16 Mart 2019 Cumartesi

Görsel Kültür


1. BÖLÜM ( 5 Mart 2019 )
  • Görsel Kültür disipliner bir alan akademik alan olarak Amerika'da özellikle İngiltere'de lisans, Yüksek Lisans ve doktora düzeyinde derslerin verildiği bir alandır. Aslında disiplin demek çok doğru değil disipliner arasılık çok önemli Görsel Kültür'de hatta transdisipliner (disiplinler üstü) de denilir. Ne sanat tarihi, ne antropoloji, sosyoloji, felsefe ama bunların her birini de kendi içinde barındıran bir alandır. Bu anlamda post akademik, transdisipliner denilir.
  • Görsel Kültür çalışmaları dediğimizde özellikle Post Modern düşünce önemlidir. Post modern düşüncenin açtığı yol yani modernizmin eleştirisi, modern düşüncenin eleştirisi ve oradan hareket ederek disiplinlerin eleştirisi çünkü modern döneme aittir modern disiplinler. Özellikle Positivizm den beslenmişlerdir. Aslında moderne bir tepkidir Post modern düşünce ve o tepkinin de farklı durakları farklı lehçeleri farklı süreçleri var.
  • Görsel Kültür teorik bir alandır. Felsefe temellidir, teorik temelleri vardır. Görsel olanın her zaman için görsel olmayan bir alana işaret ettiği üzerine durur Görsel Kültür. Bu üç ana temelde ortaya konabilir. Bunlar; 
  • 1. İktidar ve güç ilişkileridir, 
  • 2. Temsil politikaları (bir imge bir nesne ile karşılaştığınızda bir aracı olduğunu resim, video, fotoğraf her ne olursa olsun mutlaka bir temsil ile karşı karşıyasınız. Dolayısıyla temsili gerçeklik olarak algılayamazsınız. Bir ayna görevi görmez. Dolayısıyla temsilin sorunsallaştırılması önemlidir. Feminist teoride artık kadınlık değil de kadından bahsetmek, kadının bir gerçeklik olarak değil bir kadınlık kategorisi olarak ortaya konması bu temsilin içine girer.) 
  • 3. Öznelliğin üretilmesidir. Artık modern düşüncenin dayandığı birey o yaratıcı birey kendi düşünen birey aklı ile hareket eden bireye koşup gitmeyen onun tam tersine öznelliklerden bahseden bir postmodern düşünce var. Birey değil ama öznenin üretimi söz konusudur. Öznenin üretimi de cinsiyetsel olabilir, sınıfsal olabilir. Dolayısıyla bunların sorunsallaştırılmasın da görsel kültür. Gresalda Pollock'un metninde öznelliğin üretimi vardı. Sınıfsal olan ile cinsiyetsel olanın nasıl kesiştiğini anlatmaktaydı. Orada kadın ressamların nasıl ve neden erkek ressamlardan farklı resimler işlediğini öznelliğin üretilmesi üzerinden anlatmaktaydı. Öyle ki sadece resme baktığımızda resimdeki figürün varlığı değil aynı zamanda çevresiyle mekanıyla olan ilişkisini de anlarsınız. Hisler o duygular nasıl hissettiğini nasıl yaşadığını mekanı nasıl deneyimlediği de önemli hale gelmiştir. Öznellik dediğimizde bilinçaltı duygular, hisler, sezgiler, duyular (algılar, optik gerçekçilik) bunların her biri önemli hale geliyor. Sadece akıl, zihin değil bireyi var eden, birey her zaman modern düşüncenin düşündüğü gibi özgür olamayabiliyor. Özgürlüğün ne olduğu nasıl işlediği de tartışır.
  • Michel Foucault' un Kelimeler ve Şeyler kitabındaki giriş metninde  Las Meninas'ı Velazquez'in Nedimeler Tablosunu tartışır. Aslında o tartışma bizi temsilin sorunsallaştırılmasına götürür. Temsili sorunsallaştırır. Yayınlandığı dönem 1970' ler de çok etkili olmuş bir metindir. Özellikle yeni Sanat tarihi olarak adlandırdığımız Griselda Pollock' un da başını çektiği alandaki isimler özellikle Foucault gibi yazarlarda etkiliyorlar. Onların görsel olup da görsel olmayan bir alana nasıl taşıdığını tarifliyor. Las Meninas da iktidar ve güç ilişkileri temsil politikası doğrudan aslında işin içine girmiş olacak. 
  • Görsel Kültür, kültürel incelemeler dediğimiz akademik bir alanın içinden çıkıyor. Kültürel incelemeler 1964 yılında İngiltere odaklıdır. 1964 yılında Birmingham da Üniversite bünyesinde Çağdaş kültürel incelemeler merkezi adlı bir merkez kuruluyor. Türkiye de Kültürel incelemeler Yüksek Lisans, Doktora düzeyinde açılmış bölümleri var. 
  • Kültürel incelemelerin getirdiği en önemli şey Gösterge bilim den yola çıkarak gösterge bilim, dil bilim önemlidir kültürel incelemelerde) eğer dil kültürel olarak incelenebiliyorsa, toplumsal bir yapıysa aynı zamanda diğer tüm formlarda, kültürel formlarda gösterge bilimin açtığı ışıkla birlikte yeniden incelenebilir. Yani bunu görsel malzemelerde kapsıyor. 
  • Kültürel incelemeler özellikle popüler kültür. Kültür eskiden akademik anlamda dışlayıcı bir biçimde ele alınırdı. Akademik alana girmezdi popüler kültür. Sanat tarihinin nesnesi sanat yapıtıydı. Sanat yapıtı dediğinizde de bir anlamda sanat yapıtını norm olarak belirleyen belli kurumlar vardı. Mesala zanaat yapıtı sanat yapıtı kapsamına alınmıyordu. Ya da diğer kültürler Avrupa dışı kültürler Avrupa merkezli sanat tarihi, Avrupa dışı kültürler onların üretimleri onlara adeta sanat değil etnografik nesne kapsamında ele alınıyordu. Kültürel incelemeler özellikle sanatla sanat tarihini çok içine almamakla birlikte popüler kültürle kitle kültürü ile ve onun eleştirisi ile ilgilendiler. Örneğin televizyon dizileri, reklam ( 60' lar tam pop art' ın ortaya çıktığı dönemler) ve kültürün dışlayıcı değil içersemeci bir biçimde ele alınması gerektiği söyleniyor. Kültür aslında yaşamın tüm biçimleri ve yönleri haline geliyor. Dolayasıyla sanat nesnesi dışında nesneler özellikle reklam gibi film gibi televizyon gibi birtakım görsel malzemelerde işin içine girmeye başlıyor. Şunu öğrenmiş oluyoruz. Gösterge bilimi düşünürsek Kültürel formların anlamlar ürettiğini söylememiz gerekir. Yani bir afiş Madonna' nın afişi o bir anlam üretmek için bir mesaj vermek için aslında üretiliyor. Dolayısıyla görüntünün ve görsel olanın masum olmadığını söylememiz gerekiyor. Görsel kültür o anlamda eleştireldir. Kültürel incelemelerden o anlamda beslenmiştir. 
  • İkinci beslenme noktası Görsel kültür dediğimizde o da sanat yapıtı ile ilgilenmiyor ya da sanat işi ile ilgilenmiyor sanat çalışması ile ilgilenmiyor. Aynı zamanda tüm sosyal formlar olarak görsel olanla ilgileniyor. Görsel olanın her birini birer kültürel form birer toplumsal form olarak ele alıyor. Yani film de olabilir video klip olabilir video sanatı da olabilir vitrin olabilir kentsel çevre olabilir Mekanla birlikte öznellik üretimi, müze olabilir yani müzenin klasik anlamda sanat tarihsel okuması değil ama müzenin nasıl bir toplumsal nesne olarak bir mekan olarak ortaya çıktığı üzerinden müzenin ortaya çıkışı ulus devletin kurulmaya başladığı yıllardır. Dolayısıyla ulus devletin tarihi ile müze kuruluşunun tarihlerinin iç içe giriyor olması müzenin aslında resmi tarihe adeta müzede okuyabilir görsel olarak okuyabilir hale gelmek ve tabi ki bunun eleştirisi. Görsel kültür eleştirel bir alan halihazırda varolan belirli imgeleri mekanları nesneleri bunları kabul etmeden aslında bunların teoirik eleştirisine giriyor. Kültürel anlamlar üretiliyor bizim dışımızda üretiliyor. Kültürel incelemeler o mesaja direnme kısmını açıklamamıştır. Örneğin bir afişe Madonna' nın afişi her bir öznenin her bir kişinin aynı şekilde tepki vereceği onu aynı biçimde algılayacağı kendine özgüleyeceği düşünülür. Aslında öyle değildir tabi ki öznelerden bahsediyorsak aynı zamanda farklı bakış açılarından bahsetmemiz gerekir her görsel olana her afişe aynı şekilde bakmak zorunda değiliz ve bakmıyoruz zaten karakterlerimiz yaşantımız geçmişimiz eğitimimiz kadın erkek ya da üçüncü bir cins olmamız bunların her biri bizim bakışımızı belirliyor. Dolayısıyla tek bir anlamın olmayacağı üzerine düşünmemiz gerekiyor Görsel kültür dediğimizde ve mesaja direnmeninde temellük sanatçılarını düşünün mesaja direnme vardı. Mesaj var üretim var fakat o mesaja da direnme mümkün olabiliyor. Görsel kültür o zaman bir akademik alan olarak aslında bu direnmeninde alanlarını görmeye ya da gördürmeye çalışıyor.
  • Görsel kültür terim olarak ilk defa sanatın alanında ortaya çıkmıyor batı sanatı ile ilgisi yok. Örneğin kitaplar var. 1969 yılına ait Görsel kültüre doğru bir tanesi televizyon yolu ile eğitmek, çizgi romanlar ve görsel kültür 1986 yılına ait dolayısıyla kültürel incelemelerden ilk defa görsel kültür başlığını görmeye başlıyoruz. Ama akademik olarak görsel kültürü düşündüğümüzde disiplinler üstü ve metodolojiler üstü bir alandan bahsediyoruz. İmgeler masum değil dedik imgeler üretiliyor dolaşıma sokuluyor dolayısıyla imgeler nesneler bir işi üstlenmek için varlar. Örneğin reklamın amacı nedir? Reklam aslında o ürünü satın almaya yönlendirir. Onun için de arzu üretmek zevk vermek zorundadır. Dolayısıyla imgeler masum değildir derken şunu kastediyoruz. Zevk verebilir, memnuniyetsizlik yaratabilir, korku verebilir tüketimi belirleyebilir, iktidar ilişkilerinde rol oynayabilir. Kültürel anlamalar üretmede kültür içinde estetik değerleri özellikle cinsiyetsel ırksal sınıfsal iktidar ilişkilerin belirlenme ve korunmasında görüntünün merkezi bir konumu vardır ve görsel kültür de özellikle buradan hareket eder. İmgeler masum değildir imgeler üretiyoruz özellikle günümüz post modern toplumunda ama aynı zamanda imgelerde bizi üretiyor bizim kimliğimizi belirliyorlar tercihlerimizi belirliyorlar bilgimizi belirliyorlar neyi bilip neyi bilmediğimizi neyi görüp neyi görmediğimizi ya da görmememiz gerektiğini dolayısıyla görüntünün masum olmadığını tabi ki gözün masum olmadığını söylemek lazım. Bakışın masum olmadığını bakışın her zaman asimetrik ilişkiye dayandığını bakışa sahip olanında aslında iktidara sahip olan olduğunu bir anlamda söylemiştik. İktidar mikro iktidar da olabilir makro iktidar da olabilir. Devlet gibi küresel iktidar gibi makro iktidar da olabilir. Daha çok mikro küçük iktidarlardan söz ediyoruz.
  • Sanat tarihi içinden baktığımızda ise sanat da dönüşüyor 60' lar ile birlikte. Özellikle bu dönüşümün itici gücünün itici akımının pop sanat olduğu söylenir. Hatta post modern deyimi ilk olarak Robert Rauschenberg birleşik resimler var. İlk defa onun için kullanılmıştır. Postmodern resim, sanat bir de mimari var o ayrı tabi ki 60' lara baktığımızda pop art'a baktığımızda tümüyle popüler kültürün kitle kültürünün ikonografisini alıyor özellikle Holywood filmleri tüketim yiyecekleri aynı zamanda bir  takım kadın starlar onların görüntüsü ve bununla birlikte dolayısıyla pop art'la birlikte sanat da bir popüler kültür kitle kültürüne bakma ve onun sanatın içine alma var. Bu önemli pop art çok da eleştirmeden kültürel incelemeler alanından konuştuğumuzda bunların hepsi sorgulanması gereken alanla ama Andy Warhol gibi İngilizce pop'u biraz farklı İngiliz pop'unda bahsettiğimizde Amerikan popuna baktığımız zaman Andy Warhol en başı çeker. Bunlar popüler kültüre bakıyorlar. Yeni bir kültür ortaya çıkmış. Bende kültürü anlamalıyım. Görsel alanında plastik sanatları da o alana doğru genişletmeliyim. Bir anlamda esin olarak görüyorlar. Esinlerini kitle kültüründen popüler kültürden alıyorlar. Görsel kültür alanına geldiğimizde görsel kültür alanı buna eleştirel bakacaklar. Sanat pop artla birlikte kavramsal sanata doğru geldiğimizde düşünce yeni kavram ismi üzerine de 70'lerin başı kavramsal sanat da düşünceler ön planda olacak. Kavram ön planda olacak dolayısıyla felsefe ön planda olacak. Düşüncenin kendisinin sanat olması gündeme gelecek. Dolayısıyla da şu oluyor Pop artla birlikte başlayan süreçte resim, heykel, desen gibi gravür gibi bildik görsel malzemeler plastik sanat malzemeleri değil başka malzemeler devreye girecek video gibi arşiv malzemesi fotoğraf gibi yerleştirme söz komda nusu nesne gibi farklı malzemeler karışık malzemeler devreye girecek. Böyle bir durumda artık eski sanat tarihi disiplinin metodolojisiyle ya da araçları ile yeni sanatı okumak mümkün değil
  • Dolayısıyla yeni bir alana ihtiyaç var. Bu alanda görsel kültür olmaya başlıyor. Özellikle 25 yıldır yerleştiriyor çalışmaları ama 1970' lerde özellikle Foucault, De gibi film kuramları bunlar önemli oluyorlar. Post modern düşünce aslında görsel kültür çalışmalarını belirlemiş oluyor. Bu alanın önemli isimlerinden Nikola Mi dir. Antolojileri var bu alanın öncüsü olmuşlardır. Newyork' da Profesör şöyle söylüyor. Görsel Kültür senin gündelik yaşamındır. Bu ne anlama geliyor. Sanat tarihi sınırları içinde konuşamıyoruz. Birde dünya gün geçtikçe daha görsel bir hal alırken internet düşünürsek artık görsel deneyimimiz çok zengin yeni bir takım bakış açılarına bir takım teorik araçlarına ihtiyacımız var. Dolayısıyla görsel kültür böylesi bir gereklilik den doğmuştur der. Bu alanın öncülerinde biri olan Nikole Mi. Görsel kültür senin gündelik yaşamındır. Dolayısıyla kültür özellikle görüş temel alır. Görüşü ve görüşle birlikte gündeme getirdiği bilgiyi duyguları zevkleri memnuniyetsizlikleri korku eylemi bunların her birinin incelenmesi için görsel kültür bize alan açıyor. Görüş doğal değil masum değil Las Meninas' da o anlamda masum değildir derken neyi kastediyoruz en temelinde iktidarı kastediyoruz. Bizim görüşümüzü belirliyor bakışımızı ve görüş aynı zamanda topluluklar ve kurumlar tarafından yönetilebiliyor. Görme kapasitesi ve biçimi disipline ediliyor. Alışkanlık haline getiriliyor. Dolayısıyla farklı görüşlerden farklı bakış biçimlerinden de bahsetmemiz gerekiyor. Görüş biçimleri görme biçimleri kültürlerden kültürlere kimliklerden kimliklere tarihlerden tarihlere de farklar gösteriyor. Bu biçimleri belirleyenler de düşünce olabilir derken düşünceyi kastediyor.. İktidar önemlidir. İktidar aynı zamanda bilgidir. Foucault öyle kullanıyor. Görme biçimlerini belirleyenler fikirler olabilir. Kurumlar olabilir teknolojiler olabilir. Dolayısıyla bu alanın incelenmesi eleştirel yorumlamayı gerektirir. Yorum dediğimizde var olan birtakım metodlar ile birtakım bilgilerle görsel olanı yeniden okumak değil. Yorumlamak var. Dolayısıyla yaratıcı etkinlik hemde eleştirel bir etkinlikten söz ediyoruz. Foucault' ın metninde bunu göreceksiniz. Las Meninas resmini yaparken düşünmeyeceği kadar farklı bir biçimde okuyor. Pratik okumalar görsel kültür alanlarından bir tanesi o noktaya kadardır çekebilirsiniz artık sanat tarihinde iyi göz eğitimi vardır. İyi göz dediğimizde özellikle yargılayan gözü kastediyorum. Resme baktığında sanat eleştirisini düşünün aklınıza getirin söyle resmi eleştiriyor bir yargı getiriyor. Kant' ın yargısı gibi fakat görsel kültür yargılama değil yorumlamadan yana daha özgür diyelim. Daha açık bir alandan söz ediyoruz demektir. Meraklı göden iyi göze karşılık merak eden imgeleyen araştıran göz kendine dert edinen göz öyle bir gözden söz etmemiz mümkün yukarıdan bakan bir göz kuş bakışı bakıyor ve her şeyi algılıyor her şeyi görüyor ve her şeyi biliyor. Öyle bir araştırmadan da söz edebilir. Daha büyük anlatılar yok daha küçük anlatılar daha ayrıntıların detayların ve öznelliğe bakış açımızın da bir alandan söz ediyoruz. Dolayısıyla nesnel alan daha pozitif felsefe nesnel olana vurgu yaparsa görsel kültürün farklı bir nesnellikten söz ediyoruz belki daha yaratıcı daha eleştirel daha detaycı ve daha sorgulayıcı okuma stratejilerinin geliştirilmesi gerekiyor. 
  • Michel Foucault Las Meninas, Rolanda Barthe Fotoğraf üzerine metni,
2. BÖLÜM ( 12 Mart 2019 )
  • Görsel kültürün konusu görüntü neden, nasıl ve niçin üretiliyor. Görüntüler neden var? Üç ana odağı var demiştik. Birincisi iktidar, iktidarın kendisi. 2. Öznelliklerin üretimi ve 3.karşı direniş okuması dolayısıyla görüntünün masum olmadığı gerçeği, her bir görüntü bir imge, nesne, çevre' dir. Her zaman için bir anlam için orada biz bunun farkında olsak da olmasak da verilen bir metin olsa da olmasa da kentin yasası da olabilir. Kentin bir yasası var. Belediyenin belirlediği o yasa aynı zamanda kenti de belirliyor. Mahalle, sokak nasıl yaşayacağımız kenti nasıl deneyimleyeceğimizi kenti nasıl kullanacağımızı bize bir görsellik veriyor. Kent aynı zaman da onun da masum olmadığı bir iktidar biçimi olduğu
  • Michel Foucault aslında felsefeci olarak tarif edilir. Fakat kendisini tarihçi olarak nitelendirmiş. Post modern düşüncenin en önemli isimlerinden bir tanesi. Bu metin 1966 yılına ait yazıldığı zaman özellikle post modern düşüncenin kendisini post modern olarak da kabul etmez. Düşüncenin en temel felsefecilerinden biri olarak ortaya çıkıyor. Bilginin bir iktidar olduğunu söylüyor. Tarihçi olduğu için bildiğimizi nasıl bildiğimiz üzerine duruyor. Onun için kavram ortaya atar. Bilgi iktidardır derken Episteme der. Bilgiyi Episteme olarak alır. Eski Yunanca da bilgi anlamına gelen cümle ama Foucault'un söz ettiği bilgi, bilgiyi bir hakikat olarak düşünmek değil bilginin bir Hakikatlar rejimi olduğunu söyler ve bilmek aynı zamanda iktidar demektir. Özellikle o nedenle akademik disiplini düşündüğümüz de disiplinler bilginin sorgulanmaya başlaması görsel kültür tartışmalarında devreye sokuyor. Sanat tarihi, tarih bu bilgilerin tekrar Foucault' un bu metni yeni sanat tarihi yazımı için önemli bir araç oluyor. Foucault Epitseme derken Hakikatlar rejimini aynı zamanda onun tarifi ile söylemsel oluşumlardır. Belli dönemler belli bilgi modellerinin formlarının ortaya çıkmasına izin vermiştir. Fakat bazı bilgilerde ortaya çıkamamıştır. Feminist sanat tarihçilerinin ilgilendiği bu. Kadın sanatçılar sanat tarihinde az 1960' lar dan sonra Kavramsal sanat ile birlikte kadın sanatçılar görmeye başlıyoruz. Çünkü belli bir iktidar var o iktidarı belli resimsel formların olmasını sağlıyor.
  • Episteme dediğimizde söylemsel oluşum bunlar tarihsel süreç içinde oluşturulmuş ve yapılandırılmış bilgiler temalar ve ifade türlerinin birleşiminden meydana geliyor. Söylenmediği zamanda söylemi mümkün kılan üç temel şey var. Bunlardan bir tanesi içinde doğdukları toplumsal kurumsal bağlar. Örneğin; Rönesans ve Barok  Resmin rönesans için mimarisi kuram çok geçerli resim bir ayna görevi görüyor. Foucault'a göre Velazquez den yola çıkarak ona göre aslında bilginin üretimine baktığımızda üç temel dönem var. 1. Rönesans, Barok dönemi özellikle benzerliğin ön plana çıktığı ondan öncesi dinsel anlam dinin temel olduğu rönesans ile birlikte reformla birlikte birey, insan, akıl ön plana çıkmaya başlıyor. Dolayısıyla benzerlik epistemolojisi karşımıza çıkıyor sonra 18. yy geldiğimizde başka bir Episteme daha ortaya çıkıyor. Orada da aklın ön planda olduğu bir dönem oluyor sonra modern dönem geliyor. 18.-20. yy başı o dönem modern dönem olarak insanın bireyin tam merkeze konduğu dönem kitabında Michel Foucault bilginin arkeolojisini yazdığını söylüyor. Bu önemli bildiğimizi nasıl biliyoruz neden biliyoruz ve bilgimizi nesneler onlara yöneltiğimiz sorular nasıl belirlenmiştir. Dolayısıyla bilginin de masum olmadığı belli bir tarihsel, toplumsal, ekonomik süreç içinde ortaya çıktığı belli kurumların belli otorite kilise olabilir, akademi olabilir. Bilginin belli bir iktidara sahip kişiler tarafından dayatıldığı ve mümkün kılındığı bilgilerin dönüşmesi 1970' ler ile Postmodern düşünce Foucault başı çekiyor. Disiplinler arasılık, transdisiplinerlik meselesi anlamda Postmodern düşünce ile birlikte bilginin iktidar olduğunu bilerek iktidarında aynı zamanda bilgi olduğunu bilerek düşünmemiz gerekiyor. Foucault'a göre belli eksenler var. Belli dönemde belli düşünce tarzlarını hakim olmasını mümkün kılıyor. Ona uygun bir takım metinler yazılıyor. Belli kavramlar üretiliyor. Foucault'a göre bilimin arkeolojisini yazmak önemli. Bu kitaba  bir metinle Velazquez'in Las Meninas ile başlaması da önemli çünkü şunu görüyor. Foucault orada öyle bir resim gerçekleştiriyor ki  o zamana kadar var olmayan bir temsil karşımıza çıkıyor. Daha önce rönesans, barok resmi düşüncesi resim bir gerçeklikti evet resim bir gerçeklik bir temsil değilse o zaman Velazquez'in resmin dışında olması gerekir. Çünkü resmi yapan Velazquez' se o niye resmin içinde buradan alarak bütün bir temsilin çözüldüğünü söylüyor. Resmin gerisi de diğer tablolarla birlikte duran fakat diğer resimde resimler gözükmez iken aynanın çoğu net biçimde karşımızda durduğunu söyler Aynı zamanda belirlemeye başlar. Ressam resmin içinde dolayısıyla dışarıya doğru bize doğru bakmakta izleyiciye doğru bakmakta aynı zamanda modele doğruda bakmakta seyirciyle modelin çakışması durumu var. Aynı zamanda bir arada olması da zor. Ressamın neyi resmettiğini görmediğimiz sahne resmin çerçevesi var. Resmin çerçevesi içindeki bir de resmin dışarısı var. İçerisi dışarısı mantığı ters düz eden ortadan kaldıran ayna var. Ayna görünür olmayanı görünür kılıyor aslında ayna dan yansıyan Kral ve Kraliçe perde var onun gerisinde Kral ve Kraliçenin yansımasını görüyoruz. Aynadan başka dışarısının olduğunu vurgulayan bir şey daha var. Ressam var. Resmin dışına doğru duruyor bize doğru bakıyor. Ayna var resmin dışarısı olduğunu vurgulayan başka bir şey daha var. Hizmetli var. Bu üçü bir üçgenler bu üçgen de aslında görünmezliğin olduğunu fakat o görünmez alanında resme dahil olduğu bir şekilde bize belirtir. Resim olarak çerçeve bitmez. Görsel Kültür de görsel olan her zaman görsel olmayan alana da göndermede bulunur. Bu bazen kavramlar olabilir onlarla konuşmamız gerekir. Örneğin; asker çocuk fotoğrafı gördüğümüzde orada belirli  kavramlardan söz etmemiz gerekir. Örneğin; milliyetçilik, faşizm anlı şanlı propaganda sözleri gelebilir. Oradaki fotoğrafın dışı fotoğrafı belirler hatta özneyi çocuk özneyi var edenler ebeveyn büyüklerin dünyası siyasal dünyası. Burada işe dışarısının olduğunu belli eder aslında belli imgeler var karşımızda ayna var. Ressamın kendisi var ve hizmetli var. Ayna da Kral ve Kraliçe var sonra şunu söylemeye başlıyor. Foucault bakış halinde seyir den bahsediyor. Resimde resim tümüyle bakanın bakılan olduğu bir resim sadece bakılmak için yaratılmış tek şey ise köpek olduğunu vurguluyor. Orada sadakati temsil eden bir köpek var ayak uçlarında fakat bakanın bakılana dönüşmesi o bakış halinde seyiri orada belki tartışmak lazım ne anlama gelir bakan bakılana dönüşüyorsa bunu resim de nasıl anlatırsınız? Ressamla modelin özneyle nesnenin yer değiştirmesi var. Resmin içinde onu bana örneklerle verebilir misiniz? Resmin merkezi nerededir. Foucault eğer siz bu tabloya baktığınızda sadece nedimeler ve prensesi görüyorsanız işte burada geleneksel bir bilgi üretimi söz konusu olduğunu söyler. Çünkü merkezi bir kompozisyon sistemi vardır. Resimsel anlayış içinde zaten başta göz prensese ve nedimelere odaklanacaktır. Ama der öyle bir resim gerçekleştirmiştir ki. Bizi farklı bilme modellerini farklı okuma stratejilerinde bu resim için mümkün kılınması söz konusu olabilir. Oradan aldığımızda merkezi eğer nedimeler prenses değilse merkez nerededir.? Bakış halinde seyir dediğimizde bakanın bakılan olma hali orada hep ikişerli gruplar var. Nedimeler, prensese yaklaşan iki hizmetli var. Gerideki figür doğrudan bize doğru bakıyor. Bizde ona bakıyoruz. Bakan ve bakılan böyle oluyor. Ya da ressam doğrudan bize bakıyor bize ressama aynı zamanda bakıyoruz. En temelinde resmin dışarısı olduğu çok önemli bakış halinde seyir. Kompozisyon nedimeler öyle bir gruplandırılmış ki der adeta bizi bir resmin dışı olduğu  dışının merkezi nokta olduğu ayna gibi söyler. Örneğin; bir içecek sunuya bir hizmetli bir yandan da diyor ki evet merkezi noktası resmin konusu prensestir fakat bir de aynı zamanda diğer hizmetli de bize doğru bakıyor. Diğer hizmetliler içinde geçerli arkadaki hizmetli eşik de ne bizim mekanımızda ne onların mekanında der. Aslında her şeyi karmaşıklaştıran şey hatta der ki Foucault aynadan yansıyan imgeler görmesek belki resim bize daha ilginç okumalar getirebilir. der. O zaman  deriz ki ressam aslında kendi çıkışını yapmış. Ben Kral ve Kraliçeye rağmen resmime kendi istediğim kompozisyon içinde yerleştiriyorum Fakat durum öyle değil resmin dışında olmasına rağmen resme tamamı ile konusunu veren bütün aslında kompozisyon o dışarısı çiziyor o da nedir Kral ve Kraliçe onların verdiği zaten saray ressamı Velazquez ve dönemi içinde Kral' ın kuratörü gibi çalışan biri. Saray için koleksiyon belirleyen karar veren önemli bir figür. Çokta hizmetli şeklinde bir ressam değil aslında. Her şeye rağmen aslında resmin dışında resme giriyor olması ayna imgesi ile giriyor olması zaten resmi belirleyen şey oluyor. Temsilin çözülmesi meselesi özellikle bakış halinde seyir anlatmak temsil içinde temsil bir varız model var resmin içinde ressam ve o plan birde onun arka planı var. Arka planda hizmetliyle devreye girer. Yani dolayısıyla birçok boyutu tek bir temsil içine mantıklı olmayacak biçimde belki de mantıklı biçimde koymuş oluyor.
  • Ressamın resmin içinde olmaması gerekiyordu. Kendini resme koymasaydı tam anlamıyla temsilin çözülmesi denen şeyden bahsedebilirdik ama bu durumda Kral ve Kraliçenin merkezi konumunda biraz daha sorgulayabilecektik. Ressam resmin içinde resmi kim yaptı. Bu sorularla temsili çözüyor aslında bizim o açıdan önemli. Resmi yapan kişi olarak resmin içindeyiz diyor. Fakat bir anlamda Kral ve Kraliçe resmi belirleyen tam geometrik kuran figürler oluyor. 1966 yılında yayınlandığında özellikle önemli oluyor bu metin sanat tarihi açısından bakacak olursak dikkat ederseniz metnin başlangıcından hangi resim olduğunu söylemiyor size bir ressam hangi resim olduğunu hangi ressam olduğunu konunun ne olduğunu hatta Kral ve Kraliçe var onların isimlerini hiçbirisi geçmeden doğrudan bize bir resimden bahsediyor. Dolayısıyla bir genel sanat tarihi kanonu dışında bir okuma gerçekleştirdiği için kanon kabul edilmiş bir yasa kanun anlamına gelir. Dolayısıyla sanat tarihsel bir okuma gerçekleştirmiyor. Sanat tarihi için resmi tarih önemli tarihi öyle kuracaksın. Sanatçı çok önemli bir figürdür. Ressamın biyografisinden bahsetmek gerekir. Bu yoktur aynı zamanda teknik ustalık dair yaratıcılığa dair herhangi bir bilgi bize vermez. Resimdeki konu net biçimde açıklanmadığını söyledik. Kaynaklar çok önemlidir. Arşiv malzemesi onlar yoktur resimde. Belli bir üslup bakış bir ikonografi içinde de yerini almaz. Resimle başlayarak sanat tarihsel bir okuma yapmayarak o zamana kadar okuma okuma gerçekleştirmiş olur. Bilginin bir episteme den diğerine geçişte ona göre bu benzerlikte temsil çözülmüş ressamda kendisini Velazquez olarak ortaya koyduğu bir birey olarak bir episteme den diğer episteme kadar madem gitgide sanatçının bir varlık gösterdiği resimde ortaya koyması önemli. İsimleri veriyor ayna ile birlikte yapıyor. İlk başta ayna da görülenler Kral ve Kraliçe Prenses bu noktada Foucault tabloda bulunan diğer kişilerle ilgili açıklamalarda bulunur isimler verir.
  • Bu açıklamanın ardından şurası önemli resimle olan ilişkisi sonsuz bir ilişkidir bunun nedeni sözün yetersizliği karşısında kapatmaya bir açının olması. Bunlar indirgemeden gördüğümüz şeyleri istediğimiz kadar anlatalım görünen şey hiçbir zaman görünen şeyin içine sığmaz özel ad başka bir şey değildir. Parmak işaret etmeye yani konuşulan mekandan bakılan mekana farkına varmadan geçmeye odaklanmalıdır. Onları yeni aralarında birbirleri üzerine uygun biçimde kapatmaya izin vermeleridir.
  • Dil ile görünen arasındaki ilişkiyi açık uçlu bırakmak gerektiğini resim göründüğünden çok daha geniş anlamları taşıyabilir. O nedenle aynadan kimin yansıdığını bilmiyormuş gibi yapmak zengin okumalar sağlayabilir. En temelinde temsilin bir gerçeklik olmadığını bir üretim olduğunu resmin bir gerçeklik olmadığını bir üretim olduğunu temsil çözerek ortaya koymuştur.
3. BÖLÜM ( 19 Mart 2019 )

  • Görsel kültür çalışmaları interdisipliner, transdisipliner bir alandır. Onu tartışmak için Gilles Deleuze ve Felix Guattari' nin belli kavramları vardır. Özellikle birbiri ile bağlı kavramlar aslında iki farklı kitaplarından kaynaklanır. 1968 olaylarından esinle yazdıkları kitapları vardır. Bir tanesi Anti Oedipus (1972) ve Bin yayla (1980) kitaplar Türkçeye çevrilmedi. Ali Akay bağlam yayınlarından belli bölümleri çevirdi. Kitaplar çok incedir. Bin yayla Ali Akay'ın tercihi ama bin plato da denilebilir. Çünkü İngilizce çevirisi Plato tercih edilebilir di. Çünkü yayla aynı zamanda bir köye benzer yeri de ifade ediyor. Yerleşim yerini ifade ediyor. Plato ise o yerleşmenin dışında bir şey söylüyor. Bir de Rhizome onu Köksap olarak çevirdi Ali Akay tabi o da yerleşti. Bazen de Rizon deniliyor. Türkçe okunduğu gibi. O da bir tercih. Asamblaj da kavramlarından bir tanesi Ali Akay'dan türkçeye  Yersiz yurtsuzlaşma olarak çevrilen kavram. Bu da yerleşti zaten.
  • 19. yy' da karşımıza çıkıyor. Her disiplinin temel amacı hakikat, Foucault da tartışmıştık hakikat rejimi diyordu episteme olarak. Her bir disiplin episteme aslında. Her bir disiplinde kendisini belli bir konu ile sınırlıyor. Tarih ulus devletlerin tarihi her ulus devletin kendi tarihi, Antropoloji avrupa dışı kültürlerin incelenmesi için avrupa merkezci, avrupa bakışlı bilim gelişimi söz konusu çünkü sömürgeci olan batı, emperyalist olan batı dolayısıyla güce sahip olan batı onun bakışı ile avrupa merkezci bakış ile bakılan ve görülen bir dünya var. Antropoloji de ancak avrupa dışı kültürleri inceleyen daha uzak diyarlı bir kültürü oluyor ve tarihi oluyor.
  • Sanat tarihi ise tarihten ayrılıyor. Sanat yapıtı olarak kabul edilen nesnelerin, imgelerin incelenmesini kapsar. Örneğin; zanaat ürünü bir nesne sanat tarihinin içinde yer almaz. Popüler bir nesne, kullanım nesnesi sanat tarihi içinde yer almaz. O yüzden önemlidir Duchamp' ın ready made' leri çünkü farklı sanat yapıtına tepkiyle ortaya çıkıyordu. Dolayısıyla bir norm var. Disiplinin türkçedeki karşılığı da düzenlemek özellikle düzen, kontrol anlamına gelir. Dolayısıyla belli bir norm var ve o normun içinde kalarak aslında bilim üretiliyor. Önemli olanda gerçeği üretmek, hakikatı üretebilmek.
  • Disiplinlerin ayrışmasının bir nedeni de şöyle oluyor bir meslekleşme söz konusu oluyor. Herkesin belli bir uzmanlık alanı olacak. Sanat tarihçisi, tarihçiden farklı onun alanına girmeyecek. Antropolog yine tarihçiden ayrı olacak. Sosyolog siyaset bilimciden farklı bakacak gibi. Temelinde de aslında hakikata nasıl ulaşacak? Pozitivist felsefeden yola çıkar tüm disiplinler en temelinde Aguste Comte'n metafizik olarak nitelendirebileceğimiz her türlü bilginin dışında pozitivist bilgiye ulaşmak için ne gerekir? Deney ve gözlem yani ampirik' dir disiplinler. Sanat tarihçi içinde geçerli yapıta bakar ya da yapıtın arşiv deki malzemesine bakar. Ondan yola çıkarak bir üretim bir yazı söz konusudur. Evrensel geçerliliği olaması gerekir yani her yerde her şekilde herhangi bir hakikatin sorgulanmayacağı bir bilgi üretimi vardır. O da bir üretimdir. Bilgi iktidardır diyeceğiz aranan odur. Özne nesne ayrımı çok önemlidir. Velazquez'in resmi özne nesne ayrımını yıkan bir resimdir. 
  • Örneğin; Altan Gürman' ın Kapitone resmi,1976 burada özne nesne arasındaki ayrım çok netdir. Ben bilen özneyimdir, tarafsızımdır, aklımla düşünürüm, aklımdan yola çıkarım ;duyguları, hisleri, kendi öznelliğimi herhangi bir şekilde resme yada yoruma katmam. Hatta yorum da değil yorum dediğimiz şey 1960'lar ve sonrasında ortaya çıkıyor. Özellikle bu Görsel Kültür çalışmalarında bunlar hakikat olarak yorumlanan şeyler. Hakikat olarak farklı üretilen bilgilere dolayısıyla onun ürettiği bilgi benim ürettiğim bilgi sorgulanamaz olacak. Öyle bir bilgi üretilecek ki nesnel bir bilgi olacak öznel bir bilgi değil. Yorum yorumlamalar şeklinde devam edebilir. 1+1+1 şeklinde 1+2+3 şeklinde devam edebilir. Yani bir eklemede olabilir. Ondan ayrı üretimde gerçekleştirebilirsiniz. O anlamda hakikatle hakikatin yazımı ile üretimi ile yorumu birbirinden ayırmak lazım. Görsel kültür onun üzerinde duruyor. Nesnel bilginin en temelinde mümkün olmayacağı üzerine çünkü episteme olarak düşündüğünüzde temel soru neydi? Evet ben biliyorum ama ben bu bildiklerimi neden ve nasıl biliyorum sorusu. Çünkü nesnem belli oluyor metodum belli oluyor o nesneyi araştırmak için elinde hali hazırda var olan yöntemlerim metodlarım belli oluyor. Tabi ki o gerçekliği üretim araçlarım a onun dışında belli oluyor. Dolayısıyla episteme bilgi dir.
  • 1960'lar akademik anlamda da bir kırılma yaşanıyor. Öğrencilerin çok etkin olduğu Fransa'daki 1968 öğrenci olayları düşündüğümüz zaman felsefeciler dışında Gilles Deleuze, Felix Guattari gibi doğrudan eylemlerde bulunmuş isimlerdir. Foucault da onlarla birlikte o da önemli tabi ama diğer akademisyenlerinde aslında akademik hayatı akademik üretimi, akademik sistemi sorguladıkları bir dönem oluyor. Çünkü öyle bir noktaya geliniyor ki aslında akademik bir aygıt var bu aygıt bir anlamda gerekli olan, elzem olan, kritik olan bilgi üretiminde yer almıyor. Bir anlamda resmi bir üretim söz konusu artık devletin aygıtı olarak düşünülüyor. Hatta 1968 olayları bittiğinde başarısız olduğunda çünkü devrim için yola çıkıyor. Tabi ki baskıcı bir dönem geliyor. Bu baskıcı dönemde insanlar üzerinde düşünürler büyük bir etki bırakıyor. Çünkü bir ivme vardı. Bir arzu vardı. Bir değişime heves istek vardı. Bunun baskılanması söz konusu oluyor. İki tane kitap yazıyor. Gilles Deleuze ve Felix Guattari bunlardan bir tanesi Kapitalizm ve Şizofreni 1-2 diye çevrildi. Bağlam yayınlarından türkçeye çevrildi. Birincisinde Freud' un Psikanalizi eleştirisi var. Birincisi Anti Oedipus(1972) diğeri de Bin Yayla (1980) bu iki kitap birbiri ile bağlantılı kitaplar. Felsefeciler burada ürettikleri ni örneğin özellikle Asamblaj ve Yersiz yurtsuzlaşma fikrini bu kavramlarda bulunduruyor. Bin Yayla'da ise
  • Anti Oedipus neden anti Freud' un psikanaliz kuramını eleştirir. Şöyle eleştirir psikanalizin bir yokluktan kaynaklanır. Bir boşluk ve doluluk çıkar. Kadın bedeni sıfırdır eril beden birdir. Deleuze ve Guattari böyle algılamıyorlar. Tersine arzu bir yokluktan kaynaklanmaz. Arzunun kendisi üretir. Bir üretimdir arzu. Arzuyu devrim ile birlikte ilişkilendirirken daha üretici bir noktaya taşıyor. Bir yokluk olarak bir zayıflık olarak okumak değilde. Tam tersine bir yoğunluk olarak, ivmesi olan, gücü olan bir yoğunluk olarak okumayı tercih ediyorlar. Temelinde aslında kapitalizm özellikle kapitalizmin dünyasında çünkü kapitalist bir devlet var. Onun dünyasında özellikle arzunun bastırılması ve arzunun belli kanallara yönlendirilmesi var. Özne dolayısıyla zapturapt altına alınıyor. Bu felsefeciler ise arzunun kontrol edilemez, tutulamaz yoğunluğu ile ilgileniyorlar. O anlamda farklılar ama söylüyorlar. İnsanların bastırılmışlıkları var ve o bastırılmışlıklarının sonucunda aslında arzunun bir üretim olarak devreye girmesi gerekiyor. Arzu üretir. Bir kitap Arzu ve kapitalizm arasındaki ilişki. Anti Oedipus kitap iki farklı felsefeden bahseder. Bu felsefe geleneklerinden iki farklı felsefe geleneği çıkarır Gilles Deleuze, Foucault' un yaptığı bilginin arkeolojisinin bir benzerini yapacaktır aslında. Felsefe tarihi despotun gölgesinde kalan isimleri içerir. Platon dan başlayarak devletle işbirliği içinde olan felsefeciler olduğunu söylerler. Devletin çıkarlarına uyumlu dolayısıyla devletin felsefesi olarak adlandırırlar. Aklın filozoflarıdır bunlar Deleuze ve Guattari' ye göre. Resmi felsefe tarihi despotun gölgesinde konuşan aklın bürokratları ile doludur. Devlet ile tarihsel bir suç ortaklığı içindedirler. Dolayısıyla batı felsefe tarihini Platon, Aristo devlet üzerine yazmış insanlar bütün o siyaset biliminin temeli eski yunan da atılıyor. Fakat bu felsefenin devletin bir aracı haline geldiğini öne sürüyorlar. Deleuze göre felsefeciler etkin bir biçimde işini gösterebilen soyut ruhsal bir devlet yaratmışlardır. Soyut dediğimizde iktidarın görünmez gücü bir yan da metafizik gücü metafizik felsefe her ne kadar metafizik olmak istemese de felsefe tarihinin kendisi de bir takım metafizik çıkarımla yürümüştür. Soyut bir iktidar vardır bir anlamda fikirle, düşünceyle, büyüyen, gelişen bir çeşit organizmadır. Bu felsefecilerin söylem olarak birincisi  yargılama erkini ellerinde tuttuklarını söylerler sarsılmaz bir özne vardır. Yıkılmaz bir kimlik vardır aynı zamanda ve evrensel gerçekler beyaz erkek olan bir adam. Eril bir bilgiden söz ediyoruz. Beyaz erkek olan bir adalet bu da eril olanın ihtiyaçlarına gereksinimlerine, çıkarlarına göre belirlenen bir adam. Dolayısıyla böylesi bilgi üretimi söz konusu olduğunda düşünce söz konusu olduğunda dolayısıyla Gilles Deleuze ve Felix Guattari' ye göre aslında düşüncelerin vurgulanması fikir her şey den önemli avrupa tarihi için erklerde o fikri o düşünceyi alarak tabi ki kullanıyorlar uygulamaya geçiriyorlar. Ürettikleri düşüncelerin uygulaması tam da gerçek devletin amaçları ile kuruluş, düzen belirlenmiş kategoriler ve kararlaştırılmış değerler ile uyum içinde olurlar. Deleuze felsefenin resmi tarihi Platon, Aristo ve Kant ile devam ederek aslında getiriyor. Fakat bu bir gelenek bir ikincisi ise ne yazık ki tarihin farkın felsefesi merkezde olmayanın felsefesi ötekinin felsefesi Nietzsche, Spinoza, Bergson, Hume gibi ana akım felsefi düşüncenin içinde yer almayan filozofları bu filozoflarında farkın felsefesini ürettiğini söylerler. Örneğin; Spinoza çok önemlidir herkes akıl derken Spinoza duyguları temel alır. O yıllarda sınıflandırmıştır. Üç temel duygu olduğunu söylüyor. Arzu, Sevgi ve Nefret olmak üzere fakat üç ayrı duygunun içinde alt bölümler var. Aslında duyumsayarak dünyayı bildiğimiz üzerine durur. Bu farkın felsefecisidir. Buradan devlet felsefesi bir de farkın felsefesi. Farkın felsefesinde bilgi üretimi söz konusu olduğunda bir kavram türer göçebe düşünce belli bir yere yerleşmeyen dolayısıyla disiplin yapılarının eleştirisi olarak ele alır. Felsefeciler göçebe düşünceyi ortaya atıyorlar. Bunlardan bir tanesi göçebe düşünce, düzenleme, kontrol demek, ciddiyet demek, kurallar demek böylesi bir disiplinin duvarlar ördüğünü söyler göçebe düşünce ise bunun tersine aslında harekete önem verir bir metod olarak kavram olarak ve yer olarak bir yerden bir yere göç metafor olarak örneğin sanat tarihi bölümündeyiz ama ürettiğimiz bilgi sınırlar içinde çok kalmadan çalışabilmek  görsel kültür tüm akademik alanlar avrupa da amerika da  bir interdisipliner hatta transdisipliner. Disiplin, kontrol, kurallar bunlar ortadan kalkıyor. Bilgi duvar örerse bilgi iktidarsa yani yasa olmadan siz işletemezsiniz o binayı. Dolayısıyla disiplin sözcüğü transdisiplin olarak tekrar gelen düşünmek ikincisi tartışmaz söylediğim hakikat olan sarsılmaz nesnel bakan dünyaya bir akılla düşünen sadece bir özne yok karşımızda daha göçebe bir özne var. İlişkisellik var. Göçebeliğin en temel özelliği bir ilişkisellik modeli sunması aslında o karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla uzmanlaşma meslekleşme denen şeyin sorgulanması otorite figürü onun da sorgulanması gerekiyor. Merkezi sistemde kendine yer bulan örneğin üniversite Üçüncüsü düşünce önemli fakat düşünceyi nasıl ürettiğimiz önemli kavram fikir üretmek önemli. Fikir şurada duran bir şeyi tanımlamak dan daha değerli. Bir bilgi ile düşünce ile temellendirmek bir formu bir nesneyi daha farklı biryere getiriyor. Bu kavramlar hiçbiri  belli bir otoritesi egemen iktidarı olan kavramlar değil dünyayı yansıtmıyorlar. Felsefede öyledir soyut gelir. Şu şudur demez. Göstermez göstergelerle işlemez. Dolayısıyla yansıtma yoktur. Bir mesaj iletme kaygısı yoktur. Ama kavramlar belli konular ile belli ilişkiler kurulmasına izin verir. Bir diyalog söz konusu olur. Durumlar olaylar yaratırlar dünyayı başka biçimlerde okumak için kanallar açarlar. Böyle baktığımızda göçebe düşüncenin en temel özelliği bir tanesi Asamblaj' a gelicez. İki türlü asamblaj' dan söz etmek mümkün bir devletin asamblaj'ı bir de göçebe düşüncenin var edeceği asamblaj. Asamblaj ne diyoruz? Kolaj üç boyutlu nesneler girdiğinde işin içine kağıt ve benzeri mlz.ler ne zaman üç boyutlu nesneler girmeye başlar kolaja örneğin duvar kağıdı. O zaman asamblaj deriz. Bu da bir asamblaj gerçek bir kapitone var ve sunta var önünde. İyi bir örnek hem kavramsal anlamda hem nesne anlamında. Asamblaj farklı öğelerden gelmiş bir bütün türkçesi düşündüğümüzde zaten Gilles Deleuze asamblaj diyor. Devlet felsefesi ile ya da devletin ürettiği bilgi ile aslında çok paralel asamblajlar var. Ama devletin asamblajı söz konusu olduğundan öğeler arasındaki ilişki çok net biçimde belirlenmiş dolayısıyla homojenlik bir bütün sözkonusu. Göçebe düşünce söz konusu olduğunda ise heterojenlik söz konusu birbiri ile farklı hatta bazı şekillerde hiç bir araya gelmeyecek bir takım bilgileri birtakım özneleri birtakım nesneleri birtakım dillerin bir araya gelebilmesi sözkonusu oluyor. Daha kompozit form karşımıza çıkıyor asamblajda dolayısıyla Deleuze ve Guattari ye göre iki biçimde değişiyor. Asamblajları tanımlayan devinim ve hareket. Bir tanesinde yerleşmeye bir alan açmaya dönük bir hareket var. Diğerinde ise yersizyurtsuzlaşmaya yani yerleşmeme mekanı yeniden tanımlama mekanın normunu bozma göçebe hale getirme mekanı tekrardan sorgulama. Göçebe düşünce güce dayanıyor. Gücü iktidardan ayırıyorlar. İktidar bir içerilik üretir. İktidar dışarısını bilmez. Göçebe düşüncede ise bir dışarıdalıktır. Dışarıdalık olarak aslında içeriyi verir. Dışarıdan gelerek sınırlamaları kıran yeni manzaralar alan duvarları yıkan dolayısıyla göçebe düşüncedir. Birçok farklı öğeden meydana gelmiş çokluktur. Göçebe düşüncede homojen ve bütün değildir. Bir kapatma yoktur. Bitmemişlik anlatımda vardır. Yeni kullanım yeni potansiyeller taşıyor olması önemlidir. Göçebe düşüncede. Dolayısıyla göçebe mekan devlet mekanından farklıdır. Göçebe mekan ikinci kitap da yazan yumuşak pürüzsüz mekan böyle ızgara sistemi gibi düşünürseniz devletin düzenini yataylar dikeyler her şey hesaplanmış her şey görünür kontrol edilebilir ona pürüzsüz mekan akışkan mekan  yumuşak mekan diyorlar. Şu bir gerçeklik hiçbir mekan ne sadece pürüzlü mekandır ne de pürüzsüz mekandır. Bir diğerinin yerini alabilir tartışabilir uzlaşabilir çatışabilir. Örneğin; devlet söz konusu olduğunda aslında sınırlardan geçiş olamayacağı pürüzlü bir mekandan söz etmek gerekir. Film de geçen öyle olmuyor pürüzlü mekan bir anlamda sınır kaçakçılığı ile ya da göçmenleri ile pürüzsüz bir mekana yumuşak akışkan bir mekana dönüşebiliyor. Ya da tersi söz konusu olabiliyor. Arasında uzlaşma, çatışma, müzakere olduğunu söylemek gerekiyor. O anlamda göçebe düşünce dışarıdan gelmiş. Sınırlar içine hapsolmayan bir bilgi den bilgi üretiminden düşünceden söz ediyoruz. Harekete devinime dayalı göçebe mekan kaygan akışkan mekan kişi istediği yerde rotadan ayrılabilir bir diğer yola yada patikaya geçebilir. Artık o bildiğimiz anlamda çizili yol değil. Metodolojinin dışında da belli patikalara kayabiliriz. Bir yazarın sanatçının üretim tarzı ile göçebe düşünce arasında bir ilişki kuruyor felsefeciler her şeyden öte göçebe düşünce fikirlerle ilgili entellektüel bir göçebe olmak demek sınırları geçmek ile ilgili sabitliğe yer yok göçebe bir özne olmak demek insanların kültürlerin statik ya da homojenliği her durumda hareket halinde ve heterojen olduğu görüşüne dayanır. Konu da sabit değil konu değişiyor konuya göre de yöntem bulmanız gerekiyor. Örneğin; kütüphanede çalışmak bazen de saha da çalışmak gerekiyor yöntem değişiyor. Bir antropolog gibi saha araştırması yapmak gerekiyor. Göçebelik yerleşememek ve yalnızca bir süre için bir yerde durmak bir yerde olmak anlamına geldiğine göre toplumsal ya da siyasal kodlanmış düşünce ve davranış biçimlerine karşı duracak eleştirel bir bilinç eleştirel bir bakış geliştirebilmek çok önemli. Bir anlamda tüm kurulu ve geleneksel yapıyı sorgulayacağımız kendimiz de olmak üzere bir yolculuktan bir hareket den bir derinlikten şurada otururken de göçebe olabilirsiniz 
  • buradan köksap'a gelirsek Köksap bin yayla kitabında yer alan bölümdür bin yayla ilginç bir kitaptır. Kitap her bir bölümü plato olarak adlandırırlar. Bu kitabın onlara göre bir giriş, gelişme, sonuç bölümü yoktur. Kişi istediği bölümden kitabı okuyabilir. Kitap da göçebe düşünce vardır. Botanik den hayvan bilimleri insan davranışları psikoloji ekonomi felsefe sanat bunların her biri vardır. Aklınıza gelen her türlü bilginin kitabın içinde yer aldığını din, İsa bir düşünce den diğer düşünceye bir bilgi kırıntısından diğer bilgi kırıntısına doğru bir yazılar dizisi hatta parçalı asamblaj dediğimizi kitaptada kuruyorlar. Heterojen bir asamblaj dan bahsediyoruz. Burada bir bölüm Köksap aslında iyi anlatır. Köksap dediğimiz yumru kökler için aslında botanik den gelen bir kelime bir gerçekten kökü olan aşağıya kadar kökleri inen bitkiler vardır. Başta ağaç olmak üzere bir de daha yumru kökler daha yatay gelişen doğada özellikle yabani otlar gibi çimler gibi daha yatay gelişen bitkiler vardır. Köksap dediği bu yatay gelişen bitkiler için kullanılan bir terim bunu alıyorlar sanatçılar felsefeciler kullanıyorlar. Köksap bir yapı da bir ağaç da ya da kökte bulunduğu gibi noktalar ya da konumlar yoktur. Yalnızca çizgiler vardır. Nokta sabitlik fikridir fakat çizgiler dediğimizde birçok farklı yöne vektörler gibi yayılabilir. Her ne kadar ağaç dalları uzayan dikey formda yeri çok sağlamsa bir yandan da rüzgarla başka bir yere tohumunu bırakabilir, taşınabilir başka bir yerde o anlamda yoluna devam edebilir. Dolayısıyla bir yerleşme köksaplar da yoktur. Yalnızca çizgiler vardır. Kitap da 15 yayla var. Platolar herhangi bir hiyerarşik düzen kurmayan sınıflandırılamayacak ve arzu ile yoğun sonu olmayan sürekli gelişen dönüşen bir mekan yoğun bir alan Onlara göre plato herhangi bir dış etki ile değişime dönüşüme uğramayacak kadar gücü var. Göçebe düşünce güçten kaynaklanıyor demiştik o anlamda güç önemli. Klasik bir kitap bir ağaç formuna sahiptir. Dolayısıyla 15 bölümden meydana gelen her bölümün kendi içinde başlayıp bittiği bitse bile ne dedi oluyorsunuz. Bir fikir var siz onu bir yere taşımanız gerekiyor. Dolayısıyla moleküler bir bu hareket de devinim anlamında. Ağaç gibi sistemler onlara göre tek bir kökten çıkıp dağılan ağacın dallarında olduğu gibi. Sınırları tümüyle belirlenmiş bütün yapılabilecek nesneler yapılardır. Oysa Köksap sistemler bu niteliklere sahip değildir. Ters ve bulanık belli bir şekilden yoksun sınırları belirlenmemiştir. Diğer çokluklara açılırlar çokluk dediği asamblajlar değişiklik gösterirler. Belli bir nokta ya da pozisyon köksap da yoktur. Köksap yan çizgiler vardır. Bir köksap kırılabilir. Kopabilir ancak eski çizgilerinin birinden çıkabilir ya da başka bir yerden yeni bir çizgi üretebilir. Dolayısıyla devinim hareket akışkanlık daimdir. Klasik kitap Köksap tır ağaç dünyanın bir imgesi dir derler. Resmin dünyayı yansıtması gibi kitabında dünyayı yansıttığı düşünülür. Kitap dünyayı kopya eder tıpkı sanatın doğayı taklit etmesi gibi. Klasik kitabın yasası dünyayı yansıtmaktır onu göstermektir. Oysa kitap onlara göre dünyanın imgesi değildir. Kitap dünyanın yersiz yurtsuzlaşmasını sağlayabilir. Dünyanın başka biçimde okunmasını başka üretimlerinin mümkün kılınmasını alternatif ya da radikal birtakım sistemlerin gündeme gelmesini sağlayabilir. En önemlisi belki kitabın bin yayla sadece felsefecilerle sınırlamaması bilgiyi fikri göçebe düşünce dediği şeyi. Felsefe birçok farklı biçimde ortaya çıkabilir üretilebilir. Film yönetmenleri ya da  ressamlar kullandıkları araçlar malzemelerde saklı potansiyellikleri aradıkları ve yürünmüş yollardan uzaklaşanlar da teorisyenlerdir felsefe yapan insanlardır. Deleuze ve Guattari için bilgi doğru ya da yanlış olmanın dışında bir üretim dir aslında. Köksap birşeylerin işlemesine olanak sağlıyor mu. Asamblaj kavramını ele aldık kavramsal olandan sanatsal olana geçebiliriz. Altan Ürman çok genç yaşta hayatını kaybediyor. Msgsü Temel sanat enstitüsünü kuranlarda bir tanesidir. Akademide kısa ama etkin bir figür olmuştur. Resim üretmez. Kapitone 1976 yılında son bitirdiği çalışması. Bu kürsü de masanın arkasına bunu asıyor. Kırmızı suni deriden. 3 boyutlu asamblajlara montaj adını verir. Bir kapitone döşeme bunu yaptırıyor. Onun önünede siluet halinde bir figür telefon ve masası telefon ile birlikte oturan bir bürokrat var. Burada eleştirisi var. Devlet bürokrasisine doğrudan eleştirisi var. Bir TC portresi çıkarıyor. Kapitone bir statü sembolü belli resmi odalarda olan belli kurumlarda bir malzeme statüyü hiyerarşiyi gösteren onun önünde ise sunta metalik boya ile boyuyor adeta bir dosyaların konulduğu metal dolaplar ile bir sunta yassı malzeme ile iki boyutlu figür yüzsüz çehresiz harekeksiz dilsiz portreyi öne koyuyor telefonu adeta bir başına dolayısıyla asamblaj dediğimiz şey bakın devletin hakkaten kurumudur ve bürokratlarda bu devletin kurumlarında görev alırlar. Bürokratik asamblajın bir parçası olan portre çıkarıyor dolayısıyla ve kapitonenin resmi bir manzara olduğunu öndeki figürde adeta o manzaraya iliştirilmiş devlete itaat eden devlet tarafından oraya getirilmiş oraya yapıştırılmış iliştirilmiş gibi görülen bir portre görüyorsunuz. Silik, belleksiz, korkutucu biçimde belleksiz bir figür var. Ne yapacağı çok belli olmayan bir TC portresi. Dolayısıyla homojen bir ölçüde bilinebilir bir ilişkisellik ağının küçük bir parçası dişlinin bir öğesi olarak bürokrat figürü görülüyor fakat onu arkaya astığı zaman dolayısıyla karşı asamblaj gerçekleşmiş oluyor. Kendisi öyle bir insan değil çok savaşmış bir şeyleri değiştirmeye çalışmış. O kürsüyü kurmak bile çok önemli. Çünkü tasarım ile sanat arasındaki ilişkiyi resmin dışında da çağdaş sanat da ilk isimlerden bir tanesi. Çağdaş sanat da karışık malzemelerin devreye girmesi. Karşı asamblaj gerçekleştirmiş. Dolayısıyla bir kavramı alıyorsunuz onu alıp kullanabiliyorusunuz. Bir doluluk boşluk var. ,
  • Blackboard documentary film de iki öğretmenin hikayesi anlatılır. Bunlar Irak İran sınırda kara tahtaları ile yolda gelmekte olan insanlar bunlar öğretmenler sınır kasabalarına giderek kendilerine öğrenci bulmaya çalışıyorlar. İlkokul okuma öğretecekler. Sınır arasındaki mekanın ne kadar zorlu bir mekan olduğunu tartışmaya açıyor. Öğrenci bulamıyorlar. Öğretmenler ayrılıyor. Bir tanesi grupla tanışıyor. Kendilerine yurt bulmaya çalışan sınırdan geçmeye çalışan göçebeler. Bunlar bir yerden bir yere yol alıyorlar kara tahta her şekilde kullanılıyor bir diğeri de kendileri bir katır gibi bir sınırdan diğerine kaçak malzeme taşıyorlar tabi ki sınırda polisler var. Sınır güvenliği tarafından da yakalanmamaları gerekiyor. Ateş den korunmaları gerekiyor. Bir yandan bu kara tahtalar korunma malzemesi görevi yapıyor. Diğer de yaşlılardan bir tanesi hastalanıyor. Kara tahtanın üzerine yerleştiriyorlar. Film başladığı gibi bitiyor. Adeta bir sınıra doğru bir yurt görüyorlar. Öğretmenler nereden geldiler niye geldiler belli değil hikayeleri yok. Hikayeyi biz öğrenci aramaya başladığında çözüyoruz. Trajikomik bir tanesi öğrenci bulmayı başarıyor. Sınırda yaşamanın göçebe olmanın belki bir anlamda adaletli yanı bir yandan da adaleti elde etmek için ulus devletin sınırlarının açılması gerek. Çünkü göçebe düşünce fikir olarak çok güzel ama yaşarken sınırları farklı biçimlerde geçiyoruz. Turist olarak, göçmen olarak, kaçakçı olarak, araştırmacı olarak sınırları geçebilirsiniz ama her bir geçiş diğerinden farklı oluyor. Dolayısıyla mekan her zaman kaygan olmuyor her zaman pürüzlü olmuyor. Felsefi anlamda göçebelik yaşarken öyle olmuyor. Belli kavramlar neyin neden öyle olmasını neden öyle olmadığını neden öyle olması gerektiğini söylüyor. An önemli bir an kaçak olarak geçebilirler. Öyle bir an gelir ki bir anda ateş altında kalabilirler. Dolayısıyla o devinim bir nokta olma halide her zaman iktidar aracılığı ile bize dayatılıyor.
  • Göçebe coğrafya Sınırlar ve Hayaletler kitabı okumalısın
  • Oryantalist bakışın karşısına göçebe bakışı koyabilirsiniz
4. BÖLÜM ( 26 Mart 2019 )

  • Michel Foucault'un Hapishanenin doğuşu kitabı '' Panopticon '' bölümü
  • Panopticon : Bir bakışla tümüyle görünür olmak. Jeremy Bentham 18. yy'da  yaşamış İngiliz felsefecinin aslında bir mimarisi bir ideal hapishane mimarisi onu alıyor Foucault ve en temelinde hapishanenin doğuşunda nasıl olur da artık der hükümranlık yerine yeni bir toplum düzeni örneğin; Kralın, kilisenin özellikle egemenliğinde değil de artık iktidar daha görünmez olmuştur. Disiplin toplumu dediğimizde en temel kavram da gözetim. Panopticon'dan bakışa geleceğiz. Erdil Çavuşoğlu'dan üç video ile tam olarak anlatmaya çalışacağız.
  • Foucault hapishanenin doğuşunda Panopticon'da ideal bir hapishane binasıdır. Gerçekleşmemiş bir hapishane binasıdır. Fakat tüm hapishanelere de hatta aşacak biçimde stadyumlar da falan karşımıza çıkacak temel mimari sistem vardır. Herşeyi görünür kılmak üzerine kurulu Foucault hapishanenin doğuşunda aslında 18.yy'ın sonu 19.yy'ın başında toplum da bir dönüşüm meydana geldiğini söyler. Bu toplumsal dönüşümde de artık modern dönemle birlikte iktidar eskiden olduğu gibi Krallarda kendisini böyle debdebe ile gösteren görkemiyle kendisini görünür kılan bir iktidar modeli olmamaya başlamıştır der. Daha geri planda duran çoğunlukla da aktif kişiler tarafından onların eli ile kendi yönetimini, gücünü, iktidarını ortaya koyan yeni bir sistem ortaya çıkmıştır. Tabi bu sistem der. Özellikle daha demokratik, şiddetten uzak, işkenceden uzak olarak düşünülür. Fakat aslında olan o değildir. Tam tersine iktidar bireyler yaratmıştır. Modern toplumda bireyi kendi içinde yetkin, aklı ile düşünebilen, özgür olarak düşünürüz. Foucault aslında bunun bir kurgu olduğunu söylüyor. Çünkü öyle ki herkes bireyselleştirilmiştir. Birey haline getirilmiştir. Dolayısıyla Jeremy Bentham'ın mimarisine geldiğinde de mekan ile öznellik öznenin üretimi arasında ilişki kurar. Bu ilişkinin de mimari yolu ile olduğunu söyler. Yani mimarinin masum, öylesine, nötr bir mekan olmadığını bu hapishane binası olarak düşünmeyin der aslında kendisi de bunu vurgular. Bir fabrika da aynı sistemde işler der. Bir okul, akıl hastanesi, askeri kışla hepsi aynı biçimde işler. İtaatkar bedenler yaratmak üzerine işler aslında sistem odur. En önemlisi eski siyasal sistemden farklı olarak giderek artan biçimde görünmez bir hale gelir. Deleuze soyut makine den bahsetmişti. Günümüzde o çok geçerli soyut bir makinenin iktidarı hakikaten bürokratlarla iş görür. Sizin gördüğünüz devleti görmezsiniz örneğin. Örneğin; Tarlabaşı bir alan araştırmasında mekanın nasıl şiddetle kurulduğunu görmek için. Polis merkezi var. Orada suç ve suçlar var. Suçlar bir şekilde bitmiyor aslında. İnsanlar şöyle diyor. Onlar için Başbakan, Hükümet değil. Onun gördüğü polis ya da sivil polis. Dolayısıyla benim devletle ilişkim. Burada iktidar soyut kalıyor. Ama onun eli ile adsız kişiler onun adına iş görebiliyorlar. Dolayısıyla kişisel bir iktidar varken.
  • 18. yy sonu 19. yy başında Avrupa da söz konusu olmaya başlayan artık iktidar kişiselleştirilmiş bir figürün kişiselliğinde ortaya çıkan bir iktidar değildir der. Ama bu iktidarın da diğer iktidardan daha demokrat, daha açık, daha şeffaf olduğu fikre de karşı çıkar Foucault onun bir kurgu olduğunu söyler. Eskiden daha kişisel hükümdar iken artık iktidar yönetim aygıtını kullanan adsız kişiler tarafından kullanılır. Ayrıca eskiden kamuya açık cezalandırma varken artık gizli cezalandırma var. Ortaçağ da olduğu gibi açık idam ya da cezalandırma şekli yok. Kapalı kapılar ardında. Hapishaneler ilk ortaya çıktığında kişileri ıslah edecek bir fikir vardı. Onlara şiddetle yaklaşılmayacak. İşkence yapılmayacak ama cezalandırma yapılmaması için ne gerekecek? Gözetim gerekecek. Artık gözetim, disiplin toplumunun en temel özelliği haline gelmiş olacak ve İtaat eden bedenler yaratılacak . Gözetim şöyle bir şey yaratıyor. Foucaoult'un dikkat çektiği o artık gözetimin temel kriter olduğu bir dünyada sistemde insanlar gözetlendiğini içselleştirmiş oluyor. Dolayısıyla suç işlemiyor. İktidarın gözünden kaçamayacağını çünkü bir göz var Gözetim toplumunda. Öyle bir göz ki mesela Jeremy Bentham'ın hapishane binasında bu bir kule dairesel mimari ortasında yer alan bir kule her şeyi gören her şeyi hakim olan bir kule aracılığı ile birden fazla kişi var.
  • Kuleyi görüyoruz itaat eden, ışık altında doğrudan tüm hücrelerde tek kişi oluyor. Bu bireyselleştirme işte. Tek bir tutukluya da her dakika aydınlık karanlık köşe gölgenin olmadığı bir mimari düşünmek lazım.
  • İktidar gizli cezalandırma oluyor. Dolayısıyla artık nesnesi hükümranlık ilişkisi değil de disiplin ilişkileri olan yeni bir siyasal anatominin  genel yapısını çiziyor Panopticon da Foucault. Her yerde hazır ve nazır olan bir modern iktidar herkesi bireyselleştirme amacında özne üretimi derler çünkü öznenin üretimi olduğu tek olmadığı çok temel kavramlardan biridir. Öznelliğe vurgu yapanlar ilk psikanalizdir. Psikanaliz aslında o modern birey mitini yıkar. O yüzden Freud'a dönüyoruz. Geçen hafta tartışmıştık arzuyu başka biçimde yorumluyor. Eksiklik olarak yorumlamıyor farklı biçimde enerji olarak yorumluyor. Bireyselleştirmek gözetim altında tutmak demek. Gözetim altında tutmanın da temel koşulları var. Birincisi sınırsız bir görü bakış olması gerekiyor. Bununda geçerli olduğu zaman şu gerekiyor. Belli bir hiyerarşiye oturtmak için ve gözetlemek ile birlikte kayıt altına alınması her bir bireyin hareketlerinin davranışlarının onun hakkında yapılan ya da onun yaptığı eylemlerin fabrika da da bu böyledir. En temelinde giriş çıkış tarihlerini saatleri yazmaları gerekir. Orada gözetleme emek gücünün daha aktif çalışabilmesi için boş vakti kalmasın işçi çok iyi şekilde kapitalistler için çalışabilsin. Okul için bu geçerlidir. Ortaokul, Lise giriş çıkışlar kıyafet bakılırdı. Sınavlar eğitim size belli bir zihin ve beden vermek için. Eğitim ve öğretim ile birlikte yaşamda belli bir konum almanız için. Davranış kalıpları sergilemeniz için. Akıl hastaneleri bir kayıt alma biçimi var. İsim aldığı ilaçlar doktoru  ne kadar sürede gördüğü. Kayıt alma şunu söyler. Foucault özellikle vebaya yakalanmış bir kentte yönetim sistemi aynı şekilde disiplin toplumunda da karşımıza çıkar. Böl yönet fikri var burada. Cüzzam dan ayrılır. Cüzzamlılar kentten sürgün ediliyorlar. Dolayısıyla kentin dışında kalıyorlar cüzzamlılar fakat veba sözkonusu olduğunda kimse dışarıda tutulmaz tam tersine herkes kendi yerinde kendi konumunda  adeta toplumsal bir karantina dan bahseder.
  • 17.yy sonuna ait bir yönetmeliğe göre bir kentte veba salgını çıktığında alınması gereken tedbirler. Önce katı bir mekansal çerçevede kentinde mücavir alana kapatılması buradan dışarı çıkmanın yasaklanması aksine davranışlar ölümle cezalandırılır. Başıboş hayvanların hepsinin öldürülmesi kentin her birimin başına yetkili bir eminin getirildiği ayrı mahallelere bölünmesi her cadde bir temsilcinin yönetimine verilmektedir. O da burayı gözetim altında tutmaktadır. Eğer buradan ayrılırsa öldürülür. Belirtilen günde herkes evine kapanması gerekmektedir. Evden çıkmak ölümle cezalandırılır. Temsilci herkesin kapısını bizzat dışarıdan kapatmakta anahtarları götürüp mahalle eminine teslim etmektedir. O da bu anahtarları karantina bitene kadar muhafaza etmektedir. Her aile erzak bölüşümü olmalıdır. Şarap ve ekmek için caddede evlerin arasında küçük tahta kanallar bunlar mal sağlayıcıları ile halk arasında iletişim olmadan herkesin ihtiyacını karşılamasını sağlamaktadır. Kaldıraçlar ve sepetler kullanılmaktadır. Evden mutlaka çıkmak gerekirse bu sırayla yapılacak ve insanlar her türlü karşılaşmadan kaçınacaktır. Sokakta yalnızca eminler, temsilciler, muhafız askerleri ve ölüm olduğunda da kargalar. Kargalar da ölü gömücülerdir.  Bu kargalar hastaları taşıyan ölüleri gömen en adi ve iğrenç işleri yapan yoksul kişilerdir. Parçalara bölünmüş hareketsiz donmuşlar herkes kendi yerine istiflenmiştir. Eğer yerinden ayrılırsa hayatından olur ya salgın hastalığa tutulur ya da cezalandırılır. Dolayısıyla teftiş, bakışlar her yerde uyanıktır şeklinde devam ediyor.
  • Gözetim altında tutma sürekli bir kayıt sisteminden destek alır. Temsilcilerin eminleri eminlerin belediye meclis üyelerine veya başkana verdikleri raporlar kilit altına almanın başlangıcında kentte bulunan tüm halkın rolleri belirlenmektedir. Hiç kimseyi dışarıda bırakmayacak şekilde ad, yaş, cinsiyetleri buraya yazılmaktadır. Bunun bir örneği mahalle eminine bir diğeri gündelik çağrıları yapabilmesi için temsilciye verilmektedir. Ziyaretçiler esnasında gözlemlenen her şeyin ölümler, talepler, düzensizlikler not edilmekte aktarılmaktadır. Karantinanın çok net mekan düzenlemesi ve mekan içinde mekanın bölümlenmesi dolayısıyla öznenin üretilmesi bunu gözetleme ile yapıyorlar bunun için de kayıt gerekiyor ve sınıflandırmak gerekiyor. Dolayısıyla böyle bir sistem var. Bu sisteminde modern iktidarın çok temelini oluşturduğunu söylüyor. Artık dışarıda tutulan bir kişi yok. Herkes bireyselleştirilmiştir dediğinde kastettiği herkes bir anlamda kontrol altına alınmıştır. Dolayısıyla aslında daha yumuşakmış gibi görülen bir iktidar var. Çünkü kapalı kapılar ardında artık neler olduğunu çok bilmeyeceğiz. Ya da en tehlikelisi zaten gözetim altında tutulduğunu düşündüğü içinde bir karşı eylemde radikal eylemde bulunmayacak özü haline gelecek yani içselleştirecek. Makro iktidardan bahsettik küçük mikro iktidarlarda var dikkat ederseniz. Eminler, temsilciler var. Mikro iktidarı kuranda makro iktidar var. Foucault buradan hareketle Panopticon mimarlığı bir bakmak istiyor örnek olarak onu alıyor.
  • Jeremy Bentham'ın Panopticon'u şöyle mimari çok önemli temel öğe aslında bütün bu sistem için. Çevresi halka halinde bir bina merkezde bir kule bu kulenin halkanın iç çevresine bakan geniş pencereleri var. Çevre bina hücrelere bölünmüştür. Bunlardan her biri binanın tüm kalanını kat etmektedir. Bunların biri içeri bakan diğeri de dışarı bakan yaşamın hücreye girmesine olanak veren ikişer pencere bu durumda merkezi kuleye tek bir gözetmen her bir hücreye tek bir deli, hasta, mahkum, işçi veya okul çocuğu kapatmak yeterlidir. Geriden gelen ışık sayesinde çevre binaların içine kapatılmış küçük siluetleri olduğu gibi kavramak mümkündür. Ne kadar haznesi varsa o kadar küçük tiyatro vardır. Bu tiyatrolarda her oyuncu tek başınadır. Tamamen bireyselleşmiştir. Sürekli olarak görülebilir durumdadır. Görülmeden gözetim altında tutmaya olanak veren düzenleme sürekli görmeye ve hemen tanımaya olanak veren mekansal birimler oluşturmaktadır. Sonuç olarak hücre etkisi tersine döndürülmekte veya onu kapatmak ışıktan yoksun bırakmak saklamak ters düz etmektedir. Bunlardan yalnızca birincisi korunmakta kapatmak diğer ikisi kaldırmaktadır. Hapishaneyi düşünmeyin mesela okulları düşünün orada kapatmak yok sonuçta ama bir kapatma var. Tam ışık altında olma ve bir gözetmenin bakışı aslında koruyucu olan karanlıktan daha fazla yakalayıcıdır. Şunu söylüyor karanlıktan korkarız ya bazen gün ışığının kendisi daha tehlikeli olabilir. Gözetimde de ışıklı olmak zorunda ışık olmadığında gözetleyemezsin. Şu ünlü sözünü söyler Foucault görünürlük bir tuzaktır. Herkes kendi yerinde bir gözetmen tarafından cepheden görüldüğü bir hücreye iyice kapatılmıştır fakat yan duvarlar bu kapatılmış kişilerin kader arkadaşları ile temas kurmalarını engeller. Görülmekte ama görememektedir. Bir bilginin nesnesidir. Ama asla bir iletişim nesnesi değildir. Feminist teoride olan asimetrik ilişki bakan ile bakılan etken ile edilgen arasındaki ilişkinin bir başka biçimi aslında burada var. Burada belki bakıldığımızın bile farkında  değiliz. Ama yine de bakıldığımızı düşünüyoruz. Dolayısıyla bakan değiliz yine bakılan konumundayız. O asimetrik ilişki dolayısıyla cezalandırılmamak için özgürlüğümüzden olmamak için iyi doğru bireyler olmak durumundayız. Bunu sadece hapishane için düşünmeyin ve iletişim öznesi olamamaktadır. Eylemde bulunabilen sözü dinlenen bir kişi den bahsetmiyoruz. Onun merkezi kulenin karşısına yerleştirilmiş olması ona eksensel bir gönüllülüğü dayatmaktadır. Şöyle bir inanış vardır. Görünürlülük genellikle insana özgürlük sağlar. Bazen görünmez kalmanın bir gücü vardır. Örneğin; hayaletlere göçmen figürler olarak bakarsak sınırlara dadanıyorlar hayalet görünmez bir figür ama gücü var sonuçta ve sınırları geçen bireyin de hayalet gibi olması gerekiyor. Görünmez olması gerekiyor ki sınırları aşabilsin. Ne zaman ki göz tarafından Blackboards filminde askerler tarafından görünü kılınsın o anda ya ölüyor ya yakalanıyor ya yolunu değiştirmesi gerekiyor. Kendi çizdiği yolu tekrardan düşünmesi gerekiyor. Feminist teoride de tartıştığımız bir şey. Her zaman görünür olmak değil bazen de görünmez kalarak güç sizde olabilir. İktidarın gözünden kaçmak için belirli stratejiler geliştirmek gerekir. O stratejilerde bazen görünmez kalmaktan gelir. Çünkü modern iktidar o kadar görünürlük üzerine kuruyor ki bütün sistemini ne zaman ki o araç kesintiye uğruyor. Örneğin güvenlik kamerası Ponopticon'un belki günümüze taşınan örneklerinden bir tanesi kuleye gerek yok ne var güvenlik kameraları var her bir köşeye konan. Dolayısıyla onun bir iki tanesi gittiğinde kişi bulunamayabiliyor.
  • Nesne özne ilişkisinin Ponopticon mimari ile kümeli olması. Görünürlük tuzaktır bu metnin temel fikirlerinden bir tanesidir. 
  • Ponopticon'un en iyi yanı çok otomatik biçimde çok rahat biçimde görünürlüğü mümkün kılması Bentham'ın aradığı o. Makalesinde görünürlüğün o kadar da mümkün olmayacağını ışıklı bir ortamda bile düşler, imgeler, hezeyanların gündeme geleceğini söylüyor. İktidarın otomatik olarak işlev görmesini garantileyen bir kulemiz göz yerine geçen bir kulemiz var. Bentham'ın Panopticon mimarisinde her kişi kendi odasındadır tektir yalnızdır iletişimi tümüyle diğerlerinden kesilmiştir. Penceresi vardır. Kuleyi görebilecek kulenin onu görebileceği penceresi vardır. Mükemmel biçimde özneleştirilmiştir. Tam bir ışıklandırma altında daimi olarak görünür kılınmaktadır. Panoptik mekanizma sürekli biçimde görmeyi ve hemen tanımayı sağlayan mekansal birimler düzenler. Her bir kişi görünür fakat kendisini göremezsiniz. Bilginin nesnesidir. Hiçbir zaman iletişimin öznesi haline dönüşemez. Bu sistem Foucault'un ünlü tümcesini kurmasına neden olmuştur. Görünür bir tuzaktır. Çünkü modern iktidar özellikle teknoloji geliştikçe her şeyi görünür kılma arzusu aslında her şeyin kontrol edilebilir. Kolayca yakalanabilir, okunabilir, yönetilebilir, kontrol edilebilir gerekli görüldüğünde de cezalandırılabilir yapma anlamına geliyor. Görünür kılma bizim klasik anlamda bildiğimiz kişinin görünürlük kazanıp özgür birey olması şeklinde işlemiyor. O anlamda modern iktidar bir gözaltıdır der. Sadece hapishane için geçerli değildir. Hapishane dışında bir okul, fabrika, hastane için de aynı sistemin geçerli olduğunu söyler. Görsel kültür açısından bu önemli bir okuma çünkü görsel kültür çalışmaları aslında görüntünün masum olmadığını söyler gözünüz de masum değildir. Göz belli biçimde görmek için eğitilir belli nesneleri belli biçimde dünyayı belli biçimde görmek için eğitilir. Örneğin biz sanat tarihi okurken bizim de gözümüz belli biçimde eğitiliyor. Hiçbir şekilde bakışın görüntünün nesne olsun imge olsun masum olmadığını söylemek gerekiyor. Hep bir anlam üretmek için var. Mesela burada ki anlam bize gözetlemeye götürüyor. Gözetim toplumu var o da bizi disiplin toplumuna götürüyor. Foucault disiplin toplumunda yaşadığımızı öne sürer. 90'larla birlikte teknoloji gelişmesiyle Gilles Deleuze de kontorl toplumuna geçtik der. Yani disiplin toplumundan kontrol toplumuna geçtik. Çünkü bir mekansal kapanma var. Fakat iktidar gözü çok akışkan bir hale geldi. Çünkü teknoloji çok gelişti. Örneğin uydu sistemleri var artık Bütün yeryüzü inceleniyor. Amerika başta olmak üzere küresel güçler hatta dinliyorlar. Artık duvarlarda birşey ifade etmiyor. Dolayısıyla kontrol toplumuna geçtik der. Sınır geçişlerinde çok kullanılan uzaktan radar sistemi görürler göçmenleri ve yakalanırlar. Teknik olarak Panopticon görme ve görüntüleme nedir? Görselleştirme nedir? Nasıl işler? Bunun ne kadar toplumsal ne kadar politik ne kadar kültürel olduğunu aslında düşünmemiz için bize imkan verir. Disiplin toplumunun en temel özelliği kayıt dedik. Kayıt altına almak çok önemli.  O da bizi bilgi iktidardır'a götürüyor. Bilgi sahibi olunca iktidarınız güçleniyor. O anlamda bilgiyi tek elde toplamak devletin aradığı şey gerekiyor çünkü ancak bu şekilde hakim olabiliyorsunuz. Gözetlemenin temelinde sınıflandırma hiyerarşi kayıt altına alma bu şekilde bireyleştirme
  • 18. yy sonunda modern toplumsal düzenlemelerin ortaya çıktığı bir dönemde bakış ve görmenin bilgi üretiminde merkezi bir konumda olmasına ve özneleri düzene sokmasında onları kontrol etmesinde ve sınıflandırmasında başrolde olduğunu tartışması açısından önemli bir metindir. Görsel kültürde sadece simgelerle nesnelerle ilgilenmiyor. İmgeleri verili olarak kabul etmiyor evet var faka Neden var? sorusu önemli Niçin var? Neden dolaşımdalar? Dolayısıyla imgelerin ya da nesnelerin kendisiyle ilgilenmiyorda mevcudiyetin resimlenmesi ya da görselleştirilmesi ile ilgileniyor. Postmodern eğilimler ile ilgileniyor.
  • Video çalışması bir seri halinde Erdil Çavuşoğlu'nun orada aslında her zaman da görünürlük mümkün olmadığını karşınızda bir kamerada olsa her zaman bir şeyi görünür kılmadığını göstermek açısında bir anlamda başarısız olduğunu göstermesi açısından önemli. Bir de imgeleri nesneleri yorumlamak önemli yani nasıl okuyorsunuz? hangi kriterlerle okuyorsunuz? hangi normlarla okuyorsunuz? hangi kurallarla elinizdeki bir imgeyi nesneyi okuyorsunuz? bu sizin iyi anlamda bir yorumlama olabilir ya da bir anlamda sizin var olan size öğretilmiş bilgilerle size dayatılmış bilgilerle okumak olabilir belirli imgeyi dolayısıyla bizim ön yargılarımız olabilir bizim başarısızlıklarımız olabilir her zaman her şeyi göremeyiz görsek de doğru okuyamayız belli limitlerimiz olabilir mekansal limit olabilir bedensel limit olabilir bunları sorgulamak açısından bu üç videoyu izlemelisiniz.
  • Erdil Çavuşoğlu Londra'da yaşıyor. O dönemde yaşadığı bölge göçmenlerin yaşadığı bir mahalledir. Suç oranının yüksek olması ile bilinir. Özellikle uyuşturucu ticaretinin yoğun olduğu, Türk, Kürt nüfusunun yoğun olduğu politik yanı da olan bir yerdir. Sanatçı bir dönem orada yaşıyor. Orada yaşarken kentteki gerilimleri gerilim yaratılıyor aslında tarlabaşı gibi işaretlenmiş damgalanmış bir mahalle işte o mahallede yaşayan biri olarak kamerasını alıyor. Kamerasından zumlayarak kendi evinde dışarı bakıyor. 3 ayrı video çekiyor.
  • Bir güvenlik kamerası görüntüleri gibi puslu önemli yanı karar veremiyorsunuz. Buradaki adam uyuşturucu mu içiyor. Sigara mı içiyor.
  • İlkinde gençler biraraya gelmişler şakalaşıyorlar mı? El hareketlerinden dolayı Yoksa başka birşey mi oluyor?
  • Dağ bisikleti bir oyun mu? Yoksa bir çalıntı bisiklet var da onunla çocuklar birşey mi yapmaya çalışıyor. İki arada bırakıyor sizi. Hikaye açık uçlu. Suçlu mu? Suçsuz mu? İyi mi? Kötü mü?
  • Çalışmaya konu olan insanlar hiçbiri kamera ya da sanatçıdan haberlerinin olmadığı videolar. Sıradan insanların kısacık zaman diliminde yaşam görüntüleri en fazla 1-2 dk.lık görüntüler saatlerce sürecek bir videoya dönüştürülmüştür. Güvenlik kameralarının çektiği görüntüleri çağrıştıran her üç video bir şey açıklamak yerine izleyicinin kafasını daha da karışıtırıyor.

VİZE SINAVI

5. BÖLÜM ( 9 Nisan 2019 )

  • Roland Barthes, La chambre claire note sur la photographie, Camera Lucida
  • Fotoğrafta varolan bilgilerimizle fotoğrafa baktığımızda fotoğrafçının niyetleri ile de örtüşen bir imge görürsek o anlamı çıkarırsak bu ona göre studium'dur. Punctum ise iki farklı şekilde oluyor. Birincisi bir detaydır. Fotoğrafta karşımıza çıkan bir detaydır o detayda çok fazla neden olduğunu rasyonel biçimde neden o detayın dikkatinizi çektiğinide açıklayamadığımız hesaplayamadığımız bir detaydır. Bir anda içgüdüsel olarak belki de bilmeden yöneliriz o detaya ya da fotoğrafta bir yaralama yani fotoğraf kişiyi yaralar. Kişiyi etkiler fotoğraf adeta kişiye uzanır, sarsar kişiyi o yüzden aşık olma düzeyindedir der onun için.
  • Studium daha akışkan gibi daha sakin. Punctum sarsıyor. Punctum da geride bir hikaye yazıyoruz.
  • Bir ev gösteriyor. Bu benim olmak istediğim yer diyor. Fotoğrafın serüvenle ilişkisini kuruyor. Roland Barthes kitabının 34. sayfasında  ''Bu asık yüzlü çölde ansızın bir fotoğraf bana doğru uzanır. Beni canlandırır ben de onu canlandırırım. O zaman onun varolmasını sağlayan çekiciliği böyle adlandırmalıyız değil canlandırmalıyız. Fotoğrafın hiçbiri kendi canlandırılmış gibi değildir. Canlı gibi fotoğraflara inanmam. Ama beni canlandıran her sezgiyi yaratan da budur.'' Beni canlandırması şu anlama geliyor. Hem düşünce anlamında. Dolayısıyla studium söz konusu olduğunda bakan izleyici edilgen, Punctum da ise bir etki tepki meselesi oluyor. Bakan bakılana dönüşüyor. Bir anlamda diyalog kurmuş oluyor. Dolayısıyla serüven fikrini çok güzel anlatmış. Bu asık yüzlü çöl dediği dünyanın hali, sayfa 35 sonlarında örneğin sanat tarihinde bakmayı öğreniyoruz bunun dışında bakabilmek fotoğrafa öyle bakıyor. Fotoğraftan koca bir öznel ağaç çıkarabilmiş mi? Materyal öznel, fiziksel, kimyasal, optik olarak incelenmesini gerektiren, bölgesel öznel tarihten ve toplum bilim den gelir. Bunların dışında olan bütün bu eğitimin, yerleşmiş bilginin dışında bir okuma dolayısıyla estetikden ve eleştiriden, sanat eleştirisinden yoruma kayıyoruz. Çünkü etki tepki meselesi varsa seni hiç etkilemezken bir başkasını etkiliyor. Dolayısıyla kesin bir yargı olarak sanat eleştirisi değil de yoruma açık görsel imgeler var karşımızda. Görsel kültür çalışmalarında yorumlama önemlidir. Görsel kültür akademik alanında ötesine uzanıyor. Bilinmeyen çerçevenin içinde olmayanıda, düşünmek çok önemli, metinde de düşünen göz diyor. Meraklı göz önemlidir demiştik.
  • ''Görmek için aslında gözünü çevirir fotoğrafa''der. Görmek, bakmak çok da orada olan karşında olan birşey olmayabilir. ''Kuşkusuz ben çok tutucu bir yolda fotoğraftan koca bir öznel ağ çıkarabilmiştim. Materyal öznel fotoğrafın fiziksel, kimyasal, optik olarak incelenmesini gerektiren bölgesel öznel örneğin estetikten, tarihten, toplum bilimden gelen ama tam fotoğrafın genel anlamda özüne ulaşacakken yolumu değiştirdim''
  • Akıl ile duyguyu ayırmıyor. Öznelliği kendi subjektij okuması dolayısıyla fotoğrafa içkin olması önemlidir. Optik gerçekçilik giriyor baktığını düzeltmiyor.
  • Fotoğraf 1859'da salon sergileri tarafından kabul ediliyor. 1863 yılında fransız hukuk'u bazı fotoğrafların sanat olduğunu kabul etmiş.
  • Roland Barthes'ın düşündüğü gerçeklik etkisi. Gazete fotoğrafçılığı, Nikaragua daki çatışmada Barthesîn ilgisini çeken sayfa 38 aynı dünyaya ait olmadığı için heterojen olan iki süreksiz elemanın birlikte var olması onu etkileyen nokta, heterojenlik dolayısıyla çoğulluk, tekil fotoğraflara inanmam der. Baktığında mesajı veren fotoğraflardır tekil fotoğraflar örneğin pornografik fotoğraflar amaç seksi satmaktır. Erotik fotoğraflar bizi çerçevenin dışına yönlendirir. Hiçbirşey göstermeyebilir ama onunla birlikte birşey söyler bize.
  • Roland Barthes ben çatışmayı görmeyeceğim rahibelere bakacağım diyor. Yine Nikaragua da
  • Studium da açıkça bir uzantıya bilgi ve


8. BÖLÜM ( 9 Nisan 2019 )
  • Performatif
  • Performatif ilk olarak J.L.Austin tarafından dilbilim alanında geliştiriliyor. Onun ardından önemli bir teorisyen Judith Butler onun o kavramını toplumsal alanda ırksal kimlik bağlamında daha geliştiriyor. Toplumsal alana açıyor. Performatif kavramı toplumsal sözleşme ile ilgili evlilikte o toplumsal sözleşmelerden birisi
  • Austin 1955 yılında Harvard Üniversitesinde dersler veriyor. Bu dersler 1962 yılında bir kitaba dönüşüyor. Metis yayınlarından Söylemek ve Yapmak isimli kitap
  • Austin speech-act (söz edimi) üzerinde duruyor. Dilin en önemli özelliklerinden bir tanesi konuşma aslında konuşmanın bir eylemde bulunma hali var. Austin; Toplumsal yaşamda dil bağlamında iki tür konuşma edinimi var. diyor. Bunlardan bir tanesi saptayıcıdır. Evet ya da hayır olarak yanıtını vereceğiniz cümlelerdir. Mesala dünya yuvarlaktır dediğimiz zaman doğru bir önerme olarak düşünerek bunun saptayıcı, dünya düzdür dediğimizde hayır değildir ama bu da bir saptayıcıdır. Saptanabilecek bir gerçeklik ya da değil. Diğerine ise Performatif bu da to perform dan türkçesi icra etmekten geliyor. Yani konuşmanın aynı zamanda bir eylemde bulunmak durumu. Dünya üzerinde bir etki bırakma durumu bu da performatif kelimesi ile anlatılır. Bir eylem yaptığınız zaman bir şeyi icra etmiş oluyoruz. Örneğin; Bu gemi Queen Elizabeth olarak isimlendiriliyor. Çünkü gemi artık belli bir ismi var. Onu dünya üzerinde belli bir yere yerleştimiş oluyoruz. Bebek doğduğunda bir isim verilir. Toplumsal sahnede özne yerini alır. İktidar ile özne arasındaki ilişkiden bahsediyor. Performatif kavramı. Başka örneklerde Seninle bahse girerimki yarın yağmu yağacak. Bahse girme var. Saatimi erkek kardeşime miras bırakıyorum. Miras bırakma bir edimdir diyor. Nikah kıyılırken söylenen evet kabul ediyorum sözü dolayısıyla bir kimliğe sahip olmaları. Bir karı koca. Toplumsal sözleşme ile doğrudan ilişkili olduğunu söyler performatif kavramının. Bir iktidar vardır. Eğer sizin o kanuda bir yetkiniz varsa bir etki üretebilirsiniz. Eğer yetkiye sahip değilseniz o etkiyi üretmeniz mümkün değildir. Örneği ben bu gemiyi Queen Elizabeth olarak isimlendiriyorum dediğinizde size ona göre bir statü verilmiş olması gerekir. Otoriteye sahip olmak gerekir. Dolayısıyla iktidar ile doğrudan bir ilişkisi vardır. Toplumsal bir sözleşmedir. Nesneleride aynı zamanda özneleride bağlar. Devletin memuru nikah kıyabiliyor bunun sonucunda evlilik cüzdanı veriliyor. Eğer işler yolunda gitmezse boşanmak içinde devlete gitmeniz gerekiyor. Kendi başınıza karar vereceğiniz bir durum haline gelmiyor. Bir toplumsal sözleşme var. Belli kuralları belli normları var. Austin buradan yola çıkarak Performatif sözlerin bazı durumlarda başarısız bazı durumlarda başarılı olduğundan yola çıkar. Eğer benim yetkim yoksa o gemiyi Queen Elizabeth olarak isimlendiriyorsam istediğim kadar  uğraşssamda etki üretemiyorsam. Benim dediğim olamıyorsa dolayısıyla başarısız bir söz edimi olacak. Onu da kendi tabiriyle mutsuz söz edimi olarak adlandırıyor. Eğer başarılı ise mutlu başarısız ise mutsuz söz edimi olarak adlandırıyor. Ya da bir kişi ayağınıza basıyor ayağınıza basan kişi üzgünüm diyen kişi bunu içten söylüyorsa sözünde alay ya da yalan yoksa bu performatif bir mutlu söz diğer şekilde mutsuz bir söz olacak. Konuşan özne ile onun statüsü durumu dışında ne düşündüğü, ne hissettiği, neye niyetlendiği arasında bir ahenk bir uyum varsa o söz mutlu o söz başarılı onun dışında ise o söz başarılı değildir. Toplumsal da en iyi örneklerden birisi hakim karar duruşmada onun ağzından çıktıktan sonra onun dönüşü yoktur. Oradaki yetki hakimdedir. Bu tür evlilik, isimlendirme, bahse girme, söz verme, evlenme gibi sözle ifade edilen belli fiillerin aynı zamanda birşey yapmak anlamına geldiği, icra etmek üzerinden işliyor. Hakim suçlu buluduğunda o kişinin hapse girmesi gerçekleşiyor. Toplum nezdinde de bir suçlu olarak adlediliyor. Dolayısıyla performatif edinimler otoriter, yetkili, geçerli konuşma formlarıdır. O anlamda iktidar ile doğrudan ilişkisi olduğunu söylüyor. İktidarın elindeki o gücün söylem olarak eylemde bulunduğu bir alandan söz ediyoruz. Şu önemli söylemden önce yani söz ediniminden önce bir özne yoktur aslında öznenin varlığının üretimi söylem ile birlikte gerçekleşir. Söylemin doğrudan öznenin üretilmesine neden olması önemlidir. Bu bağlamda Austin'in dilbilimsel kuramını Judith Butler genişletiyor.
  • Kutluğ Ataman işlerinde melodramatik, sahnelemenin örnekleri, yeşilçam filmlerine göndermeler yapıyor. Konuşan bir özne var çalışmalarında. Konuşan özneler kendi kendilerini üretirler. Toplumsal öznel alana işaret eder konuşmalar. Örneğin; kamera önünde kendi kendilerini tam icra etme durumu vardır. Kendi kendilerini sahnelerler. Buradan yola çıkan iki kavram melodram ve performatif . Nermin hoca düğün fotoğraflarını toparlıyor. Doğrudan stüdyo, daha profesyonel fotoğrafçılardan temin ediyor. Gelinlik damatlık fotoğraflarını çekiyor. Bir duvarda kolaj biçiminde bir araya getiriyor. Bu sergide Kutluğ Ataman'ın videoları oynuyor. Bir icra sözkonusudur. O sırada bu fotoğraflar eşliğinde bizim ne kadar farklı kimliklerimiz olduğu. Çoklu bir topografya farklı kimliklerin bir araya geldiği farklı algıların olduğu.
  • Austin'ın söylediği toplumsal sözleşmeyi düğün fotoğraflarının bizi nasıl gösterdiğini anlatan görüntüler. Söylemden önce özne yoktur demiştik. Bu şu anlama geliyor. Gelin ile damat tam sahneye çıkacaklar. Daha yeni isimleri verilmemiş ne zaman ki imzalar atılıyor. Kırmızı cüzdan alınıyor. Artık bir toplumsal yaşamdan diğer toplumsal yaşama geçen. Biz bunu bir çok toplumsal sahneye uyarlıyoruz. Örneğin; mezuniyet onun da performatif bir yanı var. Aslında performatif'in sözedimi olarak toplumsal yaşamda önemi öznelerin bir toplumsal sahneden diğerine. Ya da bir toplumsal yaşamdan diğerine geçişini mümkün kılan bir takım söylemler. Dolayısıyla öznenin üretiminde
  • Austin ne de Judith Butler performans olarak düşünmez çünkü performans bir gösteri sanatıdır. Bunlar toplumsal düzenin inşası olarak bakıyorlar. Sanatsal amaçla kullanmıyorlar kelimeyi.
  • Judith Butler, Austin'in şu görüşünden ele alıyor. Bir gücü var bir iktidarı var speech-act dediğimiz. Bunu da özellikle bu iktidarı Foucoult'dan yola çıkarak kimliğin, kurguların ya da söylemlerin, pratiklerin temeli değil etkileri olduğunu öne sürer. Kimlik kurguların, söylemlerin ya da pratiklerin temeli değil etkileridir. Toplumsal cinsiyet ile ırksal kimlik arasındaki ilişkiyi açıklamak içinde özellikle performatif kavramını geliştirir. Feminist kuram anlamında çok önemlidir Judith Butler'ın görüşleri onu da varoluş felsefeci Sartre'ın arkadaşı Simone de beauvoir'e dayanır. Kişi kadın olarak doğmaz fakat kadın haline gelir kadın olur. Kadınlığın doğal yapılan bir şey olduğunu söylüyor. Performans anlamında şöyle kullanabiliriz. Biz aslında kimliğimizi giyiniyoruz bir şekilde yani kimliğimizi giyinerek oluyoruz. Bir anlamda kimlik öyleymiş gibi yapılarak da taklit ederek. Taklit etme durumu Judith Butler'da çok temeldir. Eğer taklitse tüm kimlikler mış gibi yapmaksa kimliği bir kıyafet gibi üzerimize giyinirsek asıl temel olan bu taklidi sorunsallaştırmak çünkü taklitse şuna geliyoruz. Ne kadın ne erkek bir özden bahsedemiyoruz. Kadın ve erkek olarak aslında biz hareketlerle edimlerle bize iktidar tarafından dayatılan norm olarak benimsenen bir takım hareketlerle edimlerle taklitle ben ben oluyorum. Dolayısıyla bu taklit aslında heteroseksüel normun temelinde yer alıyor. Yani kadın gibi davranmak erkek gibi davranmak bunlar iki kategori olarak üretilmiş. Fakat bunların toplumsal anlamda gerçekliğinin olması gerekir. Yani kişiler kadın ve erkek tanımı ve onun dışına çıkan kimliklerde aynı şekilde gerçek ve orada varlar. Doğal değildir toplumsal yaşam kişi üretiliyor heteroseksüel düzenin bir parçası olarak kadın ve erkek belirleniyor. Her ikisi birbiri içine giremiyor. Farklı kategoriler olarak kalıyorlar. Asimetrik ilişki ondan kaynaklanıyor. Bir de bunun dışında kalan bedenler var. Butler'ın dert ettiği o bu kategorilere giremeyecek kimliklerdir. Yani heteroseksüel normu rahatsız edecek kimliklerdir. İktidar tarafından dert olan bedenler var. Ama aslında bize en temel biçimde bize kadınlığın ve erkekliğin taklit etmeye dayandığı göstermesi açısından önemli. Judith Butler'ın verdiği örnek de önemlidir. Drag Queen'lerin kendi olma hali kostümleri kıyafetleri ile sergileme. Aslında nasıl takite dayandığı bazı Drag Queen'lerin o taklit yapma özelliği ile heteroseksüel normuda rahatsız ettiğini söyler. Mesala Türkiye'den Huysuz Virjin kimliklerle oynar. İzleyicilerle atışmasında o var.