25 Nisan 2016 Pazartesi

Ortaçağ Batı Sanatı ( FİNAL)


5.yy -15.yy arası döneme Ortaçağ denir. Kendi içinde üçe ayrılır.
Erken Ortaçağ 450-900
Yüksek Ortaçağ 900-1200
Geç Ortaçağ 1200-1450

Latince: Medium Aevum (Ara Dönem), İlk kullananlar Ortaçağda yaşayan Hıristiyanlardır. 15.yy İtalyanları ise Antik Çağın sona erişi ile 15.yy klasik kültürün canlanması arasındaki süreci ele alırlar.
Ortaçağ'ın Başlangıcı
1. Roma İmparatorluğu'nun zamanla çözülmesi ve bir dizi yeni devletin oluşması
2. Hristiyanlık ve İslamiyet'in yayılması
Sanat Üzerine Etkisi
1. Geniş bir sanat formları repertuarı oluştu.
2. Yeni bir dini mimari yaratılmışır. (Eski St.Peter Bazilikası)
3. Hristiyanlıkta inanca odaklanma sanatta soyutalanmayı getirdi.
4. Naturelist sanat yerine şematik tasvir kullanılmıştır.
5. Hristiyanlığın ilk yıllarında, İnsan vücudunun güzel olarak tasviri artık önemli değildir. Çıplak insan vücudu nadiren dini konularda yer alır. Çıplak insan bedenini yasaklayan metin olmasa da Aziz Pavlus'un görüşleri ve Adem ile Havva'nın çıplaklıktan utanması olmuştur.
6. Kilise hem sanat patronu olarak hem d düşünce bazında sanat eserlerini etkilemiştir.
Loncalar: Kilise ve tarikatlarla yakınlaştılar. 
Siyasi ve Toplumsal açıdan Antik dönem'den kopuş
-Başlangıcı İmparator Konstantin'in yönetim yıllarına rastlar.(4.yy)
-Başkenti Byzantium'a taşıdı.
-Onun döneminde tüm dinlere özgürlük verildi.
-Batı Roma 476'da yıkıldı.(Kavimler Göçü)
Kavimler Göçü
-Başta Germen halkları olmak üzere çeşitli kavimler Avrupa'ya yayıldılar. Ostrogotlar, İtalya'ya; Vizigotlar, İspanya'ya; Vandallar, K.Afrika'ya göç ettiler.
-Siyasi nedenlerin yanı sıra verimli toprak arayışı gibi toplumsal nedenler de vardır.
-Avrupa'da Roma bütünlüğü yerine parçalı devletler kuruldu.
Dini Gelişmeler
-Hristiyanlık Akdeniz'e yayıldı.
-Kilise zenginleşti.
-Din ve Siyaset birbirini destekledi.
-5.yy'da Batı Roma İmp.'nun yıkılışından sonra kilise ikiye bölündü. (Katolik, Ortodoks)
-Papalık 12.yy'da gücünün doruğuna ulaştı.
Roma İmparatorunun Ünvanı
-İlk olarak kullanan Frank Kralı Şarlman'dır. (800)
-Sonraları Sakson yöneticiler Kutsal Roma İmparatoru ünvanını taşıdı. 19.yy'a dek sürdü. Çoğunlukla Germen'ler kullandı.
-Ortaçağ boyunca Papalar ve Kutsal Roma imparatorları müttefik oldular.
-11.yy sonuna doğru kilise ve İmparator konusunda din adamlarının atanması konusunda anlaşmazlık yaşandı.
-Worms Antlaşması (1122) ile Piskoposların atamasının Papalıkça yapılmasına karar verildi.
Ortaçağ Düşüncesi
-Kilise ve devletin müttefik tavrı yeni bir düşünceyi doğurdu.
-Antik Dönem'in aksine Ortaçağ'da tüm bilgi kilisenin elinde tutulmuştur.
-Avrupa'da insani değerler bütünüyle Hristiyan dini tarafından oluşturuldu.
Hristiyan Doğması
-Bu doğmalara uymayanlar sapkın ilan edilerek ölüm cezasına çarptırıldılar.
-Kilise için çalışan tüm teologlar Latince ve Grekçe bilmiştir.
-Antik bilgi ve bilimsel gerçekleri Hristiyan inancına aktardılar. Mantık ve Teoloji arasında bağ kuruldu.
Resmi Dil
Ortaçağ boyunca Batı Avrupa'da, Latince hem kilise, hem de resmi ve bilimsel yazıların dili oldu. Doğuda ise Yunanca konuşuldu ve Papalık otoritesi kabul görmedi. Doğu Kilisesi kendi içinde bölünmüştür.
Önemli Metinlerin Kopyalanması
-Klasik metinler kilise tarafından kopyalanıp kütüphanelere kondu.
-Kopyalama işlemini Manastırlarda yaşayan din adamları ve rahibeler üstlendi.
-Haçlı seferleri sırasında İslam Dünyası'nın önemli belgeleri ele geçirildi.
Manastırlar
-Yunanca: Manasterios Monazein (Yalnız yaşamak)
-Buralarda yaşayan rahibeler ve din adamlarının başlıca işi Litürjik kitap ve dini yazıları kopyalamaktır.
-1000 yılından önce Manastırlar önemli eğitim merkezleriydi.
Feodal Sistem
-Ortaçağ'ın önemli bölümünde uygulandı
-Köylü, toprağını yerel beyden almış ve bu bey daha yüksek seviyede bir beye bağlı olmuştur.
-İmparatorluk ve Papalık otoritesi genel kabul gördü.
Ortaçağ'da Şehirler
-Ekonomik Durum: 11.-13.yy'lar arasında şehirler yeniden canlandı. Büyümelerini ve zenginleşmelerini, imalat, finans ve ticaret'e borçlular.
-Siyasi Durum: İtalya ve Kuzey Almanya'nın bazı şehirleri tamamen bağımsız oldular.
Katedraller
-Şehirlerde inşa edilen anıtsal Piskoposluk kiliseleridir.
Üniversiteler
-Şehirlerde kurulmuş eğitim merkezleri Manastırların yerini almıştır. Bilginin ve düşüncenin havuzu olmuşlardır. İlk üniversiteler; Bolognas Salerno
Skolastisizm
-Ortaçağ'ın teolog ve Filozofları, uzun seneler boyunca yürüttükleri çalışmaları sonucunda felsefi bir sistem oluşturmuşlardır.
-Ortaçağ'da Manastır ve katedrallerden sonra üniversitelerde geliştirildi.
-Latince: Scola (Okul)
-Amacı Hristiyan öğretisini sistemli hale getirmektir. Tabiatın ve insanın var oluşunun her olgusu teolojiye dayandırılmıştır.
-Summalar yani kapsamlı metinler yazılmıştır.
Din ve Sanat İlişkisi
-Skolastik Felsefe'de felsefe ve sanat dine hizmet etmiştir.
-Sanatçılar ve zanaatkarlar, loncalarda örgütlendiler.
-Loncalar kilise ve tarikatlarla yakın ilişki içinde oldular.
Tarikatlar
-Ortaçağ'da birçok tarikat kuruldu. Büyük filozof ve sanatçı yetiştirdiler. (Fra Angelico)
-Dominikenler
-Fransiskenler
-Benediktenler
-Dominiken Tarikatı: 1215'te Aziz Domingo e Guzman'ın kurduğu gizemci tarikat. 1216'da Papa onayladı.
-Fransisken Tarikatı: 13.yy'da Assisi'li Aziz Francesco'nun kurduğu tarikatdır. 1223'te onaylandılar.
-Benedikten Tarikatı: 5.yy'da Aziz Benediktus'un izinden giden tarikattır.
(Kluni Tarikatı, Sistersiyen Tarikatı)
Avrupa'da Erken Hristiyan Sanatı
Kilise mimarisi erken dönemde İsa ve Havarileri sivil mekanlarda vaaz verdiler. İlk Hristiyanlar ev tipi kiliselerde, katakomplarda ibadet ettiler. Hristiyanlık serbest olunca geniş binalara ihtiyaç duyulmuş. Roma tapınakları ibadet için kullanılmadılar. Bunun sebebi pagan simgelerinin olması ve Hristiyan litürjisine uygun olmayışlarıdır.
İlk Kiliseler
İlk Kiliselerde bazilikalar örnek alındı. Roma, Konstantinapolis ve kutsal topraklarda çokça inşa edildiler.
Avrupa'da ilk Bazilikal Planlı Kiliseler
-St. Peter (Pietro) Bazilikası
-Santa Sabina Kilisesi
St. Peter (Pietro) Bazilikası
Konstantin döneminde yapılan bazilikal planlı kiliselerin en büyüğüdür. Nero Hipodromu'na bitişik inşa edildi. Aziz Petrus bu hipodromda idam edildi. Defnedildiği yere inşa edildi. 16.yy'da yıkıldı ve yerine günümüzdeki kilise inşa edildi. Petrus'un mezarı apsidin hizasına gelecek şekilde alt kattadır. Transept vardır. Sunak sütun sırasıyla perdelenmiştir. Transept mezar ziyaretini kolaylaştırmıştır. Orta neften transepte geçmeden önce zafer kemeri denilen bir kemer gelir. Bu erken dönem kiliselerinde yaygındır. Apsidin yarım kubbesi mozaikle dekore edilmiştir. Tuğladan inşa edilmiştir.
Santa Sabina Bazilikası
Aventin tepesindedir. Roma'da inşa edilen küçük bazilikal planlı kiliselerden birisidir. Üç nefli, apsidli ve transeptsiz bir yapıdır. Apsid kısmında zafer kemeri bulunur. Azize Sabina'ya adanmış, onun evinin üstüne inşa edilmiştir, kendisi martirdir.
Özetle...Konstantin döneminden hiçbir bazilika ilk günkü gibi günümüze kalmamıştır. Tüm erken bazilikaların cephelerinde dekorasyon bulunmaz. Sade tuğla duvarlar inşa edildi. Narteksleri vardır.
Merkezi Planlı Yapılar
Santa Kostanza
Geleneksel inanca göre Konstantin'in kızı Konstantina'nın (Kostanza) mezar yapısıdır. Girişin tam karşısına, kare nişin içine lahit yerleştirildi. Ortaçağ'da kilise olarak düzenlendi. Son araştırmalarda ise mezarın sahibinin Konstantin'in diğer kızı Helena için İmp. Julian tarafından inşa edildiği öne sürüldü. Tholos planlıdır. Ancak farklı olarak ambülatuvar ile çevrilmiştir. Yanlarda iki ufak apsid vardır. Mozaik dekorasyonla kaplıdırlar. Ambülatuvar ayinsel yürüyüş için yapılmıştır. Orta mekanı saran 12 adet Kompozit başlıklı çifte sütun (granit) vardır. Orta mekan kubbeyle örtülmüştür. Sütunların, kemerlerin ve pencerelerin sayısı 12 dir. 12 Havari'ye gönderme yapar. Kubbe, ambülatuvar ve nef mozaikle kaplıdır. Kubbe mozaği günümüze ulaşmamıştır.

4 Nisan 2016 Pazartesi

Erken Devir Türk Sanatı ( Vize )

Türk İslam Tarihi II ( Vize )


SINAV SORULARI:
1. Osmanlı Devletinin devşirme sistemini anlatınız?
2. Nizamülmülk'ün Devlet ve Siyaset düşüncesini anlatınız?

 1.Cevap:
 Devşirme kelimesi, ''devşirmek'' fiilinden gelip '' toplamak anlamındadır. Devşirme yasasına göre tebaadan olan Hristiyan halkın çocuklarının Yeniçeri yapılmak üzere toplanmasıdır. Bunların bazıları yetiştirildikten sonra Saray'a oradan Kapıkulu Süvarisi ocağına verilmişlerdir. Hatta bunlardan bazıları da yükselerek Yeniçeri Ağası, Beylerbeyi ve Vezir olmuşlardır.

Devşirmeliğin temeli, 1362'de Pencik Kanunu'nun çıkarılmasıyla atılmıştır. Kanuna göre savaş esirlerinin beşte biri devlet hazinesine aitti. I.Murat döneminde Yeniçeri temini için oluşturulan pençik sistemi, Ankara Savaşı sonrası fetret devrine girilmesi ve fetihlerin  durması dolayısıyla devşirme yoluna başvurulmuştur. Daha önceki İslam devletlerinde görülmeyen bu uygulama Çelebi Mehmet zamanında (1413-1421) uygulanmış, ancak oğlu II. Murat devrinde (1421-1451) kanunlaşmıştır.

İhtiyaca göre üç beş senede bir veya bazen daha uzun aralıklarla Hıristiyan halktan 14-18 yaş arasındaki çocukların gürbüz ve sağlam olanları alınırdı. Öncelikle Arnavutluk, Bulgaristan, Yunanistan'dan daha sonraları Sırbistan, Bosna-Hersek ve Macaristan'dan devşirme çocuk alınırdı. 15.yy sonlarından itibaren yavaş yavaş Anadolu'daki Hıristiyan halktan 17.yy da ise umumi olarak bütün Osmanlı memleketlerindeki Hıristiyan halktan devşirme alınırdı.

Devşirme başlangıçta Beylerbeyi, Sancak beyi ve mahalli kadılar gibi ilgili bölgenin mülki amirleri tarafından yapılmıştır. Daha sonra görevi kötüye kullanmaları dolayısıyla Fatih Sultan Mehmet zamanında bu iş için devşirme memurları tayin edildi. Bunlara Turnacıbaşı, Saksoncubaşı, Zağarcıbaşı, Haseki gibi isimler verildi.

Devşirme memuru kazalara gider, Vaftiz defterlerini tek tek inceleyen yaya başı, çocukları görerek uygun vasıfları taşıyanları ayırırdı. Genellikle 40 haneden bir oğlan hesabı vardı ancak bazen ihtiyaca göre değişirdi. Devşirilen çocuğun köyü, kaza ve sancağı ile baba ve anasının adı veya hangi vakıf ve çiftlik sahibinin reayası olduğu, doğum tarihi ve bütün eşkali, yaşı ve devlet merkezine sevki  sırasında sürücü denilen sevk memurunun ismi ayrı ayrı, iki defter yazılırdı. Sürücü getirdiği kişileri bu defterle teslim ederdi. Devşirilen çocukların sayısı 100-150'ye  ulaşınca defterleri ile beraber görevliler eşliğinde İstanbul'a gönderilirlerdi.

İstanbul'a gelen çocuklar iki üç gün istirahattan sonra şahadet parmağı kaldırılarak Kelime-i Şahadet getirilip Müslüman olurlardı. Daha sonra Yeniçeri Ağasının kontrolünden geçen devşirmeler Eşkal Defterleri'ne kaydedilip, sünnet edilirlerdi. Bundan sonra ise bir kısmı saraya, bir kısmı Bostancı'ya sevk edilir, kalanlar da Anadolu ve Rumeli Ağaları vasıtasıyla geçici bir zaman için Türk köylülerine verilirdi. Türk köylüleri yanında en az üç, en fazla sekiz sene gerekli ölçüde eğitilen Acemi Oğlanlar, Gelibolu ve İstanbul'daki Acemi Ocaklarına sevk edilirlerdi Bu Acemilerde Kapıkulu Askerleri gibi maaşlıydı ve ulufe denilen maaşlarını üç ayda bir alırlardı. Acemi ocağı efradı yeniçeri ocağından başka cebeci, topçu ve tersane hizmetlerine de verilirler oraların ihtiyaçlarını da temin ederlerdi.

Anadolu'da yapılan devşirme işlemi Rumeli'ye göre hem çok geç başlamış hem de büyük bir titizlik içinde yapılmıştır. Anadolu devşirmelerinin en ünlüsü, kuşkusuz I.Selim döneminde Kayseri çevresi halkından devşirilen Osmanlı mimarlarının en büyüğü Mimar Sinan Paşa'dır.

Osmanlı Devleti'ndeki devşirme uygulamasını zimmilerden istenen zorunlu askerli hizmeti olarak yorumlamak mümkündür. Devşirme olarak fiilen hizmet edenlerden cizye alınması da bu yorumu güçlendirmektedir. Devşirme oğlanları hiçbir zaman köle gibi kabul edilmemişler ve köle gibi de kullanılmamışlardır. Devşirmelerin köle kabul edilmesi İslam hukukunca da imkansızdır. Oysa devşirmeler sadece Osmanlı Devleti'nin egemenliği altındaki ehl-i zimmetlerden toplanmıştır.

Devşirme yapılacak olan bölgede, ilk önce gönüllü olarak devşirilmek isteyen çocuklar toplanırdı. Zira bu dönemde Yeniçeri olmak veya devlet kademelerinde önemli mevkilere gelebilmek için devşirme sistemi çok mühim bir fırsattı. Mimar Sinan bunun en iyi örneklerindendi. Bazı Osmanlı belgelerinde görüldüğü üzere itaatsiz davranan halkı cezalandırmak için o bölgeden devşirme yapılmıştır. Bu gibi durumlar çoğu zaman halk üzerinde nahoş durumlar oluşturmuştur.

Devşirmeler, hür olduklarında tereddüt bulunmayan gayri Müslim halkın çocuklarıdır. Bunlara ''kul'' veya ''gılman'' denilmesi, padişahın hassa askeri olmalarıyla açıklamak mümkündür. Ehl-i zimmetin askerlik yapma yasağı karşısında devşirilmelerin Türkleştirilmesi ve İslamlaştırılması bir zorunluluk olur.

 Bu olayı bir İslamlaştırma ve Türkleştirme  çalışması olarak değerlendirmek yanlıştır. Asıl hedef askeri ve idari bir takım problemleri çözmekti. İslamlaştırma asıl amç  olmadığını gösteren en belirgin delil: devşirme uygulamasının bütün gayri Müslimleri içine almamasıdır. Ayrıca devşirilen insan sayısıda büyük rakamlara varmamaktaydı. Asıllarını ve ailelerini hiçbir şekilde unutmayan bu kişilerin geç de olsa eski din ve hayatlarına dönmeleri mümkündü. Özellikle mağlubiyetle sonuçlanan savaşlarda, düşman safına geçmek, hatta bu işi bütün yeniçerilerin toptan yapmaları mümkün ve çok kolay bir durumdur. Oysa şimdiye kadar böyle bir olayı doğrulayacak belge ortaya çıkmamıştır.

Devşirme sistemi düzenli olarak 16.yy son çeyreğine kadar, yaklaşık 150 yıl, uygulanan sistem zamanla gevşemiş. Kapıkulu ocaklarının asker ihtiyacı daha ziyade Kuloğlu ve Ağa Çırağı denilen kimselerden karşılanmıştır. 16.yy sonlarına doğru Hıristiyan çocukları muayene edilmeden ya da rüşvetle devşirme olarak alınmış tutulması gereken Eşkal defterine pek önem verilmemiştir. Bu nedenle ocağa her sınıftan halk ve ayrıca Müslümanlarda girebilmiştir.

Devşirme sistemin olgun şekle getiren Fatih Sultan Mehmet'tir. O'nun devrine kadar büyük memurluklar eski Türk ailelerine verilirken, O vezir-i azamları bile devşirmelerden seçmeye başlamış; böylece Türk beylerinin nüfusunu kırmıştır. Fatih'in bu saltanat sistemi, devleti dağılma riskinden kurtarmakla beraber, bu yöntemin karmaşık ve bürokratik niteliği nedeniyle, çöküş döneminde Osmanlı padişahları, Selçuklu ve Abbasi sultanları gibi halkına yabancılaşmışlar, dolayısıyla da otorite tamamen saray bürokrasisine egemen olan devşirmelerin eline geçmiştir. Devşirme sisteminin bozulması, yeniçeri ocağı, kapıkulu ocağı dolayısıyla Osmanlı askeri teşkilatının çökmesine neden olmuştur.

Osmanlı devleti, asker ihtiyacını karşılamak ayrıca halkın düzenli ve kurumsallaştırılmış bir şekilde toplamak için  devşirme sistemin uygulamıştır. Ayrıca hakimiyeti altındaki halkın bünyesinde başkaldırması muhtemel bir lider yetiştirilmesini yüzyıllarca engellemiştir.

2.Cevap:

Tarihe ''Nizmülmülk'' olarak geçmiş olan ünlü devlet adamının asıl adı, Hasan b. Ali b. İshak'tır. 10.yy ortalarından itibaren İran ve Mezopotamya'yı fethederek, buraya yerleşen ve 11.yy ortalarında gücünün doruğuna ulaşan Selçuklu Devleti'ne vezirlik yapmış büyük bir devlet ve siyaset adamıdır. 1018 yılında Tus şehrinde doğmuş ve gençliğinde iyi bir eğitim almıştır. 1040 yılında Dandanakan Savaşı'nın ardından Selçukluların hizmetine girmiştir. Alparslan döneminde, Belh valisi onu vilayet işlerini yürütmek üzere görevlendirmiştir. Alparslan'ın 1064 yılında Selçuklu sultanı olmasıyla yıldızı parlayan Nizmülmülk vezirlik makamına kadar yükselmeyi başarmıştır. Sonrasında Melikşah döneminde de Vezirliğe devam etmiştir. 30 yıla yakın Vezir olarak hizmet etmiştir. Birçok unvana sahip Büyük Vezir, Büyük Üstad, İki Hükümdarın Tacı, Dinin Kıvamı o en fazla Nizamülmülk ( mülkün, memleketin, ülkenin nizamı) lakabıyla tanınmıştır. Devlet işlerindeki düzenleyici ve kurucu rolüne işaret etmektedir.

Devleti yeniden yapılandırma yanında birçok işler başarmış olan Büyük Vezir'in anılmaya değer birçok işi olmuştur.
1.Bunların başında İslam dünyasında ilk kez çok iyi örgütlenmiş yüksek öğretim yapan resmi akademiler mahiyetindeki medreseleri kurmuş olması gelmektedir. Bu medreselerin en ünlüsü Bağdat'ta 1065-67 de faliyete geçen Nizamiye Medresesi'dir. Diğerleri Isfahan, Nişabur, Musul, Basra ve Tus.
2.Osmanlı İmp. tarafından da uygulanan askeri ''ikta''sisteminin temellerini Nizmülmülk'ünd attığı bilinmektedir. Türk boylarının katılımıyla oluşturulan aşirete dayalı ordu düzeni, yerini maaşla çalışan düzenli orduya ve topraklı (tımarlı) askerlere bırakmıştır.
3.Celali Takvimi denilen yepyeni  bir takvim sisteminin kurulmasına yol açmıştır.
Nizamülmülk'ün günümüze kadar gelen en büyük yapıtı şüphesiz ki ''Siyasetname'' adlı eseridir.

Selçuklular, bu devletin temellerini atan Selçuk bey zamanında müslüman olmuşlardı. Selçuklular, halifeye bağlı bir devlet haline geldikten sonra, daha fazla dini/islami temellere oturmaya başlamıştır. Nizmülmülk'ün yaşadığı dönemde, kültür ve siyaset başta olmak üzere toplumsal yaşamın bütünü, Oğuz geleneklerine eski düzenden dini/islami ilkelere dayalı yeni düzene geçiş aşamasındaydı. Buna ek olarak göçebe yaşamı süren Türkler, hızla yerleşik yaşama geçiyorlardı.

Oğuz geleneklerine göre devlet, hükümdar ailesinin ortak malı sayılıyordu. Melikşah'ın vefatından sonra çıkan iç savaşlar, merkezi iktidarı zayıflatmış ve imp.dağılmasına yol açmıştır. Hükümdar ailesinin soyu kutsal ve tanrısal bir kökene dayanmaktaydı. Herhalde bu anlayış Türklerin Müslüman olmasından sonrada yeni bir form içinde sürdürülmüştür.

Dönemin veziri olan Nizamülmülk, geçiş süreci yaşayan bir devlet ve toplumda Fars geleneklerini ve İslami ilkeleri devlete empoze etmiştir. İkta sistemini Bizans etkisinde kalarak kurmuştur. Daha önceki Türk ve İslam devletlerinde böyle bir usul bilinmiyordu.

Nizamülmülk'ün eseri olan Siyasetname'', İslam dünyasında dönemin halife ve padişahları başta olmak üzere ileri gelen devlet ve ilim adamlarının yol göstermek ve tavsiyelerde bulunmak amacıyla yazılan pratik siyasetbilim türündeki yapıtlar önemli bir halkasıdır. Siyasetname Sultan Melikşah'ın isteği üzerine yazılmıştır. Yapıtta , sultana sadece öğüt ve tavsiyeler verilmekle kalınmamış, sisteme önemli katkıda bulunabilecek ciddi tekliflerde getirilmiştir. Başka deyişle, olması gerekenler hakkında somut, pratik, ve uygulanabilir önlemler önerilmiştir.

Akıcı bi üslubla kaleme alınmış. İçerik olarak devletin işleyiş biçimi, bürokrasideki aksaklıklar ve alınması gereken tedbirler, siyasi kurumlar ve rütbeler yanında, yönetim ve halk arasındaki ilişkiler ile yönetime muhalefet eden hareketler üzeridne yoğunlaşmaktadır. Son şeklini 1098-1111 yıllarında almıştır.Nizmülmülk Ehl-i Sünnet dışında kalan akımları ve anlayışları şiddetle eleştirmektedir. Yükseliş döneminde bulunan bir devletin içinde bulunduğu çürüme ve yabancılaşmaya ilişkin sorunlardır. Bu anlamda Siyasetname bu sıkıntı ve aksaklıklara çözüm getiren bir siyasal ve idari öneriler paketi olarak da okunabilir. Nizmülmülk'ün pratikten gelen bir devlet adamının birikim ve tecrübelerini de yansıttığı açıktır.

Siyasetname'nin orjinal dili Farsça olup, 51 bölümden (fasıldan)oluşmaktadır. Bireysel ve tikel kurallardan hareket ederek tarihsel tecrübeler ışığında genel ilkelere ulaşmayı amaçlayan bu yöntem, bir nevi tümevarımcı bir yöntemine benzemektedir. Siyaset konusunda görüşlerini toplumsal piramidin üç katmanı ve bunlar arasındaki ilişkiler üzerinden anlatmaktadır. 1.Sultan, 2.Bürokrasi, 3.Reaya (halk).Siyasal iradenin meşruiyetini ilahi ve kutsal bir temele dayandırmaktadır. Orhun Abidelerinde de Gök Tanrı'dan yetki aldıkları.Hükümdar, toplumsal istikrar ve huzuru sağladıktan sonra isminin ebedi kalması için dünyanın imarına başlar. Padişaha hitabı, Alemin efendisidir. Sultan bütün dünyanın sahibi olduğu için onun gücü, diğer padişahların üzerindedir. ikinci olarak Din ve devletin sultanı unvanı vermektedir. Alemin efendisi karşısında halk kul konumundadır. Kul sözlükte emir dinleyen hizmetkar, Allah'ın mahluku, Allah'a itaat ve ibadet eden veya köle anlamına gelir. Bu sözcükler padişah ile tebaa arasındaki hiyerarşik ve kategorik ilişkiye atıfta bulunmaktadır.

Selçuklu ve Osmanlılarda padişah reaya ilişkis paternalist bir karaktere sahiptir. Buna göre padişah emredden emrine uyulması gerekli olan ve sürekli olarak halkın iyiliğini göz önünde tutan bir baba konumundadır.Nizamülmülk, halk ile padişah arasında karşılıklı bir bilgi akışını öngörmektedir. Nizmülmülk, itaat karşılığında padişahın halka adaletle davranmasını defalarca yineler. Bürokrasiyi dizginlenmesi gereken bir güç olarak görmekte ve bürokrasinin halka yönelik baskıcı tutumunu bir sorun olarak algılamaktadır. Dördüncü fasılda padişahın bürokrasiyi sıkı sıkıya denetlemesi gerektiğini şu sözlerle ifade eder. Nizmülmülk'e göre rüşveti önlemek için işe alınacak kimselerin ahlaki özelliklerine azami dikkat gösterilmesidir.Nizmülmülk, Padişah için en iyi şey dindar olmasıdır. Çünkü din ve padişahlık tıpkı iki kardeş gibidirler. Padişahı uyarma gereği duymaktadır, Padişah kadınlarının, padişaha hakim oldukları devirlerde ülkede rezalet, kötülük, fitne ve fesattan başka bir şey görülmemiştir.

O kendi çağının gerekliliklerine ve zihniyetine uygun olarak güçlü bir devlet tasarımlamakta ve böyle güçlü bir devleti kurmanın yolunun ise, adil ve dindar bir padişah ile, iyi işleyen sivil ve askeri bürokrasiden geçtiğine inanmaktadır. Padişah , devletin ve ülkenin çıkarlarını koruyabilmesi için iyi bilgi kaynaklarına sahip olmalı ve bürokrasinin dizginlerini tutmalıdır. Devlet, öncelikli olarak ülkede güven ve huzuru sağlamalı, ayrıca bunu ayakta tutabilmek için ülkeyi baştanbaşa imar etmelidir.

Nizmülmülk'ün zihnindeki devlet, sadece güçlü bir devlet değil, aynı zamanda paternalist bir devlettir. Yani ona göre padişah ya da devlet, halkın babasıdır. Baba, çocuklarına hizmet etmek; çocuklar ise babaya itaat etmekle yükümlüdürler. Bu bağlamda devlet, aynı zamanda halk için bir ekmek ve iş kapısıdır. Ona göre başta kadınlar olmak üzere halk tümüyle siyasetin dışında tutulmalıdır. Halk sadece şikayetlerini saraya bildirmeli ve bunun sonucunu beklemelidir. Halkın saraya ulaşımı hiçbir şekilde engellenmemelidir. Din ve devlet iki kardeş gibidir. Padişah, dini yasaları ve kuralları çok iyi bilmelidir. Zira dini bilmek, daha adil ve isabetli kararlar almaya yardımcı olacaktır. Bu tavsiyelere rağmen Nizmülmülk, din ve gelenek arasındaki çelişkili durumlarda, bazı geleneklere boyun eğmekten kurtulamamıştır. zamanında devletin bir geçiş dönemi yaşadığını bilmek gerekir.

Nizamülmülk, güçlü paternalist ve dinle uyumlu bir devlet ve siyaset anlayışına sahiptir. Bu anlayış bir bakıma geleneksel devlet ve siyasete değin yaklaşımları da önemli ölçüde yansıtmaktadır. Türk devlet geleneğine damgasını vurmuştur. Onun devlet anlayışı hala Türk siyaset ve devlet anlayışında ve de kamu vicdanında hakim bir vizyon olarak devam etmektedir.