısından gerek süsleme özellikleri açısından baktığımızda çok karakteristik Selçuklu Ulu camisi ile karşılaşıyoruz. Bunun yanı sıra Selçukta inşa ettikleri Ulu camiye baktığınız zamanda bizi Şam Emeviye Camiine götürüyor. Çünkü burada sanatçı faktörü işin içerisine girmektedir. Ali İbnel Dimişki (Şamlı Ali) Selçuk İsa bey camiinin mimarıdır. Şamdan geldiği için Şam Emevi camii karakterini Selçukta inşa ettiği İsa bey camiye yansıtmıştır. Mesela Manisa Ulu camii anadolu türk mimarisinin en önemli yapılarından birisidir. Çünkü mimarlık tarihinde bazı üst örtü elemanları vardır. Bu kullanılan üst örtü elemanlarına baktığınızda genellikle üç şekilde çıkar. Ya düz toprak damdır ya tonozdur yada kubbedir. Düz toprak dam çoğunlukla daha mütavazi daha iddiasız yapılarda karşımıza çıkar. Tonoz ve kubbe daha anıtsal nitelikteki yapılarda görülür. Mimaride kubbe ve tonozun birlikte kullanımı son derece yaygındır. Yapının bir bölümü tonoz bir bölümü kubbe ile örtülüdür biz bunu selçukluda da, karahanlılar da veya Osmanlıda da görürüz. Örneğin Bursa da Hüdavandigar camii. Anadolu Türk mimarisi biraz daha önceki dönem mimarisinden ayrıştığını görürüz. Yavaş yavaş kubbeye doğru bir eğilim var. Kubbenin daha yoğun kullanılması yönünde bir istek olduğu anlaşılıyor. Osmanlı mimarisine geldiğimişde zaman geçtikçe tonozun tamamen ortadan kalktığını bütün yapının yapı içerisindeki bütün mekanların küçük veya büyük farklı kubbelerle örtüldüğünü anlıyoruz. Şunu söyleyebiliriz kubbe Osmanlı mimarisinin ana eğilimini oluşturuyor. En tipik en karakteristik özelliğini oluşturuyor. Osmanlı mimarisi genellikle kubbe mimarisi şeklinde de ifade edilir. Bu kubbeye doğru eğilim nasıl ilerliyor ve nerede sonlanıyor. Özellikle klasik dönemde merkezi kubbe olarak tanımladığımız mekan plan formu ortaya çıkıyor. Özellikle Mimar Sinan bu plan tipolojisinin en anıtsal örneklerini inşa ediyor. Edirnedeki Selimiye Camiisi ile noktayı koyuyor. Edirneye gelinceye kadar sürekli deneme çalışmaları ile karşılaşıyoruz. Plan şemasında farklı varyasyonlar kubbenin farklı kullanımları farklı çaplarda farklı mekan formları üzerine oturtulması nihayetinde Edirne ile merkezi kubbe formuna ulaşılıyor. Neden bu kadar önemli dediğimizde Türk mimarlarının önünde sembolik bir yapı var. Ayasofya o dönemin koşulları içerisinde çok önemli bir yapıdır. 30 metreyi aşan kubbe çapı mimari strüktürü Türk mimarlarında onu bir ideal haline getiriyor. Türk mimarları sürekli ona yaklşama iddiasıyla veya onun kada anıtsal bir yapı inşa etme iddiasıyla eserler ortaya koyuyorlar. Manisa Ulu camii 1376 yılında inşa edilimiş Saruhanoğulları bir eseridir. Merkezi kubbe gelişiminde çok önemli bir örnektir. Çünkü Edirne Selimiye camiinde 8 destek üzerine oturan çardak sistemini biz esasında daha önce Manisa Ulu camiinde görüyoruz. Bir anlamda bir model oluşturuyor. Bir bütün olarak baktığınızda harim ve avlu mekanı, simetri, plan şemasındaki denge, sekiz destek üzerine oturan kubbe bütün bunlar Osmanlı mimarisi için son derece önemli karakteristik özellikler. Daha önce hep mihrap önü kubbe olarak Anadolu Selçukluda görüyoruz. Manisa Ulu camii ile ilk kez merkezi kubbeye geçiliyor. İslam mimarisinin erken dönemlerinden itibaren baktığınızda kıble duvarına dik veya paralel sahın düzenini içeren bir plan şeması ile karşılaşıyoruz. Bu plan şeması bütününde mihrap önünde bir kubbe yer alıyor. Bu sembolik bir kubbe anlam derinliği kazandırıyor. Bu yüzeden kubbe mihrap önü kubbesi olarak bir gelenek haline geliyor. Ancak sonraki süreçte Anadoluda Kızıltepe Ulu caminde Silvan Ulu caminde Van Ulu caminde bu mihrap önü kubbesinin çapı giderek büyüyor. Harim mekanının daha geniş bölümünü örter hale geliyor. Manisa Ulu camine geldiğinizde modüler birim sistemine göre planı oluşur. Harim bölüm bütünlüğünde 28 modüler birim vardır. Bunun üzerindeki kubbe mekanın üçte birini örter hale gelmiştir. Manisa Ulu caminde mihrap önü kubbesi artık merkezi kubbeye evriliyor. Buda Osmanlı döneminde Üç Şerefeli camii onun ardından Mimar Hayrettinin inşa ettiği Beyazid camii daha gelişerek devam ediyor. Bu dönemin sanatçıları çoğunlukla gezici sanatçılar gezici ustalar çünkü bu kültür havzasında çokca sanatçının yetiştiği yerler var. Mesela ahlat, tebriz gibi. O dönem kitabelere baktığımızda usta isimleri doğdukları köy kasaba ile birlikte yazılır. Örneğin Divriği Ulu camii mimarı ahlatlıdır. Taş ustalarının bol olduğu bir yerdir ahlat, tebriz ipek yolu üzerinde yer alan bir kent kültürel zenginlik kültürel derinlik vardır. Bunlar sürekli bir yerden bir yere yapı inşa etmek için yer değiştirirler. Örneğin Bursa Yeşil camii gezici ustalar grup halinde inşa ediyor. Oradan manisaya geçiyorlar. Ustalar yapıları inşa ettikleri her yerde o yöreye özgü bir estetik ile karşılaşıyorlar. Böylece kültür ögeleri yer değiştiriyor. Şam Emeviye camiinin etkisini çok uzakta İsa bey camisinde de görüyoruz. Bu dönemin sanat ve kültür programını irdelerken iki boyutu göz önünde bulundumak gerekli. Hem etkileşim sözkonusu hem de özgün karakteristik sözkonusudur.
  • Osmanlı mimarisinin genel karakteristiğine baktığınızda Selçuklu mimarisinin genelinden ayrıştığını görüyoruz. Birtakım temel ögeler formlar varlığını sürdürür. Örneğin Selçuklu mimarisinin zaviyelerinde görmüş olduğunuz plan şemasının fonksiyonu Osmanlı dönemi tabhaneli yapılar devamıdır. Bunun yanında süsleme sanatlarında görmüş olduğuz rumi palmet gibi motifler Osmanlı da da devam eder. Bunun yanı sıra Osmanlı mimarisi giderek Selçuklu sanatından ayrıştığını daha farklı bir kimliğe büründüğünü görürüz. Bunu iki nedeni var. Birincisi Osmanlı kendisini hiçbir zaman kendisini Selçuklunun varisi olarak görmemiştir. Selçuklunun mirasçısı olarak gören Karamanoğullarıdır. Karamanoğulllarının eserlerinde Selçuklu etkisini hissedersiniz. Aynı coğrafyada varoldukları için. İkinciside Osmanlının var olduğu ve egemenlik kurduğu coğrafyada antik dönem bizans roma kültürü üzerine oturuyor olamasıdır. Bunun Osmanlı mimarisine olan etkileridir.





Karakoyunlular :

  • Karakoyunlular doğu anadolu ve güneydoğu anadolu uç bölgelerinde kurulmuş bir beyliktir. 1380-1469 yılları arasında var olduğunu görüyoruz. 
  • 1284-1291 yılları arasında Erbil Nahçıvan civarında yerleşik olan bir türkmen topluluğudur. Bünyesinde bir çok türk boyunu barındırmaktadır. 14.yy ortalarında moğol hanlığının parçalanması ile birlikte bağımsız bir birliğe dönüşür. En parlak dönemini Kara Yusuf zamanında yaşamışlardır. Kara Yusuf tebrize yerleşerek burayı başkent ilan ediyor. Kendi adına para bastırıyor. Timur'a karşı Osmanlı ile ittifak kuruyor. Bu ittifak Ankara savaşının fitilini ateşliyor. 15.yy ın ikinci çeyreğinde Cihan Şah Karakoyunlu tahtına oturuyor. Ülkenin sınırları doğu anadolu güneydoğu anadolunun bir kısmı kuzey ırak kuzey iran gibi bölgeleri de içine alacak şekilde bir hayli genişlemiş oluyor. Ancak Cihan Şah Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan ile girdiği mücadeleyi kaybederek tebrizi terk ediyor. Böylece Karakoyunlu devleti yıkılarak tarih sahnesinden çekilmiş oluyor.
  • Karakoyunlu yapısı Van Ulu camii ve kuzey ırak da Tebriz Gök Mescid hem mimari strüktür olarak farklı plan şeması olarak hem de süsleme özellikleri olarak farklıdır. Bulunduğu bölgenin özelliklerini ne şekilde yansıttıklarını görmek bakımından önemli olacaktır. Anadoludaki ulu camilerin temel plan özelliklerine baktığımızda çok destekli çok bölümlü yapılar olduğunu görüyoruz. Birçoğu da anadoludaki merkezi kubbe gelişimi açısından önem arzediyor.
Van Ulu Camii :


  • Van Ulu Camii zengin süslemeli tuğla bir yapı olup doğu anadolu bölgesinde Karakoyunluların hakim olduğu topraklar da önemli bir gelişmeye işaret etmektedir.
  • Daha 1913'de  harap durumda görülen camii sonraki yıllarda tamamen yıkılmış. Yalnızca minarenin gövdesinden bir parça kalmıştır. Bachman'ın yayınladığı plan ve resimlere göre mihrap önünde 9 metre  çapında bir kubbe yer almaktadır.
  • 5 serbest payeye ve mihrap duvarına oturan bu kubbenin içi her biri ayrı süslemelere sahip olan mukarnasla dolgulanmıştır. Kubbenin örttüğü alanı çevreleyen yanlarda iki kuzeyde 3 sıra  halindeki çapraz tonozlar. Sekizgen payelere oturtulmuştur. 
  • 1970-73 yıllarında yapılan kazılar sonunda Camii kalan kısımları ile yeniden ortaya çıkarılmıştır. Duvarların alt kısımlarında kesme taş üst kısımlarda payalar ve tonoz örtüde ise tuğla kullanılmıştır. Ayrıca zemininde altıgen tuğlalarla döşeli olduğu anlaşılmaktadır. Yapının güneydoğu köşesinde yıkılmış halde meydana çıkarılan ve temizlenen sekizgen tuğla paye ve yelpaze şeklinde dört yana açılan tonoz başlangıcı Van Ulu Camiinin yapı tekniği ve tahmini yüksekliği hakkında fikir vermesi bakımından oldukça önemlidir. 
  • Kazı sonucu elde edilen bulgular yapıda çini süslemenin hiç kullanılmamış olduğunu bunu yerine zengin tuğla ve stucco süslemelerin hakim olduğu ortaya koymuştur. Bu süslemeler Büyük Selçuklu sanatına özellikle de Kazvin Mescid-i Cuma'sının tuğla  terrakota ve stucco süslemelerine bağlanmaktadır. Van Ulu Camii bu üslup benzerliği nedeniyle kazvinden gelen Büyük Selçuklu sanatını çok iyi bilen bir usta tarafından yapılmış olmalıdır.
  • Tarih bakımından caminin inşası için en uygun devir Kara Yusuf'un Timur istilasından önceki ilk saltanat yılları (1389-1400) olarak görülmektedir. Kazılarda ele geçirilen tonoz yıkıntıları duvar süslemeler harcın cinsi ve tekniğide bu kanıyı güçlendirmektedir.
  • Plan şemasına baktığımızda belirgin olarak öne çıkan özellik mihrap önü kubbesinin yapının bütününe oranla bir hayli büyümüş olmasıdır. İslam cami mimarisinde ulu cami plan geleneği şüphesiz emevilerle birlikte ortaya çıkıyor. Emeviler döneminde inşa edilen ilk yapılara baktığımızda kubbe duvarına paralel veya dik sahınlı camiler şeklinde oluştuklarını görüyoruz. Bu plan formu islam coğrafyasının her yerinde güçlü bir şekilde etkisini gösteriyor. 13.yy da inşa edilen bazı yapılar. Mesala Silvan Ulu cami, Kızıltepe Ulu cami, Van Ulu camii çok destekli mekansal oluşum sözkonusu o yüzden Ulu cami diyoruz. Öte yandan Ulu camilerin tipik özelliği olan mihrap önü kubbesi yavaş yavaş çapı büyüyor. Burada Osmanlı merkezi kubbe gelişiminin Osmanlı öncesininde olduğunu görüyoruz. Van Ulu caminin plan yapısıda bu temele oturuyor. Mihrap önü kubbesinin bu denli büyük tutulması sonraki süreçte merkezi kubbe gelişimini desteklemesi açısından önem teşkil ediyor.
  • Ana beden duvarları taş, üst örtüsü destek sistemi tuğla, minare formu semerkand buhara civarındaki minare formunu taşımış olduğu görüyoruz. 
  • Yapı içerisindeki süslemeler ağırlıklı olarak tuğla ve stucco, 14.yy bu doğrultuda plan sergileyen bir başka cami Manisa Ulu cami önünde bir revaklı avlunun yer alması boyutlara ve oranlara baktığınızda harim mekanı ile avlunun nerdeyse eşit boyutlarda olması bir simetri oluşturması harim mekanında kubbenin etrafını saran iki yanda iki sıra kuzeydeki sahınlar avluda revak sıralarına dönüşüyor. Kubbenin örttüğü tavan ile avlunun açık kısmı aynı ölçülerde düzenlenmiş. Merkezi kubbe gelişimi açısından tam anlamıyla bir sıçrama Manisa Ulu camii sonrasında Edirne Üç şerefeli camii plan şeması farklılaşıyor iki yanda ikşer kubbeli sahınları görüyoruz ortadaki merkezi kubbe ortada altıgen iki serbest paye aynı zamanda kuzey güney duvarlarına oturuyor. Önünde revaklı şadırvanlı avlusu var. Bu plan şemasının zirvesini temsil eden yapı Selimiyedir.

Tebriz Gök Mescid :

  • Tebriz ipek yolu üzerinde bulunur. Bu kente ticaret zenginlik refah getirmiş kültür ve sanatın gelişmesine son derece önemli katkılar sağlamıştır. İranın kuzeyinde bulunan şehir tarihte birçok ülke arasında el değiştirmiştir. 17.yy da osmanlı kayıtlarına baktığımızda 30-35 bin civarı nüfusun bu kentte yaşadığını anlıyoruz. Kentin oldukça gelişmiş bir ekonomisi var. Dericilik, dokumacılık, ipek üretimi çok yaygındır. İpek yolunda Ziyan dan malı alan kervan taşkurgan civarına geliyor. Aynı şekilde batıdan gelen kervanlarda buraya geliyor burada mal değişimi yapılıyor. Burası istasyon görevi görüyor. Sonrasında tebrizden geçerek anadoluya ulaşıyor.
  • Gökmescid 1465 yılında inşa edilmiş. Yapı bazı kaynaklarda muzafferiye bazı kaynaklarda Cihan Şah imareti adlarıyla anıldığını görüyoruz. Yapının içi dışı her yanı firuze renkli çinilerle kaplı olduğu için halk tarafından gök mescid denilmektedir.
  • Burası Külliye yapısı olarak inşa edilmiş. Günümüze ters T planlı yapısı dışında hiçbiri ulaşmamıştır. Külliye içinde medrese, hamam, sufi tangahı, kütüp hane, bağıbegüm denilen bahçe, 55 dükkanlı bir çarşı yapısı
  • Yaygın kanı Cihan Şah tarafından inşasına başlandığı Cihan Şah'ın ölümü üzerine eşi ve Saliha Sultan tarafından tamamlandığı yönündedir.
  • Giriş cephesinde 60 cm kalınlığında çini bordür halinde bir kitabe görüyoruz. Bu kitabede bir isim zikrediliyor Nimetullah İbn-i Muhammed Bevvap bu yapının süsleme programını düzenleyen ustadır.
  • Yapnın plan şemasına baktığımızda kaynaklarda iki farklı plan şeması karşımıza çıkıyor. Genel olarak çok büyük farklılıklar olduğunu söyleyemeyiz. Ama belli noktalarda bazı detayların değiştiğini görüyoruz. Her iki plan şemasında da Ters T planlı söz konusu, ortada kubbeli alan onun etrafında daha küçük kubbeler ile örtülmüş yan kanatlar veya sahınlar yer alıyor. Ters T plan formunun  orta aksı yani kıble yönüne doğru uzayan kanat ise ayrıca kubbe ile örtülmüş dört yöne derin kemerlerle genişliyor. Haçvari bir plan şeması söz konusu yapının bu kısmı türbe yapısı olarak düzenlenmiş. En belirgin farklılık burada ortaya çıkıyor. Soldaki planda köşeler 90 derecelik açı oluştururken sağdaki planda köşelerin pahlanmış olduğunu üç yüzlü olarak dışarıya yansıdığını görüyoruz. 
  • Kubbeli alanın etrafı üç yönde daha küçük kubbelerin örttüğü sahınlarla çevrelenmiş. Ters T plan formunun orta aksını oluşturan ve kıble yönüne doğru bir çıkıntı meydana getiren kanat ise ayrıca bir kubbe ile örtülmüş. ve dört yöne doğru derin kemerli eyvanlarla genişleyen bir mekan özelliği gösterir. Yapının mimarisindeki en belirgin farklılık da burada görülmektedir.Yayınlarda gördüğümüz plan şemalarında birinde türbe kısmının kıble yönündeki köşelere doksan derecelik açı oluştururken diğer plan şemasında köşeler pahlanmış ve çokgen bir cephe haline gelmiştir veya üç kenarlı bir cephe haline gelmiştir. 
  • Plan şemasının diğer detaylarına bakacak olursak yapı kuzey güney istikametinde konumlanmış. Kuzey cephe son derece anıtsal minarelere merdivenler ile erişim sağlanıyor. Anıtsal portal derin bir niş halinde düzenlenmiştir arazideki eğimden dolayı kuzey cephe yukarıda kalıyor. Ortadaki kubbe ana kubbe son derece kalın kütlesel ayaklara oturtulmuş. Tam bir sekizgen meydana getiriyor. Merdivenler ile ikinci kata erişim sağlanıyor. İkinci kat ortadaki kubbeyi çevreleyen sahınların üstünde oluşuyor. Mihrap ile anıtsal bir portal ile aynı aks üzerinde yer alan kemerli bir açıklıkla türbe kısmına geçiyoruz.Ana yapı kütlesi ile türbe kısmını birbirine bağlayan açıklık veya bağlantı sadece ortadaki açıklık kemerden ibaret değil iki yanda daha küçük kapılar ile türbe mekanına geçilebiliyor. Türbe mekanı bir kubbe ile örtülmüş ancak dört yöne eğik eyvanlı kemerlerle genişleyen bir yapı. Mekanın bu şekilde genişlemesi hem dört yöne vurgu yapması hem de merkezi mekana vurgu yapması bakımından karşımıza çıkıyor. Asıl sorun bu yapı bir mescid ise burasıda mescid mekanı ise bunun mihrabı nerde çünkü burası bir türbe yapısı muzafferiye imareti(yapı anlamında 15.yy öncesi) olarak adlandırıldığını söylemiştik. Buradan anlıyoruz ki burası sadece mescid değil çok amaçlı bir yapı medrese olarak kullanılıyor, içerisinde türbe var, barınma ihtiyacı olanların konakladığı yapı. Ana yapı kütlesi ile türbe arasındaki bağlantıyı sağlayan kemerli açıklık bununla ilgili tarihi kaynaklarda birtakım ifadeler var. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Sultan Hasan camii adıyla bahsediyor. Sultan Hasan camiini Azerbaycan hükümdarlarından Uzun Hasan'ın yaptırdığını Fatih ile yaptığı savaş sonucunda yenilmesi üzerine tebrize kaçtığını ve burada öldüğünü kabrininde bu caminin güneyinde bulunduğunu belirtiyor. Ayrıcı yapının içi dışı mihrabı kubbeleri mahfili son derece sanatkarane biçimde bezenmiş olduğunu söylüyor. Seyahatnamede ''mihrabın iki yanında kehribara benzeyen iki taş parçası veya sütun vardır. Bu taşlar üzerine güneş ışığı düştüğünde rengi kırmızıya döner. ve hatta güneş battıktan sonra bile taştan yansıyan ışık ile camii içinde kitap okumak mümkün olabilir'' diyor. Burada sembolik bir anlam var. İslam dünyasında mihrap cennete giden yoldaki kapı anlamında bir  gönderme var. O yüzden mescid mekanından türbe yapısına geçişin sağlandığı kapı aynı zamanda mihrap işlevide görüyor. Bunu destekleyen başka işaret ortadaki kemerli açıklığın iki yanında birer kapı daha yer alıyor olması.
  • Bu tip yapılara ters T planlı camiler denmiş. Daha eski kaynaklarda bu tip yapıların taphaneli camiler,  zaviyeli camiler veya çok işlevli camiler veya fütüvvet camiler olarak adlandırıldığını görüyoruz. Bu plan formunun ortaya çıkışı 15.yy ikinci yarısı bu plan yapısını 10.yy'a kadar görebiliyoruz. Karahanlı döneminde inşa edilen Talhatan baba cami bu plan şemasının en erken örneği olarak kabul edilir. Daha sonraki süreçte anadolu coğrafyasında selçuklular zamanında inşa edilen bazı zaviye yapılarının bu plan formunda biçimlentdiğini görürüz. Erken Osmanlı mimarisinde uygulanan başlıca üç plan tipinden birisidir. Osmanlı döneminde çok gelişim gösteriyor. 
  • Bütünüyle tuğla ile inşa edilmiştir. Günümüzde büyük kayıplar var. Anıtsal portar çinilerle kaplı. Kapı ile portalin orantısı çok. Bütün yüzeylerin bezemeli olduğu anlaşılıyor. Üst örtü yeniden inşa edilmiştir. Bazı yerlerde süslemelerin mevcut olanın kompozisyonu devam ettirilmiştir. Tam ortada mescid mekanından türbeye açılan açıklık. İki yanda kapılar var. İki katlı yapı. Ortadaki alanı çevreleyen bir yapı ikinci kat. Bu yapı anadolu dışındaki önemli Türk eserlerinden bir tanesidir. Pekçok yapı ile bir ilişki kurgulanmış. İsfahan da mescidi şah veya  Bursa Yeşil camii ile ilişkilendiriliyor mimari ve süsleme özellikleri bağlamında. Ortaçağda gezici ustalar  şehir şehi geziyorlar ve yapılar inşa ediyorlar. Mimari ve dekoratif özelliklerin geniş bir coğrafyada hızlı bir şekilde yayılmasını sağlıyor. O dönemde bu ustaların çokça yetiştiği merkezler var. Ahlat, Tebriz gibi. Bursa Yeşil cami inşa edilirken İlyas Ali bin Ali adındaki kişi Timurun anadolu istilasından sonra Semerkanda dönerken beraberinde götürdüğü ustalardan birtanesi. Semerkanda gittiğinde Timurlu mimarisini yerinde görüyor. Daha sonra anadoluya tebrizli ustalarla birlikte dönüyor. Çelebi Sultan Mehmet Bursa Yeşil cami inşatı ile görevlendiriyor. Tebriz sanatsal ve mimari anlamda son derece güçlü gelenekleri iyi ustaların yetiştiği yer. O bakımdan Gök Mescid ile Anadoludaki Bursa Yeşil cami arasında bu bağlamda ilişki kurulur. Gök Mescid ile anadoludaki bir yapıyı ilişkilendirmek gerekiyorsa Çinili Köşkü ilişkilendirmek lazım. Fatih in topkapı sarayının bahçesinde inşa ettirdiği köşk yapısı. Çini özelliklerine baktığımızda hem kompozisyon hem motif anlamında gerçekten Tebriz Gök mescid ile büyük benzerlikler bulunur.
  • Anıtsal portal bütünüyle çini kaplı, ana beden duvarları tuğla dokusu, türbe olarak fonksiyonlandırılan kısmın Selçuklu çinileriyle benzerlik firuze. Yapı şu anda çeşitli amaçlarla kullanılıyor. Stilize bitkisel motifler mührü süleyman dediğimiz altı köşeli yıldız rumiler palmetler kufi sütunceler en ince detayına kadar. Teknik olarak mozaik çini tekniği karşımıza çıkıyor. Parçaların kesilip alçı zeminde bir araya getirildiği bir teknik Mukarnaslı kavsara içerisinde çarkıfelekler var. Kufi hat sanatının pek çok çeşiti karşımıza çıkıyor. Türbe bölümünde başka bir bezeme anlayışı ile karşılaşıyoruz.Tek renkli patlıcan moru çinilerin üzerinde altı yaldız motifler var. Merdivenle gömü odasına gidiliyor



İlhanlılar :
  • 1256-1335 yıllarında Cengiz Han'ın torunu Hulagu tarafından İran'da kurulmuş moğol hanlığıdır.
  • Anadolu'nun önemli bir kısmını ele geçirmişler. İran ve Anadolu da önemli eserler  inşa etmişlerdir. Camii yapıları çok iddialı değildir. Mezar, Medrese yapıları öne çıkmaktadır. 
  • Yapıların plan şemaları kurguları birbirinden farklılık göstermektedir. İlhanlılar İran da o bölgenin mimari ortamına uygun yapılar anadoluda ise bölgeye uygun yapılar inşa etmişler. Anadolu Selçuklu mimarisi 13.yy baskın bir kültür oluşmuştır.
Amasya Anber B. Abdullah Darüşşifası :



  • İran kültüründe Darüşşifa yerine Bimarhane / Bimaristan sözcüklerinin yaygın olduğunu görüyoruz.
  • Sultan Olcayto / İlduş Hatun adına 1308-1309 yılları arasında azatlı köleleri Amber bin Abdullah tarafından inşa ettiriliyor.
  • Poliklinik hizmetleri ve Tıp eğitiminin verildiğini görürüz. Önemli hekimler vardır. Sabuncu zade Şerefeddin bin Ali burada 14 yıl hekimlik yapıyor. 1465 yılında Kitabül Cerrahiye minyatürlü yazma eser hazırlanıyor. 19.yy a kadar buradan birçok hekim yetişiyor. Evliya Çelebi de bu yapıdan miskinler tekkesi olarak bahsediyor.
  • Doğu Batı ekseninde konumlanmış. Dikdörtgen planlı bir yapı kütlesidir. Bimarhanenin anıtsal girişi batı cephesinin ortasında yer almış. Cephenin iki köşesinde kuleler yer alıyor. Anıtsal portalden bir giriş eyvanına ulaşıyoruz. Giriş eyvanın derinlemesine gelişen dikdörtgen bir avluya açılıyor. Girişin tam karşısında ana eyvan konumlanmış. Ana eyvanın ve giriş eyvanının iki yanında tonozlu dikdörtgen odalar bulunmakta avlunun kuzey ve güney kenarlarında tek sıra halinde düzenlenmiş revaklar görülür. Revakların gerisinde ise 3'er kapı ile avluya açılan uzun dikdörtgen koğuşlar halinde düzenlenmiş mekanlar bulunmakatadır. Yapının plan şemasını tamamlayan diğer unsurlar ise giriş yönündedir. Dikdörtgen odalarla koğuşlar arasında yer alan dar dikdörtgen mekanlardır. Bu mekanlar eksenden kaymış olmakla birlikte plan şemasında bütünlüğünde 4 eyvanlı avlu şemasını tamamlayan unsurlar olarak kabul edilir.
  • Anadoluda ortaçağın sağlık kuruluşlarından birtanesidir. Açık avlulu medrese özelliği gösteriyor. Doğu batı istikametinde konumlanmış dikdörtgen planlı bir yapı,  yapıya batı cephesinin ortasında yer alan anıtsal portalden giriliyor. Basık yay kemerli açıklığından geçilerek bir eyvana giriliyor. Giriş eyvanıda avluya açılıyor. Dikdörtgen avlunun iki yanında revaklar var. Avlunun devamında giriş ile aynı eksen üzerinde yer alan ana eyvanı görüyorsunuz. Ana eyvan ve giriş eyvanın iki yanında köşelerde tonozlu birer dikdörtgen oda yer alıyor. Revakların gerisindeki mekanlara baktığımızda sanki bölünmüş üçer oda gibi değerlendirebilirsiniz ama değil. Kesik çizgiler kemerlerin iz düşümü burası uzun dikdörtgen koğuşlar halinde düzenlenmiş mekanlar. Ancak buna rağmen revak altına üçer kapı ile açılıyor. Bu yönü ile enteresan, diğer özellik de koğuş şeklindeki mekanlar ile batı odasındaki odalar arasında görmüş olduğunuz küçük dikdörtgen dar tonozlu mekanlar var her iki tarafta da. Bu tonozlu mekanların nasıl bir işlevi olabilir. Bunlarda kemerle açılıyorlar. Esasında somut bir işlev tanımlayamıyorsunuz. Herhangi bir amaçla kullanılabilir. Ama burada bu şekilde mekanların oluşturulması soru işaretlerine neden oluyor. Bu şöyle yorumlanıyor. Türk mimarisinde dört eyvan şeması adını verdiğimiz bir plan kuruluşu var. Biz bunu çok farklı yapı tiplerinde ve farklı coğ.görüyoruz. Camilerde, medreselerde, hanlarda, hamamlarda, saray yapılarında kervansaraylarda var. Dört eyvan şemasının idealize olmuş formu. Eyvan sayıları değişebiliyor. Kimi yapılarda iki eyvanlı, tek eyvanlı. İdealize olmuş hali dört eyvanlı kurgu. Bu medresede giriş ve ana eyvan olmak üzere iki eyvan görüyoruz. Ancak yan cephelerde bu mekanlar asimetrikde olsa eksenden kaymış da olsa kuzey ve güney yönündeki eyvanları oluşturuyor. Böylece yapı bütünlüğünde dört eyvanlı şema tamamlanmış oluyor. Neden girişe çekilmiş diye sorguladığımızda yapının işlevi ile alakalı. Bölünmemiş koğuş şeklinde mekanlara ihtiyaç varmış. O yüzden mekanları bölmemek adına yan eyvanları daha dar tutmuşlar ve girişe doğru kaydırmışlar. Yapının anıtsal portalde taç kapısına baktığımızda cepheyi bir miktar aştığını görüyoruz. Muntazam kesme taş ile inşa edilimiş bir yapı. Yapının dış cephesinde çok fazla süsleme olduğunu söyleyemeyiz. Ancak bütün süsleme portalde toplanmış. Girişin iki yanında pencereler etrafında yer alıyor. Onun dışında dış cephelerde süsleme görmüyoruz. Mukarnas kavsaralı portal nişinin ortasında basık yay kemerli kapı açıklığı var. Bu basık kemerli yay üstünde kilit taşında bağdaş kurmuş insan figürü yer alıyor. Portal yüzeyinde bordürler halinde düzenlenmiş taş oyma tekniğinde süslemeler görüyoruz. Geo-bitkisel formlu süslemeler karşımıza çıkıyor. Karakter olarak baktığımızda Selçuklu etkisini ne kadar yansıttığını görebilirsiniz. Ancak İlhanlı dönemindeki yüzek süslemelerinde şöyle bir farklılık ile karşılaşıyoruz. Selçuklu yapılarındaki süslemeler daha yüzeysel ama ilhanlı döneminin süslemelere baktığımızda plastik etkileri daha güçlü yüksek kabartmalar halinde süslemeler ile karşılaşıyoruz.
Erzurum Yakutiye Medresesi :



  • Taç kapı kitabesine göre 1310 yılında Sultan Olcayto / Bulgan Hatun adına Hoca Yakut tarafından yaptırılmıştır.
  • Medrese Selçuklu döneminin kubbeli medrese  geleneğine uygun olarak inşa edilimiştir. Batı cephesindeki anıtsal taç kapıdan dikdörtgen giriş holüne geçilir. Giriş holünün iki yanında ikişer oda yer almaktadır. Giriş holünün bitişiğindeki odalar hole açılırken köşe mekanları birer kapı ile doğrudan orta avluya açılmaktadır. Avlu T kesitli 4 paye üzerine oturan ortası açık bir tonozla örtülüdür. Medresenin kuzey, güney ve doğu yönünde olmak üzere üç eyvan yer alır. Kuzey ve güney eyvanlarının iki yanında ikişer oda bulunmaktadır. Güney eyvanı aynı zamanda yazlık mescid mekanı olarak düzenlenmektedir Ana eyvan konumundaki doğu eyvan diğerlerinden daha yüksek ve geniş olup arkasındaki sekizgen planlı türbeye bir pencere ile bağlanmaktadır. Doğu eyvanın iki yanında birer salon yer alır. Söz konusu salonlardan kuzeydekinin özgün durumu kaybolmuştur. Salonun köşesindeki merdivenden türbenin dua mekanına merdivenin altından ise gömü odasına geçilir. Medresenin giriş cephesinde 2 köşede birer minare yükselir. Hem bu özelliği hem de plan kuruluşu ile dönemin diğer önemli medreseleri olan Erzurum ve Sivas çifte minareli medreselerin son derece yoğun etkileri olduğu görülmektedir. 
  • Bu yapıda da tüm süsleme  yine giriş cephesinde ve portalde toplanmıştır. Mukarnas kavsaralı portal nişini çevreleyen bordürlerin her birisi farklı kompozisyon özellikleri sergiler. En dışta ise geniş mukarnaslı bordür tüm portal yüzeyini kuşatmaktadır. Dönem üslubuna uygun olarak özellikle bitkisel motifler olabildiğince  iri yapılmıştır. Taç kapının iki yan yüzeyinde de önemli süslemeler yer alır. Bu süslemelerden alttakiler sembolik anlamı olan bitkisel ve figürlü süslemelerdir. Kemerli birer sağır niş içine alınan komp. alttan bir yarımküre onun üzerinde bir dünya ağacı ağacın altında birbirine dönük iki aslan en üstte ise bir kartal yer alır. Bu kompozisyon üst kısmındaki süslemeler ise geo-bitkisel bordürlerden oluşan dikdörtgen panolar  halindedir. 
  • Moğol imp. dünya tarihinin gördüğü en büyük imp.dan birisidir. Çok kısa sürede neredeyse asya coğrafyasını tamamına yayılmış. Avrasya coğ. bütün taşlar yerinden oynuyor. Öylesine güçlü bir etki yapıyor. Siyasi, jeopolitik, kültürel, ekonomik açıdan. Kısa ömürlü olmasına rağmen etkisi çok güçlü olmuştur. Erzurum Yakutiye Medresesi plan şemasına baktığımız zamanda Amber bin Abdullah Darüşşifasında olduğu gibi doğu batı ekseninde konumlanmış dikdörtgen bir yapı kütlesi olarak karşımıza çıkıyor. Anıtsal portal batı cephesinin ortasında yer alıyor. Girişin iki köşesindede birer kule yükseliyor. Anıtsal portalden girdiğimizde Darüşşifada giriş eyvanına geçiliyordu. Burada ise giriş holüne geçiliyor. Sonrasında kapı açıklığı ile devam ediyor. İki yanında ikişer oda yer alıyor. İki oda hole açılıyor. Diğerleri ise diyagonal kapılarla avluya açılıyor. Giriş holünden avluya geçtiğinizde T kesitli dört paye üzerine oturtulmuş ortası açık bir tonoz görüyoruz üst örtüde. Bu tonozlu mekanın etrafı revak şeklinde düzenlenmiş. Bu revaklarla orta akslarda tonoz şeklinde köşelerde ise farklı tonoz türleri olarak biçimleniyor üst örtü. Esas itibariyle üç eyvanlı bir yapı olduğunu görüyoruz. Bu eyvanlar girişin karşısında yani doğuda yer alıyor bu ana eyvan olarak düzenlenmiş diğerleri ise kuzey ve güney olaray Güney deki eyvan mihrap nişindende anlaşılacağı üzere yazlık mescid mekanı olarak düzenlenmiş. Bu kuzey ve güney eyvanların iki yanında ikişer dikdörtgen oda yer aldığını görüyoruz. Bunlarda avluya birer kapı ile  açılıyor. Ana eyvanın(doğu) iki yanında  birer dikdörtgen salon görüyoruz. Bu salonlar üst örtüde bir kemerle ikiye bölünmüş ancak kuzey yönündeki salonun özgün durumunun kaybolduğunu nerden anlıyoruz. Giriş açıklığı daha büyümüş ayrıca dışarıyada bir kapı açılmış. Bu salonun köşesinde bir merdiven var. Bu merdivenden çıkmak süretiyle türbenin dua mekanına ulaşıyoruz. Yapının doğusunda ana eyvana bitişik olarak hemen arkasına konumlanmış dışardan sekizgen içerden dairesel bir kümbet yapısı var bunda da bir dua odası var. Kuzeydeki salondan bu dua odasına merdiven ile ulaşılıyor. Merdivenin altında ise daha küçük bir açıklık var. Bu da kümbetin gömü odasına bağlanıyor. Yapının batı cephesi ve anıtsal portali cepheyi aşan son derece yoğun bir şekilde süslenmiş.Giriş deki kule devamı büyük olasılıkla yıkılmış üstü konik külah ile örtülü diğer taraftaki minare yükseliyor. Gövdesinde tuğlalarla geo bir komp.sahip Tümüyle muntazam kesme taştan inşa edilimiş. Aslında çok pencere açıklığı yok olanlarda daha mazgal açıklığı şeklinde dışarıya kapalı tutulmuş bir yapı sözkonusu. Genel olarak baktığımızda ortaçağ medreselerinin hemen hepsinde dışarıya açılan pencere sayılarının çok az olduğunu görürüz. Olan pencerelerde göz hizasının üstündedir. Bunun nedenlerinden bir tanesi burada eğitim gören öğrenciler aynı zamanda burada yaşıyorlar. Dolayısıyla dışarı ile bağlantıyı olabildiğince asgariye çekmek öğrencilerin konsantrasyonunu en üst seviyeye çıkarmak. Yapının doğu cephesindeki çokgen planlı kümbet yapısında cepheler silmelerle hareketlendirilmiş ve şaşırtmalı olarak pencere açıklıkları yer almış üstü koni külah ile örtülü ve yine medrese yapısında old.gibi muntazam kesme taş ile inşa edilmiş. Cephenin üst kısmında saçak altında kufi hatlı bir yazı kuşağı altında da bir süsleme bordürü var. Anıtsal ve portal yüzeye baktığınızda geo-bitkisel komp.bordürler halinde süslemeleri oluştuğu anlaşılıyor. Basık yay kemerli kapı açıklığının üstünde inşa kitabesi yer alıyor. Son derece yoğun bir süsleme programı var. Neredeyse bütün yüzeyler doldurulacak şekilde bir yüzey uygulaması sözkonusu. Anıtsal portalin iki yan yüzeyindeki süslemeler sağır niş içerisne alınmış bu süslemeler her iki yanında simetrik bir özellik gösteriyor. Aşağıdan yukarıya altta yarıküre onun üstünde dünya ağacı ağacın altında birbirini gören iki arslan (bunlar hükümdarı simgeliyor) dünya ağacının üstünde çift başlı kartal kabartması (devleti simgeliyor) ne yazık ki zarar görmüş onun üstünde güneş. Selçuklu etkisi var ancak yorumlamada farklılık var. (Selçuklu kartalı en güzel örneği Divriği Ulu camiinde) portal nişin iç yan yüzeylerindeki mukarnaslı dış yan yüzeyi geo bitkisel formdan oluşan dikdörtgen panolar halinde düzenlenmiş. İç mekanda avlunun üstünü örten ortası açık tonoz