2 Aralık 2018 Pazar

20. yy. Sanatı I


( 17 Ekim 2018 Çarşamba Ders Notu )

Empresyonizm ( İzlenim )

  • Paris'in modernleşme döneminde, sanayi devrimin den sonra kentleşme döneminde karşımıza empresyonistler çıkıyor. Yani toplumsal bir dönüşüm var o dönüşümün yansıması oluyor aslında empresyonistler ve en temel özellikleri belki modernin öncüsü modern resminin başlangıcı olarak kabul edilmelerinin sebebi o zamana değin çok geçerli olan akademik sanata yüzlerini çevirmeleridir.
  • Hem komposizyon hem konu hem figür, resmin renk ve tuş bağlamında fırça vuruşları bağlamında birbirinden çok farklıdır. Akademik resim tarihsel resim avrupa resminin yüzyıllardır devamı ve sonucu olan bir resim anlayışı diğeri ise Monet gibi doğrudan akademik resme karşı (atölyede çalışılan resimdir) açık havaya çıkıyorlar ve resimler yapmaya başlıyorlar. 19.yy. ikinci yarısı  ve 20.yy. ilk çeyreğinde Fransa da başlayan ve diğer ülkelere yayılan bir sanat akımı oluyor.
  • Optik gerçekçilik, doğrudan gözle ile ilgili yani doğrudan gördüğünü resmeden bir sanatçı var. Gördüğü izlenimdir. Bir izlenimin uyandırdığı duyumların alımlandığı biçimde üretildiği bir resim yöntemi empresyonistler saf prizmatik renkleri kullanıyorlar. Sarı, yeşil, kırmızı gibi. Genellikle bu renklerin tek tek tuval vuruşları vardır. Resme baktığınızda fırça vuruşlarını resim yüzeyü üzerinde görürsünüz. O da zaten resme bir hareket verir.1874 yılında ressamlar, heykeltraşlar, gravürcüler birliği adını veren bir grup sanatçı Paris'te fotoğrafçı Nadar'ın atölyesinde bir sergi açıyorlar. Leroy adlı bir gazeteci empresyonizm eleştiri mahiyetinde kullanıyor. Daha sonrasında bu gurubun ismi haline geliyor.
  • Gündoğumu, empresyonistler suyu çok sever çünkü ışık çok önemlidir. Işığın su üstünde yansımalarını yakalamakta tabiki etkileyicidir. Çünkü değişken dönüşken ışığın hava durumlarına göre ve günün farklı saatlerine göre ışığın farklı dolayısıyla figür üzerindeki manzara üzerindeki yansımasıda farklı dolayısıyla sanatçı o yansımaların peşindedir.
  • Etkiler dersek, özellikle Turner çok önemlidir. İngiliz manzara ressamı Turner'ın resimleri bu sanatçılar için önemlidir. Bir de fırça vuruşları atmosferikdir. Bir de John Constable önemli ingiliz ressamdır. Bu ressamda kırsalı resmeder fakat önemli olan fırça vuruşları böyle tek tek nokta nokta fırça vuruşlarıdır.
  • Empresyonizmin içinde yer almamış onlarla birçok konuda anlaşamıyor. Edouard Manet bu akımın öncüsü olarak kabul edilir. Courbet gibi değerlendirilir. Courbet nasıl realizm için çok önemli bir sanatçı olmuşsa fakat realizmi aşan bir sanatçıdır aynı zamanda. Manet'de öyle bir sanatçıdır. Courbet için söylenen avangard kelimesi yüzyılın başında kullanılmaya başlanır ama aslında köken olarak özellikle Courbet'in çalışmalarına bir de Manet'in çalışmalarına atfedilir. Yani öncü çünkü bir başka resim gerçekleştiriyor getiriyor. Manet de böyle bir sanatçı İzlenimcilerden özellikle ayrılan nokta birincisi açık havada çalışmıyor Manet yani şöyle yapıyor izlenimlerini açık havada belki alıyor fakat atölye önemli bir nesne onun için Empresyonistler adeta böyle sırt çantalı, tuvalleri, boyaları ile birlikte çıkarlar ve o an neresi ilgilerini çektiyse hangi manzara hangi toplumsal kültürel sahne ilgilerini çektiyse hemen oraya tuvallerini kurarlar ve hemen hızlıca o an kare için resim yaparlar. O an dışarı çıkıyorlar atölyede çalışamıyorlar geriye döndüğünde o izlenimi unutmuş olacak o kadar hatırlayamayacak. O izlenimin uyandırdığı algı optik gerçekçilik bu sanatçılar için önemli oluyor. 
  • Manet ise birçok anlamda empresyonistleri öncülüyor. Bu defa hem resmi değerlendirmesi açısından hem konu açısından ve akademik sanatda kopuşu uzaklaşması anlamında. Empresyonist sanatçılar akademik öğrenimi terk edip doğaya yöneldiler amaçları her türlü önyargıyı bir kenara bırakıp önyargı aslında öğrenilmiş bilgi desen nasıl akademide önemli desen çizerek figürü tanırsınız belli bir öğretisi vardır kurallar doğrultusunda resim yaparsınız. Bu sanatçılar ona karşı çıkıyorlar ben gözleyeceğim dışarda ben gözelemimi yapacağım. Dışarıya çıktıklarında şunu görüyorlar yaşam resimlerde gösterildiği gibi yaşam değil sonuçta ve nasıl bir yaşam bir defa herşey hızlı akıyor. Bu biraz fransanın o dönemi için geçerli, kentleşen bir fransa var, tren yaygınlaşıyor, kent büyüyor bizim bildiğimiz anlamda kentin kurulumu o yıllara denk gelir. Özellikle yatay ve dikey hatlarla kentin bölümlenmesi ızgara tipi sistemine denk geliyor empresyonistler. Bununla birlikte kırsalla kent yaşamı arasındaki kopukluk gideriliyor. Tren yolculukları ile birlikte. Paris modernleşiyor, en önemli noktalarında birisi belkide eğlence kültürü var çok önemli onların resmedilmesi için. Opera, barlar, kahveler, piknik alanları, Sen nehri kıyıları, o yıllarda burjuva toplumu ortaya çıkmış ve o burjuva toplumunun o eğlence anlayışı, Sen nehri kıyısındaki partiler, etkinlikler bu sanatçıları etkiliyor. Işık çok önemli sokak lambaları yerleştiriliyor kentin çeşitli noktalarına ve fabrikalar açılıyor özellikle kırsalda, kırsalda dönüşmeye başlıyor dolayısıyla messala Pissaro kırsalı resmeden bir ressam Empresyonizmin temel ana konuları değil de bir fabrika bacalarını resmeder. Çünkü empresyonizm kenti resmeder aslında yani kent ressamları dememiz lazım empresyonist ressamlar için. Şunu buluyorlar empresyonistler ışığın ya da günün farklı koşullarında ya da günün farklı saatlerinde bizim baktığımız manzara ya da baktığımız nesne, figür aynı kalmayacak değişecek dönüşecek. Dolayısıyla bir anlamda avrupa resmi akademik resmin doğru resmetme anlayışı gözleme dayanan perspektif anlayışı ile resmetme anlayışını ortadan kaldırıyorlar.
  • Nesneler günün değişik saatlerinde ve değişik ışık altında farklı görülürler. Işık değiştikçe nesnelerin yalnız biçimleri değil renkleride değişiyor sanatçılarda bu değişen renk ve biçimleri yakalayıp resmetmeye giriştiler. İlk izlenimleri kaçırmama önemli etkilendikleri ilk izlenim bu sahne bu kızıllık ya da bu grilik  sanatçılar için önemli. Dolayısıyla ayrıntılı değildir resimler. Delacroix den etkilendikleri söylenebilir ama bu ayrıntıyı bulamazsınız. Turner dan çok etkilendiler doğru ama Turner tarihsel resim içinde bir dönüşüm gerçekleştirmiştir. Empresyonistler tabi ki o dönemde kimya değişiyor boyalar belki ışığın farklı etkileri kimyagerler fizikçiler tarafından araştırılıyor. Empresyonistlerin bunlarıda okuduğu kabul edilir ve kuramlarından etkileniyorlar. Işık renklerini yansıtmak için prizma renkleri kullanıyorlar bu ışıklı etkiyi paletlerinde karıştırmadan yan yana veriyorlar. Örneğin mavi ile kırmızıyı yanyana koyduğunuzda izleyicide mor etkisi yapacaktır. Optik gerçekçilik bu bakan baktığı gibi görecek yoksa gerçekte olduğu gibi değil iki ayrı renk baktığınızda bir arada mor olarak titreşen bir mor olur zaten o. Bu renk tuşlarının yarattığı titrek uçucu bir görünüm sanatçıların çalışmalarında çok temel bir nokta tabi onunla birlikte uçuculuk söz konusu diyeceksek bildiğiniz o resim teknikleri merkezi kompzisyon anlayışıda ortadan kalkıyor. Boya çok önemli prizmatik renkleri kullanıyorlar ama ışığın etkisini vermek için kullanıyorlar. Fovistler de ise başka birşey var. Fovistler doğal olmayan renklere giderler. Burada o yok. Mesela gündoğumunda turuncu oluyor. Bunu bir izlenim olarak bir algılama olarak veriyorlar. Gerçeklik dediğiniz şey daha çok gözleme deneye dayanan şeydir burada onu görmüyorsunuz. Optik deneyim çok önemli ve konu artık akademik resmin önem verdiği tarihsel, mitolojik, dinsel konular değil. İç mekanda pek yoktur ama ayrılan nokta kadın empresyonist ressamlardır. Natürmort gibi, portre gibi çok yoktur. Hep kent yaşamı, kent kültürü karşımıza çıkar. Paris'in bulvarları, kafeleri, barları, piknik alanları, tren istasyonları, sen nehri kıyıları, tiyatroları, operaları, baleleri onların temsilleri sanatçıların doğrudan resimlerine girerler. Manet öncü çünkü tepki koyabilen sanatçılardan bir tanesidir 1863 yılında reddedilenler diye bir salon açılıyor. Bu salon Paris'teki salona kabul edilmeyen resimlerin Napolyon'un kabulu ile reddedilenler salonunun açılmasına yol açıyor. Reddedilenler salonunda resmi salona girebilecek kadar başarılı, akademik bulunmayan ressamların resimleride orada sergileniyor. Manet bu isimlerden bir tanesi oluyor.
  • Edouard Manet, Kırda Öğle Yemeği, 1863, mitolojik bir konuya sığınmıyor dışarıya açılmış durumda kendine gündelik sıradan insanları konu alıyor. Biri kardeşi birisi heykeltraş onların eğlencesine katılan bir kadın sıradan insanlar o dönemin kıyafetleri içinde sıradan bir halde rahat yayılmışlar çimenlere, reddedilenler salonunda kadının seyirciye bakışı tepki çekiyor. Mitolojik gibi görülebilecek konuya tümüyle hayat içinden yanıt verilmesi ve Empresyonistler siyahı kullanmazlar ışıklı resimler yapmak istiyorlar fakat Manet siyah kullanır. Bu resimlerin o yıllarda sanki leke gibi resimler olduğu söylenebilir. Bildiğimiz anlamda renk tuşları yoktur sanatçıda fakat renk lekeleri var şeklinde bir intiba uyanmıştır insanların üzerinde dolayısıyla üslubunda konuda tekniğinde akademik olmadığı kabul etmişlerdir. Biçimleri yalınlaştırmıştır. Ara tonlar en aza indirgenmiş böylece herşey son derece yüzeysel bir görünüm almıştır. Perspektif kuralları tam anlamıyla uygulanmamıştır. Figürlerden biri arkada kendi dünyasındadır. Figürler resimde bir anlatı kurmak için bir araya gelirler bakışırlar uzaklaşırlar fakat bu resimde birbiri ile ilişkisizmiş gibi duran figürler birbirinden yalıtılmış dolayısıyla öykü yok. Bir eğlence hali resmedilmiş. Manet özellikle lekeler halinde boyayı kullanması hızlı çalışması modern yaşamdan seçtiği konular ile eleştiri alıyor. Uzun süre açık havada çalışmamış empresyonistlere nazaran figüre önem veren bir sanatçı empresyonistlerde figür önemli değildir izlenim önemlidir manzara önemlidir. Sırf manzara yapmamış figür resminede devam etmiştir.
  • Balerin'i resmediyor. Resmetme tarzı bu da tepki çekiyor. Paletinde siyah, beyaz ve gri renkleri atmamıştır. Çünkü empresyonistler de pek yoktur. İspanyol balesinin baş balerini ve portresi Boudelaire balerini bir yapıtında siyah ve gül renkli bir mücevhere benzetiyor. Mücevher gibi parlayan bir etek görüyorsunuz. Boudelaire ispanyol ressamlarının özellikle Goya'nın Manet'etkisi vardır. Goya'nın siyah ile gül kurusu arasındaki uyumla Manet nasıl etkilediğini söyler. Eleştirmenler ise farklı düşünüyor. Figürü karikatüre benzetmişler. Gerçek renk anlayışından yoksun kırmızı, mavi, sar ve siyah karışımı bir renk karikatürü. Lekeler halinde görme halini net olmaması biçim hacim verir o hacmin net olmama halini ve renklerin birbirine karışmış olma halini bakan izleyici o zamana kadar bu tür resimlerle karşılaşmamış izleyici renk karikatürü olarak görüyor. Şöyle düşünün görmenin bir tarihi var. Bize öğretiliyor görmeyi bakmayı öğreniyoruz ve öyle bakıyoruz o zaman bazı şeyler farklı kalıyor. Farklı olanı sevmiyoruz. Sanki öğrendiğimiz bilgiler gerçekmiş de ogerçek değilmiş gibi. Bakış tarihtir. Sanat tarihine bakarsanız ideolojik, politik, ekonomik, dinsel olduğunu görürüsünüz. Bakışın bir tarihi var. Empresyonistlerde onun da bir tarihi var. Burjuva toplumu ortaya çıktığı dönemde, kentleşen bir paris var, işçi sınıfı onun karşısında burjuva toplumu, orta sınıf ortaya çıkıyor.
  • Bu resimde işçi sınıfını görmek mümkün Olympia avrupa tarihinde gördüğümüz farklı şekillerde karşımıza çıkan bir konu Tiziano'nun Venüs'ü ya da Goya'nın Çıplak Maya'sı Goya'da daha çok etkilendiği söylemek mümkün. Olympia'nın tarihi var. Aslında uhrevi bir aşkı görüyorsunuz. Dokunulmayan bir güzellik var porselen bir cilt ve yatağında uzanıyor arkada hizmetliler var köpek sadakat sembolü olarak yatağında yer alıyor. Fakat buradaki saf bakışlı kadına karşıt Maya'nın bu kadar net ve açık biçimde izleyiciye bakıyor olması dikkati çekiyor. İzleyici memnun kalmıyor bu halden. Kurdela önemli kadının sınıfını ve yaptığı işi ortaya koyuyor. Bir fahişeden söz ediyoruz burada. Aslında burası banliyo burada bu tür kadınlar müşterilerini bekliyorlar ve siyahi bir kadın görüyorsunuz ellerinde çiçek büyük ihtimalle birinden gelen bir çiçek gayet dağınık bir yatak yatağın düzeni kadının duruşu bakışı Maya da soyut bir mekandan söz ediyoruz fakat burada soyut değil bir gerçeklik böyle kadınlar var bunların yaşadığı yerler var. Belli bir toplumsal gerçekliği resmetmiş oluyor. Manet o toplumsal yarılmayı sınıfsal eşitsizliği çok net resimlere yansıtmış erkek sanatçı. Manet özellikle kadınların haliyle ilgilenmiş barda bir kadın resmetmiş orada kadının sıkkın halini resmediyor. O kadının o sıkkın halini. Burdaki hali mesala daha gerçekçi kadına da söz hakkı verebilecek resimler bir ölçüde.
  • Manet politik olaylar ile de ilgili İmparator Maximillian'ın infazı, Napolyon varlığını sürdürebilmek için Maximillian'ı orada görevlendirmiş asil aileden gelen bir kiş ve meksikada görevlendiriliyor. Fakat işler umduğu gibi gitmiyor infaz ediliyor. İnfaz haberi hızlı biçimde gazete ile ulaşıyor. Manet o dönemde birçok resim yapıyor. Örneğin birisi bu tarihsel bir konu fakat resim yine tarihsel resime yakın düşmüyor çünkü kompozisyon anıtsal değil figürler leke gibi, leke gibi denmesinin sebebi tanınır figürler değil adeta o şiddet sarmalı içinde silahların ateşlendiği anda dramatik anı veriyor. Dramatik anda o şiddet sarmalında korkunun endişenin tehdidin içinde aslında bir algıyı veriyor. İnfazı gerçeklik olarak görmekten öte bir algılama sözkonusu oluyor. Sağdaki bize bakan figür tehditkar bir figür, duvarın üstünde tanıklık eden figürler var o tanıklık anıyla bükülmüş ağlayan feryan eden korkan figürler olarak sanki duvarın üzerinden düşecekler gibi
  • Manet'in çok bilinen resimlerinden birisi balkon burada önde oturan kadın figürü izleyiciye bakmayan başka yöne bakan kadın ressamlardan Berthe Morrisot adeta bakışa hakim çünkü kendi bakmak istediği yöne doğru bakan bir kadın görebiliriz. Diğer kadın daha saf daha durgun bir üst sınıf ka 
  • Paris'in en önemli özelliklerinden birisi birbirini kesen dikey hatlar birbirini kesen geniş bulvarlar özellikle kontrolü daha iyi sağlamak için kentdeki akışı daha iyi sağlamak daha iyi izleyebilmek için de daha iyi insanları kontrol edebilmek için özellikle şu söylenir Haussmann'ın planı hiçbir protesto imkanı kalmasın insanlar belli bir noktada toplanıp protesto haklarını kullanamasınlar



















1 Aralık 2018 Cumartesi

14. yy. Anadolu Türk Beylikleri Mimarisi ( Final Sınavı )


( 26 Kasım 2018 Pazartesi Ders Notu )

Erzurum Çifte Minareli Medrese 

Açık avlulu medreselerden İlhanlı dönemine ait olmakla birlikte Selçuklu medrese geleneğinin güçlü bir şekilde devamıdır.
                                        
  • 2 katlı açık avlulu ve dört eyvanlı olarak planlanan yapı yaklaşık 35 x 46 mt. ölçülerinde dikdörtgen bir kuruluşa sahiptir. Medresenin avlusu düzgün dikdörtgen olmasına rağmen aynı geometrik düzen dış cepheleri için söz konusu değildir Özellikle doğu kanat da yer alan mekanların derinliği güneyde 6,20 mt. iken kuzeydeki son hücreye gelindiğinde 5,40 mt.ye düşer. 26 x 10 mt. ölçülerindeki avlu 3 yandan 2 katlı revaklarla çevrelenmiştir. Zemin katta 19 ikinci katta ise 18 oda yer alır. Tüm mekanlar beşik tonozla örtülmüştür. Girişin karşısında yer alan ana eyvan 15,90 mt. derinliği 9,30 mt. genişliği ile plan kuruluşunun bütünündeki en belirleyici mekandır. Söz konusu bölümde yapı malzemesinin de farklı oluşu Saltuklu dönemini eklentisi olabileceği yönünde görüşlerin öne sürülmesine neden olmuştur. Ana eyvanın gerisinde ise 2 katlı kümbet yapısı yer alır. Kümbetin ziyaretgah kısmına ana eyvanda yer alan çift yönde merdivenlerle ulaşılır. Merdivenlerin altındaki kapı ise gömü odasına açılmaktadır. Kuzey yönünde giriş açıklığının yer aldığı kanat altta 4 hücre barındırır. Ancak üst katta köşe odaların 2'ye bölünmesi nedeniyle farklı bir mekansal kurgu ortaya çıkmıştır. Giriş eyvanının sağındaki oda medresenin mescidi olarak düzenlenmiştir. Üst kata çıkılan merdivenler avlunun kuzey doğu ve kuzey batı köşelerine gizlenmiş durumdadır. Çifte minareli medresede süslemelerin yoğunluğu ve zenginliği yapının boyutları ve bütününe hakim olan taş mimarisinin yarattığı anıtsallık ile yarışır niteliktedir. Anıtsal taç kapı geleneklere uygun olarak son derece özenle ele alınmış olup iki köşeden yükselen minarelerin şerefe den sonraki kısımları yıkılmıştır.
  • Mukarnas kavsaralı portal nişinin etrafını saran bordürler ve köşe sütuncelerinin gövdelerinde yer alan süslemeler figürlü ve bitkisel karakterlidir. Taç kapı yüzeyinde yer alan dikdörtgen panolar içindeki kompozisyonlarda ağızları açık vaziyette zıt yönlere doğru uzatılan ejder başlarının düğümlü gövdeleri ortada birleştirilmiş ve yukarıya doğru yaprakları iki yana açılan hayat ağacına dönüştürülmüştür. Bitkisel süslemeler genel karakteri son derece güçlü bir sitilizasyona uğramış olmalarıdır. Süsleme programında kompozisyonu oluşturan unsurlar bitkisel geometrik figürlü ve yazı olmak üzere 4 grupta toplanmaktadır. Bitkisel kompozisyonda genellikle rumi, palmet, lotus ve kengel yapraklarından oluşur. Benzerleri Selçuklu döneminin taş süslemelerinde de görülür. Geometrik unsurlar ise yıldızlar, düzenli düzensiz sekizgenler, dalgalı eğriler zig zag menderes ve örgü motifleridir.
  • Son derece güçlü ve plastik etkiye sahiptir. Göbekli çapraz tonoz ilhanlı bitişi And. doğu ve orta kısımlarında Sivas, Amasya taraflarında rastlıyoruz.
Akkoyunlu ( Diyarbakır ve çevresi )
Nebi Camii 
  • Ana yapı 15. yy. da inşa edilmiş. 16.yy. da bazı ilaveler olduğu anlaşılıyor. Bu ilavelerden biride Kasap Hacı Hüseyin tarafından hicri 936 miladi 1530 yılında yaptırılmış olan minaresidir. 
  • Yapı Diyarbakır da ki mimari eserlerin karakteristik özelliklerinden biri olan siyah bazalt taş ile inşa edilmiştir.  
  • Cami biri Şafilere diğeri Hanifilere ait olmak üzere 2 ana yapı kütlesinden oluşmaktaymış. Hanifilere ait olan Selçuklu yapısı 1927 yılında çökmeye başlamış 1955 de yol çalışması nedeniyle tümüyle yıkılmıştır. Günümüze ulaşan yapı caminin Şafilere ait olan kısmıdır. 
  • Caminin arkasında Diyarbakır da valilik yapan Köprülü Abdullah Paşa'nın eşi ve kızına ait  hicri 1131 miladi 1718 tarihli bir türbe yapısı yer alır. 
  • Yapı kompleksine ait diğer birimler son oturumlarda oldukça değişikliğe uğramıştır. Cami plan kuruluşu itibari ile 6 destekli camilerin yalın bir uygulamasıdır. Bu özelliği bakımından Osmanlı dönemi 6 destekli camileri ile benzerlikler taşımaktadır.
  • Harim mekanının önünde 3 bölüm halinde düzenlenmiş kubbelerle örtülü son cemaat yerindeki son cemaat yerinin yan cepheleri kapalı tutulmuş sadece birer pencere aralığı bırakılmıştır. Pencereler sürekli dikdörtgen açıklıklar halinde olup üst kısımlarında sivri hafifletme kemeri tahfif kemerleri bulunur. Son cemaat yerini örten kubbeler giriş yönünde yükselen bir alınlık duvarı ile gizlenmişlerdir. 
  • Yapının kuzey doğusunda ana kütleden bağımsız bir biçimde yer alan minare aslında şu anki yerinden daha uzaktaymış 1960 yılındaki onarım sırasında şimdiki  bulunduğu yere alınmıştır. Minarenin gövdesi kare kesitli olup gerek bu bölgenin gerekse orta doğu ve Magrip deki Arap İslam minarelerinin özelliklerini taşır. Siyah beyaz taşlarla inşa edilen minarenin üst kısmındaki silindir bölüm sonradan eklenmiş ve genel form özellikleri ile uyumsuz bir durum yaratmıştır. 
  • Asıl ibadet mekanında kubbe doğu batı yönlerinde yer alan birer ayakla kuzey ve güney duvarlarına atılan kemerlere oturtulmuştur. Kubbeye geçişler tromplarla sağlanmış kubbe dıştan konik bir çatı ile örtülmüştür. Kubbeyi taşıyan müstakil ayaklardan doğu ve batı duvarına atılan kemerlerle kubbenin ağırlığı yan duvarlara aktarılmış ve ayrıca bu uygulama ile mekanın yanlara doğru genişletilmesi de mümkün olabilmiştir.
Safa ( İparlı ) Camii 
  • Caminin kim tarafından ve hangi tarihte yaptırıldığı bilinmemektedir. Şah İsmail'in dedesi Şeyh İbrahim Safi'nin oğlu Şeyh Cüneyt'in isteği üzerine Uzun Hasan tarafından 15. yy. ortalarında yaptırıldığı ve Şeyh İbrahim Safi'ye hürmeten yaptırılmıştır.
  • Cami'üs Safa dendiği düşünülmektedir. Cami'üs Safa 1513 yılında Diyarbakırlı Abdurrahman oğlu Hacı Hüseyin tarafından onartılmış ve onarım kitabesi giriş kapısının üzerine konmuştur. Yapının ilk inşasındaki mimari belli değildir. Ancak onarım kitabesinde onarımı gerçekleştiren mimarın Üstad Ahmed'ül  yazmaktadır. 
  • Yapı plan kuruluşu çinileri ve zengin taş süslemeleri ile önemli bir yapıdır. Bölgenin diğer yapıları gibi bu da siyah beyaz kesim taştan inşa edilmiştir. 
  • Asıl ibadet mekanının önünde 4 sütuna dayanan 5 kubbeli bir son cemaat yeri bulunur ve yine kubbeler dışarıda bir alınlık duvarı ile gizlenmiştir. Son cemaat yerinin doğu ve batı cepheler kapalı tutulmuş bu cephelerde sadece 2'şer pencere açıklığı bırakılmıştır. 
  • Son cemaat yerinin solunda zengin taş süslemeleri olan bir minare yükselir. Son cemaat yerinde göze çarpan özelliklerden biride alınlık yüzeyinde kemer sırtları arasına işlenmiş dekoratif madalyonlardır. 
  • Safa caminin en önemli özelliklerinden biri de plan kuruluşudur. Asıl ibadet mekanı örten ana kubbe 4'ü serbest 4'ü duvara bağlı 8 ayağa oturmaktadır. Serbest payelerden doğu ve batı duvarına atılan kemerlerle yan sahınlar 3'er bölüme ayrılmış. Orta bölümler sivri beşik tonozlarla köşelerde kalan bölümlerde küçük kubbelerle örülmüştür. 
  • Bu haliyle Safa Camii Mimar Sinan yapılarında olgunlaşmış örneklerini bulacağımız 8 destekli plan kuruluşunun erken uygulamalarından biri olarak kabul edilmektedir.
Eşrefoğulları ( Beyşehir )
Beyşehir Eşrefoğlu Camii 
  • Eşrefoğulları 12. yy'ın ikinci yarısında Beyşehir ve Seydişehir civarında kurulmuş bir Türk beyliğidir. Beyliğin kurucusu olan Süleyman bey And. Selçuklularının uç beylerinden biridir. 2. Süleyman Şah'ın 1326 yılında Moğol valisi Timurtaş tarafından öldürülmesi üzerine sona eren Eşrefoğulları beyliği 14. yy.'ın en kısa ömürlü beyliklerinde birisi olmuştur.
  • Eşrefoğlu Cami Anadolu'daki ahşap camilerin en büyüğü ve gösterişlisi olarak Anadolu Türk mimarisinde özel bir yere sahiptir Dış portal'in kitabesine göre hicri 696 miladi 1297 yılında Süleyman bey tarafından yaptırılmıştır. 
  • Plan şeması mukarnas başlıklı 48 ağaç direk üzerine kıble duvarına dik 7 sahın dan oluşmaktadır. Orta sahın diğerlerinden daha geniş ve yüksek olup mihrap önü kubbesi ve yapı ortasındaki karlık olarak adlandırılan açıklığıyla hem içten hem de dıştan kuvvetle vurgulanmıştır. 
  • Caminin doğu cephesine bitişik olarak Eşrefoğulları'nın türbesi yer alır. Diyagonal bir cephe meydana getiren kuzey doğu köşesindeki esas giriş soluna sebil sağında ise minare yer alır. 
  • Yapı süsleme programı açısından olağanüstü bir zenginlik ve kaliteye sahiptir. Ahşap ve taş süslemelerin yanı sıra kalem işi ve mozaik çini süslemeler Selçuklu üslubunu yansıtan en olgun örnekler olarak kabul edilmektedir. İç portal'in mozaik çini kitabesi hicri 699 miladi 1299 tarihini verir. 
  • Camide tavanı tutan kirişler konsol araları ve mukarnas boşluklardan bazılarında kalem işi süslemeler görülür. 
  • 6 metreyi aşan yükseklikteki firuze lacivert mor renkli çini mozaiklerle süslü mihrap nişi içerisinde güneş gibi açılan yıldız kompozisyonu Konya Karatay Medrese'sinde ki mozaik çinileri andırmaktadır. 
  • İsa ustanın eseri olan ceviz ağacından yapılmış ahşap minber caminin adeta sarayı andırır zengin ve gösterişli üslubuna uygun bir tasarım sergiler.
                                          ( 03 Aralık 2018 Pazartesi Ders Notu )

Saruhanoğulları ( Manisa ve çevresi )

Manisa Ulu Camii 



  • 14. yy. Anadolu Türk beylikleri dönemi en önemli eseri Manisa Ulu Camii dir. Saruhanlı İshak bey tarafından hicri 778 miladi 1376 yılında Manisa da inşa ettirilen yapı beylikler döneminin en özgün camilerinden biridir. 
  • Aslında bir külliye kuruluşunun parçası olan camii, külliyenin diğer fonksiyon birimleri olan medrese ve türbe ile organik bir bütünlüğe sahiptir. 
  • Camii yaklaşık aynı ölçülerde dikdörtgen iki ana bölümden oluşmaktadır. Öndeki bölüm revaklı şadırvanlı avlu olarak düzenlenmiştir. Avlunun çevresini saran revaklar doğu ve batı yönünde ikişer sıra kuzey yönünde ise tek sıra halindedir. Avlunun ölçüleri asıl ibadet mekanında ana kubbenin örtüğü alanın genişliği ile aynıdır. 
  • Şipoli (devşirme) başlıkları kullanıldığı, sütunlara dayanan revaklar, küçük çapraz tonozlarla örtülmüştür. 
  • Manisa Ulu Camii önemli kılan pek çok özelliği vardır. Bu özellikler arasında revaklı şadırvanlar avlusunda yer alsa  bile asıl önemli yanı merkezi kubbe gelişiminde önemli bir basamak  teşkil eden harim düzenidir. Asıl ibadet mekanında ikisi kıble duvarına başı 6'sı serbest olmak üzere toplam 8 destek üzerine oturan 10,80 mt. çapındaki kubbe genel plan özellikleri itibari ile ulu camiler kategorisinde değerlendirilir. Manisa Ulu Caminde artık mihrap önü kubbesi olmaktan çıkmış ve kapalı mekanın neredeyse 3'te 1'ini örter hale gelmiştir. 
  • Mihrap önü kubbesinden  merkezi kubbeye uzanan gelişim çizgisinde Manisa Ulu Camii'nden önce bu yönde çabaların öne çıktığı yapılar olarak Silvan Ulu Camii, Kızıltepe Ulu Camii ve Van Ulu Camii görülmektedir. Kapalı bölümde kubbenin örttüğü mekan dışındaki alanlar bu yapıya özgü bir örtü elemanı olan kare tonozlarla örtülmüştür. 
  • Manisa Ulu Cami'nin bu plan kuruluşu 1447 yılında Sultan II. Murat'ın Edirne'de inşa ettirdiği  Üç Şerefeli Cami'nde daha olgunlaşmış olarak karşımıza çıkacak ve Klasik Osmanlı mimarisinin ana eğilimini belirleyecektir.
  • Caminin minberi de en az plan kuruluşu kadar önemli bir sanat eseri Amile el-Hac Muhammed bin ''Abdil'aziz ibn ed-Dakki'' abanoz ağacından biçimlendirdiği bu sanat eseri ahşap işçiliğinin en nadide örnekleri arasında yer alır. Aynı ustanın bir başka eseri de Bursa Ulu Caminde bulunmaktadır. 
  • Kuzey cephede yer alan renkli taş kakmalarla süslü portal de İshak bey 1376 tarihli kitabesi bulunmaktadır. 
  • Avlunun bu cephesine 2 sıra pencere açılmıştır. Sırlı tuğlaların farklı dizilimi ile renkli ve gösterişli bir görünüm kazanan minare avlunun batı duvarına bitişik olarak yükselir. Aynı yönde bulunan batı kapısından medreseye girilmektedir. Çapraz tonozlu bir koridordan tek eyvanı bir avluya ulaşılır. 
  • 2 katlı medresenin doğusunda cami duvarına bitişik olan mekan türbe olarak düzenlenmiştir. Türbenin önündeki genişçe bir koridor cami ile medrese arasında bağlantıyı sağlamaktadır. 
  • Medrese asimetrik bir plan kuruluşuna sahip olup giriş cephesinin iki köşesinde birer çeşme yer alır. Emet bin Osman tarafından inşa edilen külliyede medrese camiden iki yıl sonra tamamlanmıştır.
  • Anadolu Türk mimarisinde bütüncül olarak değerlendirildiğinde Manisa Ulu camii üst örtü kompozisyonu genel plan kurgusu ile Osmanlı mimarisinde örnek alınan yapılardan bir tanesidir. Dengeye oturmuş olgunlaşmış plan şeması avlu kısmı ile revaklı şadırvanlı kesim aynı ölçülerde sütunlara oturan kemerlerin taşıdığı bölüm
Menteşeoğulları ( Muğla ve çevresi )

Balat İlyas Bey Camii 



  • Bugünkü adı Balat olan eski miletos da  Menteşe beyi İlyas bey tarafından hicri 826 miladi 1403 yılında yapıldı. 
  • Camii esasında küçük bir külliyenin parçasıdır. Caminin inşasında çoğunlukla milet harabelerinden alınan devşirme malzemeler kullanılmıştır. 
  • Kare planlı caminin cümle kapısına bulunduğu kuzey cephede ana beden duvarlarından ileri doğru çıkıntı yapan ancak iki yanı kapalı tutulmuş giriş revakı son derece özgün bir cephe tasarımı sunar ortada mermer bloklardan meydana gelen büyük niş kemer içindeki yüzey cephenin en ilgi çekici özelliklerini taşır. Büyük niş kemerinin iki yanında bulunan iki küçük mihrabiye stalaktit kavsaralar ile süslüdür. Giriş revakı zeminden 60 cm yükseltilmiş olup 3 basamaklı merdivenle çıkılmaktadır. Kare kaideler üzerinde stalaktit başlıklı iki sütun cepheyi 3 bölüme ayırmaktadır. Bu sütunlar 3 yay kemerle birleşmekte ve bunlarında üzerinde 3 adet bursa kemerli niş yer almaktadır. Yay kemerli 3 açıklığın orta kısmı diğerlerine oranla biraz daha geniş tutulmuş ve caminin giriş kapısını oluşturmuştur. 2 yan bölüm ise sütun başlıklar hizasında kadar etrafını mukarnaslı frizlerin kuşattığı mermer şebekelerle kapatılmıştır. Geometrik geçmeler halinde işlenmiş bulunan şebekeler her iki yanda da farklı kompozisyon özelliklerini sergiler. Orta açıklığın  yay kemer üzerinde kalan dolgu içerisine 3 satır halindeki inşa kitabesi yerleştirilmiştir. Yapı da yan ve arka cepheler hemen hemen  birbirinin aynıdır. Ancak 2 sıra halinde düzenlenmiş bulunan pencereler etrafındaki tenzinat hepsinde ayrı ayrı işlenmiştir.
  •  Dövme demir şebekeli 1.sıra pencerelerin hemen üzerinde geometrik desenli mermer şebekeler bulunan 2 sıra pencereler yer almıştır. Profilli saçak silmeleri ile sonlanan ana beden duvarları üzerinde deko içeride başlayan kubbe kasnağı önce bir silme ile kesilmektedir. 
  • Harim mekanı örten 17 mt. çapındaki yarım küre kubbe tamamen muntazam sıralar halinde dizilmiş kiremitlerle kaplanmıştır. Yapının minaresi günümüze ulaşmamıştır. Dış cephelerde olduğu gibi iç mekanda da duvarlar tromp hizasına kadar mermer kaplıdır. Kıble duvarı ortasında ana beden duvarının üst seviyesine kadar yükselen mermer mihrap duvardan yaklaşık 30 cm. çıkıntı yapmaktadır. Caminin avlusu etrafında U şeklinde konumlanmış bazı yapı kalıntıları bulunmaktadır. Bunlardan kuzeydeki kesme taştan inşa edilmiş kare planlı bir yapı özelliği sunar. Güney cephesi eyvan şeklinde büyük bir kemerle avluya açılan bu yapı muhtemelen avlu etrafında bulunan medresenin dershanesini oluşturmaktadır. Batı yönünde bulunan binalar ise fevkani olup üst örtüleri çökmüş ve tam bir harabe haline gelmiştir.
Milas Firuz Bey Camii veya ( İmareti ) 




  • Milas'ın Yıldırım Beyazit tarafından 1391 de fethinden hemen sonra yapılmıştır. Camii menteşe sancağına bey olarak atanan Firuz bey'in eseridir. Camii ters T planlı bir yapı olup yanları kapalı bir son cemaat yeri bulunmaktadır. 3 bölümden oluşan son cemaat yerinde cümle kapısının yer aldığı orta bölüm kubbe ile örtülmüş enine dikdörtgen mekanlar halinde düzenlenen yan kısımlar ise beşik tonozla örtülmüştür. Orta bölüm 5,38 x 5,60 mt. ölçülerinde olup bindirme tekniğinde bir kubbe ile örtülmüştür. Orta bölümün iki yanında küçük birer oda yer alır. Zemin kotu orta bölümden daha yüksek tutulan bu odalara kapıdan sonra merdivenle ulaşılmaktadır. Girişin tam karşısında orta bölüme kemerle açılan mescit mekanı yer alır. Yaklaşık 8,40 mt. çapında bir kubbe ile örtülen mescit mekanının orta bölümlerle bağlantısı oldukça dar bir kemerle sağlanmıştır. Soldaki 1,35 mt. sağdaki ise 1,99 mt. kalınlığındaki bu farkın sebebi orta bölümün güneybatı köşesinde minarenin yer alıyor olmasıdır. Camii cümle kapısı üzerindeki 1,20 x 1,30 mt. lik Arapça inşa kitabesine göre Mübarizaddin Hoca Firuz bey tarafından hicri 799 miladi 1396 yılında yaptırılmıştır. Yapının tüm cephelerinde ikişer sıra pencere açıklığı yer alır. Kasnak kısmında ise yuvarlak pencereler açılmıştır.
                                             ( 17 Aralık 2018 Pazartesi Ders Notu )

Aydınoğulları

Selçuk İsa Bey Camii




  • Aydınoğullarının en önemli eserlerinden biridir. Aydınoğlu İsa bey tarafından H.776 M. 1375 yılında yaptırılmıştır. Kitabesinde yapıyı inşa eden mimarın Ali İbn-El Dimişki adında şam'lı bir mimar olduğu anlaşılmaktadır.
  • Mimarın şam'lı olması yapının plan şemasına da olabildiğince yansımıştır. Çünkü Selçuk İsa bey caminin plan şeması ana hatlarıyla Şam Emeviye caminde olduğu gibi. Kıble duvarına paralel uzanan sahınlar ile mihrap önünde bu sahınları boydan boya kesen dikine bir orta sahından oluşmaktadır. Kıble duvarına paralel uzanan sahınlar düz ahşap çatı ile örtülmüştür. Mihraba dik orta sahın ise geleneklere uygun olarak kubbelidir. Harim kısmının kuzeyinde ahşap çatılı revaklar ve ortada sekizgen mermer havuz olan bir avlu bulunur. Klasik osmanlı mimarisinin ana ögelerinden biri olan  revaklı, şadırvanlı avlu Manisa Ulu Caminden önce burada uygulanmış olması bu yapıyı ayrıca önemli kılmaktadır. Ancak bu şema anadoludaki tek uygulama değildir. Diyarbakır Ulu Camii bazı Artuklu camilerinde de karşımıza çıkar
  • Sahınları ayıran dört piramit sütundan üçünün orjinal mukarnas başlıklar birinin ise kompozit tarzda bir roma başlığı vardır. 19.yy'da cami kervansaray'a dönüştürülmüştür. Mihrabın bulunduğu yerden bir kapı açılmış ve mihrabın üst kısmı izmir deki kestane pazarı camine konmuştur. Caminin doğu batı portalleri üzerinde birer minare  yer alır. Ancak batı yönündeki minare kapsamlı bir onarım görmüş. Doğu yönündeki minare ise tamamen yıkılmıştır. Burada Niğde Sungurbey caminden sonra beylikler döneminin ikinci çifte minare uygulaması görülür.
  • Cami ve avlu boyunca uzanan batı cephesi mermerle kaplanmış iki sıra halindeki pencereleri ve diğer dekoratif ögeleri ile Selçuklu etkisi gösteren anıtsal bir cephe özelliğine sahiptir. Cephedeki mukarnaslı ve renkli taş süslemeler arasında düğümlü çeşmeler yer alır.
  • Cephede mukarnaslı ve renkli taş süslemeleri arasında düğümlü geçmeler yer alır. Bu ögeler yine Suriye kaynaklı zengi etkisini yansıtmaktadır.
  • Avlu duvarında yamalı hane motifleri var, antik yapılardan devşirilmiş malzemeler mevcut
  • Kör pencereler işlevsiz kapalı pencereler var.
Birgi Ulu Camii




  • Germiyanoğlu ordusunun komutanlarından biri olan Mehmet bey Batı Anadolu da antik Lidya ve İyonya bölgesinde babası aydın beyin adıyla anılan bir beylik kurmuştur. Birgiyi bu beyliğin merkezi yapmıştır. Aydınoğulları döneminde inşa edilen eserlerden bir İzmir ödemiş ilçesine bağlı Birgi bucağında yer alan 1312-1313 tarihli Birgi Ulu camidir. Birgi ulu camii birgi deresinin doğusunda kuzeyden güneye doğru meyilli olan bir arazi üzerinde inşa edilmiştir. Yapının doğu ve kuzey cepheleri ortasında birer taç kapı yer alır.
  • Bu iki taç kapı üzerindeki inşa kitabelerinde külliye özelliği gösteren yapılar topluluğunu aydın oğlu Mehmet beyin inşa ettirdiği anlaşılmaktadır. Külliye bütünlüğü içerisinde yer alan camii hemen batısında bulunan Mehmet beyin türbesi ile aynı avluyu paylaşmaktadır. Ancak külliyenin diğer yapıları olan hamam, medrese ve hazine günümüze ulaşmamıştır. Yapının cepheleri ve taç kapıları oldukça yalındır ve her cephesinde 2 sıra halinde pencereler yer alır. Küçük bir meydana bakan ve ana cepheyi oluşturan doğu cephesinin alt bölümü moloz taşlarla örülmüş üst bölümü ise değişik bloklarda kesme taş ve mermer bloklarla kaplanmıştır.
  • Cephenin ortasında yer alan mermer taç kapıya 4 basamaklı merdivenle ulaşılmakta olup taç kapı çerçevesi düz silmelerle oluşturulmuştur. Basık kemerli girişin üzerinde inşa kitabesi onunda üstünde aynı boyutlarda dinsel içerikli ikinci bir kitabe yer alır. Bu cephede en dikkat çeken unsur cephenin güney köşesinde yerden 2,5 mt yükseklikte dikdörtgen bir niş içinde yer alan devşirme aslan heykelidir. Kuzey cephe ortasında yer alan cümle kapısına ise 6 basamaklı merdivenle ulaşılır. Kapı açıklığı üzerinde 2 satırlık Arapça inşa kitabesi yer almaktadır. Birgi ulu caminin az rastlanan özelliklerinden biride minarenin güney batı köşede yer almasıdır.
  • Mermer bloklarda oluşturulmuş bir kaide üzerinde yükselen tuğla minarenin firuze renkli sırlu tuğlaların baklava ve zigzag biçiminde sıralanması ile süslenmiştir. Bu minarenin diğer bir özelliği de Batı Anadolu en eski tarihli tuğla minare olmasıdır. Dolayısıyla bu özelliği Selçuklu camilerinin tuğla minarelerini hatırlatır. Caminin plan şeması kıble duvarına dik 5 sahın dan meydana gelmiştir. Yan sahınlardan daha geniş ve daha yüksek tutulan orta sahın tromplu mihrap önü kubbesi ile olabildiğince vurgulanmıştır. Zemin kotu oldukça düşük tutulan camide sütunlar ve sütun başlıklarının devşirme olduğu görülür. Harem mekanına doğu yönündeki kapıda 4 basamaklı kuzey yönündeki kapıdan iki basamaklı merdivenle inilir. Caminin Selçuklu geleneğine bağlanan mozaik çinili mihrabında patlıcan moru renginde geometrik yıldız geçmeli süslemeler görülür. Yapının minberi ve pencere kapaklar 14.yy ahşap işçiliğinin en nitelikli örnekleri arasında yer alır. Ceviz ağacından künde kari tekniğinde yapılmış olan minber Selçuklu üslubunu devam ettirmektedir.
  • Minber üzerinde çok sayıda Arapça kitabe bulunmakta olup bunlardan çoğu dinsel içeriklidir. Minberin yapım tarihini ve yapan ustanın adını veren kitabeler minberin sağ tarafında yer alır. Bu kitabelere göre minber 1322 yılında Muzafferüddin bin Abdül Vahid adında bir usta tarafından yapılmıştır.
  • Minberin 1995 yılında çalınan kapı kanatları Londra'da bir müzayede de satılmak üzereyken ele geçirilmiş tekrar yerine konmuştur.
                                                  ( 23 Aralık 2018 Pazartesi Ders Notu )


Karamanoğulları ( Ermenak, Konya, Karaman )
  • Konya çevresinde uzun süren bir beylik kendilerini Selçuklu nun varisi olarak görmeleri hem nicelik hem de nitelik yönünden son derece kayda değer Dönemin And. coğrafyasında sanat ve mimarlık alanında yön veren eserler ortaya koymuşlardır.
  • Oğuzların Avşar boyuna mensup olduklarını öğreniyoruz. And. coğrafyasına gelmeden önce azerbaycan bölgesinde yaşamışlardır. And. Sivas ve civarına göç ediyorlar. Burada yaşıyorken yarı göçebe bir yaşam tarzı sürdürüyorlar. Sivas civarında dönemin Selçuklu sultanı Alaaddin Keykubat tarafından Ermenek ve civarına yerleştiriliyorlar. Keykubat'ın bu politikasının nedeni Kilikya civarında Ermeniler yaşıyor. Keykubat Selçuklu ile Ermeniler arasında bir tampon bölge oluşturmak için bu bölgeyi Karamanoğullarına veriyor. Karamanoğullarının soyu dönemin ünlü şeyhlerinden ünlü sufilerinden Nure Sufi veya Nuri Sufi ile beylik 1256 yılında kuruluyor. 1483'e kadar varlığını sürdürüyor. Kösedağ savaşında aldığı mağlubiyet Selçuklu otoritesini değiştiriyor. İlhanlı'ya bağlı hale geliyor. 1250-1308 Karamanoğulları bağımsız kalıyor. Karamanoğullarının bir kısmı Ortodoks Grek alfabesi ile yazıyor.
İbrahim Bey İmareti
  • Dönemin önemli yapılarından biri olan imaret İbrahim bey tarafından 1433 tarihinde yaptırılmış olup bitişiğinde İbrahim bey türbesi karşısında ise bir çeşme yer alır. Geniş bir bahçenin ortasında konumlanan külliyeye basık yay kemerli bir kapıdan girilmektedir. 2 kat halinde planlanan ana yapı kubbe ile örtülmüş bir avlunun etrafında şekillenir. Kuzeye bakan girişin karşısında tonozlu bir eyvan eyvanın iki yanında kubbeli odalar ve sağdaki odaya bitişik bir türbe yer alır. Avlunun iki yanında tonozlu küçük odalar bulunmaktadır. Giriş cephesinin sağ köşesinde minare yüksek ve yine giriş koridorunun sağ tarafındaki merdivenlerle ikinci kata çıkılmaktadır. Üst kattaki yan odalar tonozla örtülü dikdörtgen odalar halinde olup mazgal vari pencerelerle dışa açılmaktadır.
  • Tamamen kesme taşla inşa edilmiş olan yapının girişinde bir revak düzenlemesi yer alır. Kapı açıklığının sivri kemer bir kabara motifi iri bir palmet ile süslenmiştir. İki renkli geçme fresklerle yapılmış olan kapı kemeri mukarnas dekorlu konsolları üzerine oturmaktadır. Avluyu örten büyük kubbe taştan yapılmış olup 4 köşede pandantifler üzerine oturur kubbenin ortası açık bırakılmış açıklığın altına ise bir havuz yerleştirilmiştir. Eskiden kubbe eyvan'ını süsleyen çinilerden sadece bazı kısımlar kalabilmiştir. Yapının zengin süslemeli çini mihrabı ise şu an İstanbul arkeoloji müzelerindeki Çinili Köşk'te sergilenmektedir. İmarete ait ağaç işlemeli 2 kapı  kanadı da Çinili Köşk'te bulunur. Ömer bin İlyas ustanın eseri olan kapılar üzerinde Arapça olarak ''Kapısı açıktır giriniz malı mübahtır yiyiniz'' yazar.
  • İbrahim bey inşa ettirdiği imaret için pek çok Vakıflar tahsis etmiş bunları yazılı vesikalar halinde tespit etmenin yanı sıra kıble eyvanının iki yanındaki kubbeli odalara kitabe halinde de yazdırmıştır. Yapı kütlesinin güney batı köşesinde bir çıkıntı oluşturan türbe kare planlı olup dıştan piramidal bir külah ile örtülüdür. Üst örtünün alt tarafında mukarnaslı bir friz uzanır. Tümüyle kesme taştan inşa edilmiş olan türbenin içinde İbrahim bey ile 2 oğluna ait olmak üzere toplam 3 lahit vardır. İmaretin karşısında bulunan çeşme sivri kemerli derin bir niş halindedir.
  • Kemerin iki tarafında birer kabara motifleri ile kemerin etrafını çeviren 3 sıra halindeki geniş bordürler ile palmetlerden oluşan zengin bir süsleme görülür
Karaman Hatuniye Medresesi
  • Murat Hüdavandigar'ın  kızı ve Karamanoğlu Alaaddin bey'in karısı Nefise hatun tarafından 1382 yılında yaptırılmıştır. Kesme taştan inşa edilen yapının mimarı kapının sol köşesindeki kitabeye göre Numan bin Hoca Ahmet'tir. Yapının dış cephesindeki süslemeler ana beden duvarlarını bir hayli aşan beyaz mermerden anıtsal portal yüzeyinde toplanmıştır.
  • Avlunun iki yanında revaklar ve revakların gerisinde 3'er kubbeli medrese odaları yer alır. Avlunun sağındaki revaklar tamamen yıkılmış soldaki revaklar ise sadece sütunlar kalmıştır. Mevcut izlerden ana eyvanın önceleri lacivert ve siyah renkli çinilerle kaplı olduğu anlaşılmaktadır. Eyvanın sağ tarafındaki kubbeli oda kışlık dershane mekanı olup hafif sivri kemerli ve zengin işlemeli bir kapısı vardır. Eyvanın sol tarafında ise Nefise hatun'un türbesi yer alır. Yapının pek çok yerinde yoğun bir biçimde görülen süslemelerde rumiler, palmetler ve daha başka bitkisel motiflerle Mührü Süleyman kompozisyonu oluşturan unsurlar olarak kullanılmıştır.
  • Açık avlulu medrese planında inşa edilmiş
  • Yapı hem Selçuklu kısmen Osmanlı özellikleri gösteriyor. Günümüzde restaurant'a dönüştürülmüştür.
                                                  ( 06 Ocak 2019 Pazartesi Ders Notu )

Ürgüp Damse Köyü Taşkın Paşa Külliyesi
  • Karamanoğulların dan kalan bu külliyenin inşa tarihi belli değildir. Külliye, Camii, Yazlık mescid ve iki türbeden oluşmaktadır. Camii çok destekli çok bölümlü plan şemasında inşa edilmiş olup mihraba dik üç sahından meydana gelir kesme taştan inşa edilen yapıda sahınları oluşturan kemerler mermer boşlukta üzerine oturmaktadır. Yapının üstü mihrap önü dışında 11 tonoz ile örtülmüş mihrap önünde ise pandantifler üzerinde yükselen küçük bir taş kubbe üzerinde yer almıştır. Caminin portali oldukça zengin bir süslemeye sahip ise de bu süslemeler sonradan yapılan badana nedeniyle bozulmuştur. Yapının özgün mihrabı ve minberi Ankara etnografya müzesindedir.
  •  Caminin avlusuna girilince sağ tarafta yazlık mescid ve caminin özgün minaresi yer alır. Mescid kemerlerle avluya açılıyor ise de kemerler sonradan örülerek kapatılmıştır. Külliyenin diğer fonksiyonel birimleri olan türbelerden bir Emir Hızır bey oğlu İlyas bey'in torunu Hasan bey'e ait olan türbedir ve altıgen planlıdır. Diğer türbe ise kare planlı olup hicri 743 miladi 1342 tarihlidir.
Davgandos Camii
  • Bir yapısı özelliğinde olup kitabesi ve inşa tarihi bulunmamaktadır. Kesme taştan inşa edilmiş yapı yine taştan örülmüş kubbe ile örtülüdür. Caminin girişinde 3 bölümlü bir son cemaat yeri bulunur. Ana beden duvarı olduğu gibi mihrap ve minberlerde taştan yapılmıştır. Harim mekanını örten kubbe pandantifler üzerine oturmaktadır.
  • Karamanoğulları diğer modelleri kıble duvarına paralel sahınlı camilerdir.
Arapzade Camii
  • Kıble duvarına paralel 4 sahından oluşan camii düz çatılı sade bir yapı olup 1374-1420 yılları arasında inşa edilmiştir. Mihrap önünde ki kemer 2 sütun üzerine diğer kemerler ise payeler üzerine oturmaktadır. Kesme taştan inşa edilen caminin bazı kısımları sonradan kerpiçle onarılmıştır. Üst örtü önceleri düz toprak dan iken sonra çatı yapılarak kiremitle kaplanmıştır. Yağmur suyunu akıtmak için kullanılan özgün çörtenlerden sadece 1 tanesi kalmış diğerleri kırılmıştır. Bu çörten bitkisel motiflerle bezeli bir ejder başı şeklindedir. Caminin kuzey doğu köşesinde bir minare doğu kapısında ise boş bir kitabe vardır. Caminin asıl kitabesi zengin bir süslemeye sahip olup batı porteli üzerinde yer alır.
Dikbasan Camii
  • Kıble duvarına paralel 4 sahınlı ve kesme taştan yapılmış camiye fasih camide denmektedir. Mihrap duvarına yerleştirilen bir çini levhaya hicri 840 tarihi işlenmiş ise de bunun yapıya ait olup olmadığı bilinmemektedir. Yapı kemerler üzerine oturan düz toprak damla örtülü iken sonradan kiremitle kaplanmıştır. Kemerleri taşıyan payelerin yan taraflarına mukarnaslı kavsaralar işlenmiştir. Caminin içindeki kemerlerden biri üzerinde bulunan ebced hesabı ile hicri 920 miladi 1514 tarihli bir kitabe Yavuz Sultan Selim bir onarıma işaret eder. Yapının kuzey tarafında önceleri mevcut bulunan bir medrese bugün tamamen yok olmuştur.
Ermenak Ulu Camii
  • Önemli bir yapıdır. Ermenak da bulunan camilerin en büyüğü olup ceviz ağacından işlenmiş kapı kanadındaki kitabesine göre Karaman oğlu Mahmut bey tarafından 1302 yılında yaptırılmıştır. Kıble duvarına paralel 3 sahından oluşan camii 28 sıra halindeki ağır taş payeleri birbirine bağlayan sivri kemerler üzerine düz toprak damla örtülmüştür. Caminin batısında bulunan son cemaat yeri de aynı şekilde örtülmüştür. İçten ahşap tavanlı camii sadece mihrap duvarındaki 6 pencere ile son cemaat yerindeki iki pencereden ışık almakta olup loş bir harim mekanına sahiptir. Son cemaat yeri dışarıya 4 kemerle açılır. Avlusu bulunmayan caminin alçı mihrabı üzerinde bazı çini izleri kalmış olup bordürlerinde Kur'an dan ayetler yazılıdır. Evliya Çelebi bu yapıdan bahsederken ''Kapının önünde yan sofaları var. Harem misal bir kat kapı dahi vardır. Bundan gayri harem üzre yoktur. İçinde 24 ağaç sütunlar, kirişler ile areste tahta tavandır.'' der.
  • FİNAL SINAVI
  • 22 Ocak 2018 Çıkmış Final Soruları
  • Aşağıdakilerden ikisini cevaplayınız.
  • 1. İbrahim bey İmareti planı, mimarisi ve süsleme özellikleri hakkında bilgi veriniz
  • 2. Selçuk İsa bey camii plan, mimari, süsleme özellikleri açıklayınız.
  • 3. Manisa Ulu Camii plan, mimari, süsleme ve 14.yy Anadolu Türk mimarisinin gelişimi açısından önemini ifade ediniz. 






















17 Kasım 2018 Cumartesi

14. yy. Anadolu Türk Beylikleri Mimarisi ( Vize Sınavı )



14. yy. da Anadolu :

  • Anadolu'nun 14. yy'da içinde bulunduğu durumu farklı boyutlarıyla siyasi, sosyal, kültürel, askeri, ekonomik açıdan anlamaya çalışmalıyız. 
  • Anadolu coğrafyasında  14. yy hazırlayan sebebler  nelerdir dediğimizde en başta Moğol akınları gelmektedir. Moğol ordusu aileleri ile sefere çıkıp gittikleri yere yerleştikleri için çok kapsamlı bir dönüşüme yol açmıştır. Moğollar asyanın doğusundan yola çıkıyorlar bu da batıya doğru kitlesel göçlere neden oluyor. Bu göç anadolu coğrafyasında sosyal düzeni altüst ediyor. Akabinde moğollar geliyor. 1243 Kösedağ savaşı Selçuklular yeniliyor. Bu yenilgi tam bir kırılmaya yol açıyor. Bu tarihten itibaren Selçuklu sultanları otorite uygulayamaz hale geliyorlar. İktidar erkini kaybediyorlar. Anadolu Selçuklu'nun yıkıldığı 1398'e kadar moğol hanlarına bağlı hale geliyorlar. Bu anadolu coğrafyasında bir boşluğa yol açıyor. Anadolunun çeşitli yerlerinde 25-26 civarı müstakil beylikler kuruluyor. Hepsi 14.yy kurulmuş beylikler değil, kimi Selçuklu varlığını sürdürüyor iken bir beylik olarak ortaya çıkıyor.
  • 14.yy da Anadolu coğrafyasında toplumsal yapı; farklı etnik gruplar vardır. Ermeniler, Rumlar, Türkler. Sosyal ve ticari yaşamda birlikte ve içiçeler.Türkler daha çok devlet memuriyeti, askeri sınıfı oluşturuyorlar.  Yaşadığı yere göre toprak, tarım, hayvancılık ile uğraşıyorlar. Gayrimüslimler el sanatları, zanaat, ticaret işlerinde. Gayrimüslimlerin nüfusa oranı zaman içerisinde azalıyor. 14.yy da Anadolu Türkler iki farklı yaşam tarzı benimsemişlerdir. Yarı göçebe veya yerleşik coğrafyanın imkan verdiği yerlerde yerleşik yaşam biçimine geçmişlerdir. Yarı göçebe yaşam tarzını yörüklerde görmekteyiz. Yaylak ve kışlak yerleşiminden. Gezgin İbn Battuta'nın seyahatnamesine göre anadolu nüfusu 3,5 milyondur.
  • 13.yy dan itibaren anadoluda yaşayan toplum ticareti düzenleyen ahilik teşkilatını (kardeşlik) oluşturuyor. Ahilik teşkilatı zaman içerisinde kurumsallaşıyor. Kentlerde toplumsal yaşamı düzenleyen kurumlar haline geliyorlar. Beledi hizmetleri sunan bir kurum gibi. Bazı kuralların çok sistematik ve net bir şekilde uygulanması ticaret hayatında bir düzen yaratıyor. Bu dönem dericilik çok önemlidir. Kırşehir, Kastamonu bazı anadolu şehirlerinde dericiliğin geliştiğini görüyoruz. Kastamonu da Mor Safian, Batı anadolu şehirlerinde Kırmızı Safian( Keçi derisi ) üretiliyor ve başka ülkelere ithal ediliyor. Bunun yanı sıra kumaş, halı ve ipek dokumacılığı önemli bir üretim koludur. Denizli ve Alaşehir kumaş dokumacılığının yaygın olduğu şehirlerdendir. En çok kırmızı renk dokunuyor. MÖ 6.yy dan itibaren Çin de üretilmeye başlanan ipek zamanla başka yerlerde de yaygınlaşıyor. Anadolu coğrafyasında 6.yy da Bizans döneminde ipek üretildiğini biliyoruz. Bursa önemli bir ipek üretim merkezidir. Halı dokumacılığı Türklerin en eski meşguliyetlerinden birisidir. Bu yaşam stilinin getirdiği bir sonuçtur. Çadırın etrafı, zemini bu tür dokumalarla çevriliyor. Yün olan bu halılar ısı izolasyonuda sağlıyor. Farklı şehirlerde teknikler aynı ama renk ve motiflerde farklılık bulunmaktadır. Halka yayılmış ev içi üretim modelidir. Pamuk üretimi yaygın, işlenmiş bakır, gümüş, susam, bal, bal mumu, şap (antiseptik) tıpta kullanılan malzeme, kereste, mazı=meşe, koyun ve at ihracı, at yetiştiriciliği ( özellikle Karamanoğlulları) O dönemde ipek yolu son derece önemlidir. Asyanın doğusundan başlıyor bütün asya coğrafyasını katederek anadoluya geliyor. Belirli noktalarda kollara ayrılıyor. Yaklaşık uzunluğu 10.000 km.dir. MÖ 6.yy dan itibaren var olduğu bildiğimiz ticaret yolu 15.-16. yy'a kadar etkin bir şekilde kullanılmıştır. Alternatifleri oluşunca eski önemini yitiriyor. Antalya ve Alanya limanlarına kadar ulaşan ipek yolu, akdeniz havzasındaki ülkelere ürünlerin dağılmasını sağlıyor. Kuzey de ise Sinop  limanı  ile Karadenizdeki ülkelere buradan mallar gidiyor. Anadolu coğrafyasını hem kuzey güney doğrultusunda hem de doğu batı doğrultusunda baştan başa kateden ana ticaret aksları var. Bunlara bağlı tali yollar var. O bakımdan gelişmiş bir yol ağı var. Selçuklular döneminde bu yollar üzerine çok sayıda kervansaray inşa ediliyor. Selçuklu bilinçli bir politika izleyerek bu kervanların güvenliğini sağlamak adına veya anadolu coğrafyasında ticari hayatı canlı tutmak adına sigortacılık sistemini geliştiriyorlar. Suriye, Mısır, Venedik, Cenova, Floransa (italya şehirleri) gibi akdeniz havsasındaki bütün ülkelere ihracat yapıyor.
  • 14.yy'da yazılı türk edebiyatı Türkler anadoluya 11.yy.da gelmeye başlsamasına rağmen ancak 13.yy ikinci yarısından itibaren Türkçe olarak yazılı Türk edebiyatı örneklerinin verilmeye başlandığını görüyoruz.
  • Türklerin yönetim anlayışına baktığımızda bunun bariz uygulamalarını hem Selçuklu'da hem de Osmanlı'da görüyoruz. Bulundukları coğrafyanın siyasetine, kültürüne, sanatına çok çabuk adapte olurlar. Türk sanatının zenginliği buradan gelmektedir. Hunlar dan Osmanlının sonlarına kadar bazı unsurları kesintisiz olarak görürüz. Bunun yanı sıra sürekli Türk sanatına katılan yeni şeylerde vardır. Büyük Selçuklu döneminde İran da varlık gösterirken mimari süsleme o bölgenin genel mimarisinden büyük bir etkilenme sözkonusudur. Anadoluda bambaşka bir karakter kazanma söz konusudur. Devlet yönetimine baktığınızda o bölgenin yerli insanları üst mevkilere rahat bir şekilde yükselebiliyorlar. Örneğin; Nizamülmülk farisi kökenlidir. Vezir konumuna yükselmiştir. Osmanlı da bu coğrafyada yaşayan yerli halktan veya devşirme olarak getirilmiş insanlar Sırplar, Boşnaklar, Rumlar, Gürcüler vb. Osmanlı döneminde Vezirlik, Paşalık yapmış insanlardır. Bu kültürel etkileşime son derece açık bir durum sözkonusudur. 
  • 11.yy ortalarından itibaren anadoluda var olan Türk toplumu 13.yy ikinci yarısına kadar kendi dilinde yazılı edebi bir eser ortaya çıkarmıyor. Çünkü fars kültürünün etkisi çok güçlü bir şekilde devam ediyor. Özellikle anadolu coğrafyası ortaçağda iki büyük göç dalgasına maruz kalıyor. Biri 11.yy da diğeri 13.yy da gerçekleşiyor. (Moğol istilası nedeniyle) Anadolu Selçuklu ya baktığınızda Konya ve çevresinde İran dan bu topraklara göç etmiş insanların oluşturduğu koloniler var. Bunlar saray çevresinde etkin durumdalar. Farsça konuşuyorlar farsça yazıyorlar. Selçuklu Sultanlarında Büyük Selçukludan itibaren farsça geleneği söz konusudur. Resmi yazışmalar farsça yapılıyor. Bu süreç içerisinde akla gelen mevlanadır. Horasan'ın berh şehrinde doğmuştur. Yüzlerce yıldır etkisini kaybetmeyen mesnevisidir. Anadoluda yaşayan mevlana mesneviyi farsça yazmıştır. Türkler bulundukları coğrafyanın kültürü ile o kadar hızlı entegrasyona giriyorlar ki dinleri, dilleri değişiyor , gelenekleri, yemek kültürleri değişiyor.
  • Farsça o kadar yaygın kullanılıyor ki bunun üzerine Karamanoğlu Mehmet bey bir ferman yayınlıyor. 13 Mayıs 1277 tarihinde yayınlanan fermanda ''Bugünden sonra hiç kimse sarayda, divanda, meclislerde  ve seyranda Türk dilinden başka dil kullanmaya'' bu tarihten sonra Anadolu coğrafyasında yazılı Türk edebiyatının eserleri ortaya çıkmaya başlıyor. Halk taşrada kendi arasında Türkçe konuşmaktaydı. Sarayda ve çevresinde resmi yazışmalarda farsça olmaktaydı. İki ayrı oluşumdan söz etmek gerekiyor. Yunus Emre halkın içinden gelen birisi olarak halkın düşüncelerine tercüman oluyor. Mevlana ise daha entellektüel bir çevrenin içinden geliyor. Osmanlıda  padişahlarının bazıları şairdir. Fatih, Kanuni gibi. 15.yy -16.yy da şiirlerini farsça yazıyorlar. Bu da siyasi tavırdan ziyade dilin edebiyata ne kadar yatkın olduğu ile alakalıdır. Osmanlıcanın özünü oluşturan üç dil var. Arapça, Farsça ve Türkçe dir. Türk toplumunda sözlü edebiyat çok gelişmiştir. Ağıtlar, türküler vardır. Yazılı türk edebiyatının anadolu coğrafyasındaki ilk örneklerinden bir tanesi Aydınoğlu uluğ beyin gazalarını anlatan eserdir. Germiyanoğlulları yazılı edebiyatın gelişmesine çok önem vermişlerdir. Germiyanoğlu II.Yakup beyin Kütahya da inşa ettirdiği imaret yapısı var. İnşa kitabesi taş üzerine yazılı vakfiye özelliği göstermektedir. 14.yy bazı büyük şairlerinin Germiyanoğlu sarayında yetiştiğini biliyoruz.
  • Karamanoğulları; Ermenak, Konya, Karaman
  • Eşrefoğulları; Beyşehir
  • Germiyanoğulları; Kütahya, Afyon
  • Hamidoğulları; Isparta, Burdur
  • İnançoğulları ; Denizli
  • Aydınoğulları ; Aydın ve çevresi
  • Saruhanoğulları ; Manisa ve çevresi
  • Karesioğulları ; Balıkesir, Bergama, Çanakkale
  • Osmanoğulları ; Söğüt, Bilecik
  • Candaroğulları ; Kastamonu, Çankırı, Sinop
  • Menteşoğulları ; Muğla ve çevresi
  • Ramazanoğulları ; Adana, Antalya
  • Akkoyunlular ; Diyarbakır ve çevresi
  • Karakoyunlular ; Doğu ve Güneydoğu Anadolu
  • Dulkadiroğulları ; Elbistan ve çevresi
  • Sanat ve mimarlık dönemi nasıldır. 14.yy beylikler dönemini genel bir tablo çizersek. Anadolu Selçuklu dönemi sanat ve mimarisi ile Osmanlı dönemi arasında bir köprü dür. Bu dönemin sanatında ve mimarisinde aslında hem çok özgün karakteristik yapılarlada karşılaşıyoruz. Her bir beyliğin kendine has bir tarzı üslubu ortaya çıkıyor. Bu beylikler arasında kaydadeğer beklenmedik etkileşimlerle karşılaşıyoruz. Bu beyliklerin sınırları coğrafi özelliklere göre şekilleniyor. Her bir bölgede farklı bir mimari kültür ve gelenek var. Bu beyliklerin ortaya koyduğu eserlerde farklılık sergiliyor. Doğu anadoluya baktığınızda örneğin Akkoyunluların mimari eserlerine Suriye mimarisinin etkilerini yansıtan renkli taş işçiliği veya o yöreye ait olan siyah bazalt taş, cephe tasarımında suriyeyi referans alan örneklerle karşılaşıyoruz. Burada daha çok diyarbakır ve çevresindeki şehirlerle bir etkileşim sözkonusudur. Bu kültürlerin sanat, mimari ve estetik anlayışı doğrultusunda bir takım yapılar ortaya çıkıyor. Orta Anadoluya geldiğimizde farklı bir durumla karşılaşıryoruz. Batı Anadoluda Aydınoğullarının inşa ettiği Selçuk İsa bey camii gibi çok daha farklı bir mimari karakter ile karşılaşıyoruz. Batı Anadolu antik dönem eserlerle yoğun olan bir mirasa sahip bu coğrafyada yaşayan insanlarda onları görünce estetik unsurlardan etkileniyorlar. Bu yapı kalıplarını alıp inşa ettikleri yeni yapılarda kullanıyorlar. Her bir bölgede farklı bir mimari estetik anlayış ile karşılaşıyoruz. Bu şu anlama gelmiyor. Bunlar tamamen birbirinden bağımsız kopuk mimari üretimler değil. Çünkü anadolu coğrafyası hepsi aynı kökten geliyor aynı kaynaktan besleniyor. Bunun yanında çok bariz şekilde birbirini etkilemiş yapılar da sözkonsudur. Örneğin; Aydınoğullarının Birgi de inşa ettiği cami yapısı gerek mimari strüktür açısından gerek plan şeması açısından gerek süsleme özellikleri açısından baktığımızda çok karakteristik Selçuklu Ulu camisi ile karşılaşıyoruz. Bunun yanı sıra Selçukta inşa ettikleri Ulu camiye baktığınız zamanda bizi Şam Emeviye Camiine götürüyor. Çünkü burada sanatçı faktörü işin içerisine girmektedir. Ali İbnel Dimişki (Şamlı Ali) Selçuk İsa bey camiinin mimarıdır. Şamdan geldiği için Şam Emevi camii karakterini Selçukta inşa ettiği İsa bey camiye yansıtmıştır. Mesela Manisa Ulu camii anadolu türk mimarisinin en önemli yapılarından birisidir. Çünkü mimarlık tarihinde bazı üst örtü elemanları vardır. Bu kullanılan üst örtü elemanlarına baktığınızda genellikle üç şekilde çıkar. Ya düz toprak damdır ya tonozdur yada kubbedir. Düz toprak dam çoğunlukla daha mütavazi daha iddiasız yapılarda karşımıza çıkar. Tonoz ve kubbe daha anıtsal nitelikteki yapılarda görülür. Mimaride kubbe ve tonozun birlikte kullanımı son derece yaygındır. Yapının bir bölümü tonoz bir bölümü kubbe ile örtülüdür biz bunu selçukluda da, karahanlılar da veya Osmanlıda da görürüz. Örneğin Bursa da Hüdavandigar camii. Anadolu Türk mimarisi biraz daha önceki dönem mimarisinden ayrıştığını görürüz. Yavaş yavaş kubbeye doğru bir eğilim var. Kubbenin daha yoğun kullanılması yönünde bir istek olduğu anlaşılıyor. Osmanlı mimarisine geldiğimişde zaman geçtikçe tonozun tamamen ortadan kalktığını bütün yapının yapı içerisindeki bütün mekanların küçük veya büyük farklı kubbelerle örtüldüğünü anlıyoruz. Şunu söyleyebiliriz kubbe Osmanlı mimarisinin ana eğilimini oluşturuyor. En tipik en karakteristik özelliğini oluşturuyor. Osmanlı mimarisi genellikle kubbe mimarisi şeklinde de ifade edilir. Bu kubbeye doğru eğilim nasıl ilerliyor ve nerede sonlanıyor. Özellikle klasik dönemde merkezi kubbe olarak tanımladığımız mekan plan formu ortaya çıkıyor. Özellikle Mimar Sinan bu plan tipolojisinin en anıtsal örneklerini inşa ediyor. Edirnedeki Selimiye Camiisi ile noktayı koyuyor. Edirneye gelinceye kadar sürekli deneme çalışmaları ile karşılaşıyoruz. Plan şemasında farklı varyasyonlar kubbenin farklı kullanımları farklı çaplarda farklı mekan formları üzerine oturtulması nihayetinde Edirne ile merkezi kubbe formuna ulaşılıyor. Neden bu kadar önemli dediğimizde Türk mimarlarının önünde sembolik bir yapı var. Ayasofya o dönemin koşulları içerisinde çok önemli bir yapıdır. 30 metreyi aşan kubbe çapı mimari strüktürü Türk mimarlarında onu bir ideal haline getiriyor. Türk mimarları sürekli ona yaklşama iddiasıyla veya onun kada anıtsal bir yapı inşa etme iddiasıyla eserler ortaya koyuyorlar. Manisa Ulu camii 1376 yılında inşa edilimiş Saruhanoğulları bir eseridir. Merkezi kubbe gelişiminde çok önemli bir örnektir. Çünkü Edirne Selimiye camiinde 8 destek üzerine oturan çardak sistemini biz esasında daha önce Manisa Ulu camiinde görüyoruz. Bir anlamda bir model oluşturuyor. Bir bütün olarak baktığınızda harim ve avlu mekanı, simetri, plan şemasındaki denge, sekiz destek üzerine oturan kubbe bütün bunlar Osmanlı mimarisi için son derece önemli karakteristik özellikler. Daha önce hep mihrap önü kubbe olarak Anadolu Selçukluda görüyoruz. Manisa Ulu camii ile ilk kez merkezi kubbeye geçiliyor. İslam mimarisinin erken dönemlerinden itibaren baktığınızda kıble duvarına dik veya paralel sahın düzenini içeren bir plan şeması ile karşılaşıyoruz. Bu plan şeması bütününde mihrap önünde bir kubbe yer alıyor. Bu sembolik bir kubbe anlam derinliği kazandırıyor. Bu yüzeden kubbe mihrap önü kubbesi olarak bir gelenek haline geliyor. Ancak sonraki süreçte Anadoluda Kızıltepe Ulu caminde Silvan Ulu caminde Van Ulu caminde bu mihrap önü kubbesinin çapı giderek büyüyor. Harim mekanının daha geniş bölümünü örter hale geliyor. Manisa Ulu camine geldiğinizde modüler birim sistemine göre planı oluşur. Harim bölüm bütünlüğünde 28 modüler birim vardır. Bunun üzerindeki kubbe mekanın üçte birini örter hale gelmiştir. Manisa Ulu caminde mihrap önü kubbesi artık merkezi kubbeye evriliyor. Buda Osmanlı döneminde Üç Şerefeli camii onun ardından Mimar Hayrettinin inşa ettiği Beyazid camii daha gelişerek devam ediyor. Bu dönemin sanatçıları çoğunlukla gezici sanatçılar gezici ustalar çünkü bu kültür havzasında çokca sanatçının yetiştiği yerler var. Mesela ahlat, tebriz gibi. O dönem kitabelere baktığımızda usta isimleri doğdukları köy kasaba ile birlikte yazılır. Örneğin Divriği Ulu camii mimarı ahlatlıdır. Taş ustalarının bol olduğu bir yerdir ahlat, tebriz ipek yolu üzerinde yer alan bir kent kültürel zenginlik kültürel derinlik vardır. Bunlar sürekli bir yerden bir yere yapı inşa etmek için yer değiştirirler. Örneğin Bursa Yeşil camii gezici ustalar grup halinde inşa ediyor. Oradan manisaya geçiyorlar. Ustalar yapıları inşa ettikleri her yerde o yöreye özgü bir estetik ile karşılaşıyorlar. Böylece kültür ögeleri yer değiştiriyor. Şam Emeviye camiinin etkisini çok uzakta İsa bey camisinde de görüyoruz. Bu dönemin sanat ve kültür programını irdelerken iki boyutu göz önünde bulundumak gerekli. Hem etkileşim sözkonusu hem de özgün karakteristik sözkonusudur.
  • Osmanlı mimarisinin genel karakteristiğine baktığınızda Selçuklu mimarisinin genelinden ayrıştığını görüyoruz. Birtakım temel ögeler formlar varlığını sürdürür. Örneğin Selçuklu mimarisinin zaviyelerinde görmüş olduğunuz plan şemasının fonksiyonu Osmanlı dönemi tabhaneli yapılar devamıdır. Bunun yanında süsleme sanatlarında görmüş olduğuz rumi palmet gibi motifler Osmanlı da da devam eder. Bunun yanı sıra Osmanlı mimarisi giderek Selçuklu sanatından ayrıştığını daha farklı bir kimliğe büründüğünü görürüz. Bunu iki nedeni var. Birincisi Osmanlı kendisini hiçbir zaman kendisini Selçuklunun varisi olarak görmemiştir. Selçuklunun mirasçısı olarak gören Karamanoğullarıdır. Karamanoğulllarının eserlerinde Selçuklu etkisini hissedersiniz. Aynı coğrafyada varoldukları için. İkinciside Osmanlının var olduğu ve egemenlik kurduğu coğrafyada antik dönem bizans roma kültürü üzerine oturuyor olamasıdır. Bunun Osmanlı mimarisine olan etkileridir.





Karakoyunlular :

  • Karakoyunlular doğu anadolu ve güneydoğu anadolu uç bölgelerinde kurulmuş bir beyliktir. 1380-1469 yılları arasında var olduğunu görüyoruz. 
  • 1284-1291 yılları arasında Erbil Nahçıvan civarında yerleşik olan bir türkmen topluluğudur. Bünyesinde bir çok türk boyunu barındırmaktadır. 14.yy ortalarında moğol hanlığının parçalanması ile birlikte bağımsız bir birliğe dönüşür. En parlak dönemini Kara Yusuf zamanında yaşamışlardır. Kara Yusuf tebrize yerleşerek burayı başkent ilan ediyor. Kendi adına para bastırıyor. Timur'a karşı Osmanlı ile ittifak kuruyor. Bu ittifak Ankara savaşının fitilini ateşliyor. 15.yy ın ikinci çeyreğinde Cihan Şah Karakoyunlu tahtına oturuyor. Ülkenin sınırları doğu anadolu güneydoğu anadolunun bir kısmı kuzey ırak kuzey iran gibi bölgeleri de içine alacak şekilde bir hayli genişlemiş oluyor. Ancak Cihan Şah Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan ile girdiği mücadeleyi kaybederek tebrizi terk ediyor. Böylece Karakoyunlu devleti yıkılarak tarih sahnesinden çekilmiş oluyor.
  • Karakoyunlu yapısı Van Ulu camii ve kuzey ırak da Tebriz Gök Mescid hem mimari strüktür olarak farklı plan şeması olarak hem de süsleme özellikleri olarak farklıdır. Bulunduğu bölgenin özelliklerini ne şekilde yansıttıklarını görmek bakımından önemli olacaktır. Anadoludaki ulu camilerin temel plan özelliklerine baktığımızda çok destekli çok bölümlü yapılar olduğunu görüyoruz. Birçoğu da anadoludaki merkezi kubbe gelişimi açısından önem arzediyor.
Van Ulu Camii :


  • Van Ulu Camii zengin süslemeli tuğla bir yapı olup doğu anadolu bölgesinde Karakoyunluların hakim olduğu topraklar da önemli bir gelişmeye işaret etmektedir.
  • Daha 1913'de  harap durumda görülen camii sonraki yıllarda tamamen yıkılmış. Yalnızca minarenin gövdesinden bir parça kalmıştır. Bachman'ın yayınladığı plan ve resimlere göre mihrap önünde 9 metre  çapında bir kubbe yer almaktadır.
  • 5 serbest payeye ve mihrap duvarına oturan bu kubbenin içi her biri ayrı süslemelere sahip olan mukarnasla dolgulanmıştır. Kubbenin örttüğü alanı çevreleyen yanlarda iki kuzeyde 3 sıra  halindeki çapraz tonozlar. Sekizgen payelere oturtulmuştur. 
  • 1970-73 yıllarında yapılan kazılar sonunda Camii kalan kısımları ile yeniden ortaya çıkarılmıştır. Duvarların alt kısımlarında kesme taş üst kısımlarda payalar ve tonoz örtüde ise tuğla kullanılmıştır. Ayrıca zemininde altıgen tuğlalarla döşeli olduğu anlaşılmaktadır. Yapının güneydoğu köşesinde yıkılmış halde meydana çıkarılan ve temizlenen sekizgen tuğla paye ve yelpaze şeklinde dört yana açılan tonoz başlangıcı Van Ulu Camiinin yapı tekniği ve tahmini yüksekliği hakkında fikir vermesi bakımından oldukça önemlidir. 
  • Kazı sonucu elde edilen bulgular yapıda çini süslemenin hiç kullanılmamış olduğunu bunu yerine zengin tuğla ve stucco süslemelerin hakim olduğu ortaya koymuştur. Bu süslemeler Büyük Selçuklu sanatına özellikle de Kazvin Mescid-i Cuma'sının tuğla  terrakota ve stucco süslemelerine bağlanmaktadır. Van Ulu Camii bu üslup benzerliği nedeniyle kazvinden gelen Büyük Selçuklu sanatını çok iyi bilen bir usta tarafından yapılmış olmalıdır.
  • Tarih bakımından caminin inşası için en uygun devir Kara Yusuf'un Timur istilasından önceki ilk saltanat yılları (1389-1400) olarak görülmektedir. Kazılarda ele geçirilen tonoz yıkıntıları duvar süslemeler harcın cinsi ve tekniğide bu kanıyı güçlendirmektedir.
  • Plan şemasına baktığımızda belirgin olarak öne çıkan özellik mihrap önü kubbesinin yapının bütününe oranla bir hayli büyümüş olmasıdır. İslam cami mimarisinde ulu cami plan geleneği şüphesiz emevilerle birlikte ortaya çıkıyor. Emeviler döneminde inşa edilen ilk yapılara baktığımızda kubbe duvarına paralel veya dik sahınlı camiler şeklinde oluştuklarını görüyoruz. Bu plan formu islam coğrafyasının her yerinde güçlü bir şekilde etkisini gösteriyor. 13.yy da inşa edilen bazı yapılar. Mesala Silvan Ulu cami, Kızıltepe Ulu cami, Van Ulu camii çok destekli mekansal oluşum sözkonusu o yüzden Ulu cami diyoruz. Öte yandan Ulu camilerin tipik özelliği olan mihrap önü kubbesi yavaş yavaş çapı büyüyor. Burada Osmanlı merkezi kubbe gelişiminin Osmanlı öncesininde olduğunu görüyoruz. Van Ulu caminin plan yapısıda bu temele oturuyor. Mihrap önü kubbesinin bu denli büyük tutulması sonraki süreçte merkezi kubbe gelişimini desteklemesi açısından önem teşkil ediyor.
  • Ana beden duvarları taş, üst örtüsü destek sistemi tuğla, minare formu semerkand buhara civarındaki minare formunu taşımış olduğu görüyoruz. 
  • Yapı içerisindeki süslemeler ağırlıklı olarak tuğla ve stucco, 14.yy bu doğrultuda plan sergileyen bir başka cami Manisa Ulu cami önünde bir revaklı avlunun yer alması boyutlara ve oranlara baktığınızda harim mekanı ile avlunun nerdeyse eşit boyutlarda olması bir simetri oluşturması harim mekanında kubbenin etrafını saran iki yanda iki sıra kuzeydeki sahınlar avluda revak sıralarına dönüşüyor. Kubbenin örttüğü tavan ile avlunun açık kısmı aynı ölçülerde düzenlenmiş. Merkezi kubbe gelişimi açısından tam anlamıyla bir sıçrama Manisa Ulu camii sonrasında Edirne Üç şerefeli camii plan şeması farklılaşıyor iki yanda ikşer kubbeli sahınları görüyoruz ortadaki merkezi kubbe ortada altıgen iki serbest paye aynı zamanda kuzey güney duvarlarına oturuyor. Önünde revaklı şadırvanlı avlusu var. Bu plan şemasının zirvesini temsil eden yapı Selimiyedir.

Tebriz Gök Mescid :

  • Tebriz ipek yolu üzerinde bulunur. Bu kente ticaret zenginlik refah getirmiş kültür ve sanatın gelişmesine son derece önemli katkılar sağlamıştır. İranın kuzeyinde bulunan şehir tarihte birçok ülke arasında el değiştirmiştir. 17.yy da osmanlı kayıtlarına baktığımızda 30-35 bin civarı nüfusun bu kentte yaşadığını anlıyoruz. Kentin oldukça gelişmiş bir ekonomisi var. Dericilik, dokumacılık, ipek üretimi çok yaygındır. İpek yolunda Ziyan dan malı alan kervan taşkurgan civarına geliyor. Aynı şekilde batıdan gelen kervanlarda buraya geliyor burada mal değişimi yapılıyor. Burası istasyon görevi görüyor. Sonrasında tebrizden geçerek anadoluya ulaşıyor.
  • Gökmescid 1465 yılında inşa edilmiş. Yapı bazı kaynaklarda muzafferiye bazı kaynaklarda Cihan Şah imareti adlarıyla anıldığını görüyoruz. Yapının içi dışı her yanı firuze renkli çinilerle kaplı olduğu için halk tarafından gök mescid denilmektedir.
  • Burası Külliye yapısı olarak inşa edilmiş. Günümüze ters T planlı yapısı dışında hiçbiri ulaşmamıştır. Külliye içinde medrese, hamam, sufi tangahı, kütüp hane, bağıbegüm denilen bahçe, 55 dükkanlı bir çarşı yapısı
  • Yaygın kanı Cihan Şah tarafından inşasına başlandığı Cihan Şah'ın ölümü üzerine eşi ve Saliha Sultan tarafından tamamlandığı yönündedir.
  • Giriş cephesinde 60 cm kalınlığında çini bordür halinde bir kitabe görüyoruz. Bu kitabede bir isim zikrediliyor Nimetullah İbn-i Muhammed Bevvap bu yapının süsleme programını düzenleyen ustadır.
  • Yapnın plan şemasına baktığımızda kaynaklarda iki farklı plan şeması karşımıza çıkıyor. Genel olarak çok büyük farklılıklar olduğunu söyleyemeyiz. Ama belli noktalarda bazı detayların değiştiğini görüyoruz. Her iki plan şemasında da Ters T planlı söz konusu, ortada kubbeli alan onun etrafında daha küçük kubbeler ile örtülmüş yan kanatlar veya sahınlar yer alıyor. Ters T plan formunun  orta aksı yani kıble yönüne doğru uzayan kanat ise ayrıca kubbe ile örtülmüş dört yöne derin kemerlerle genişliyor. Haçvari bir plan şeması söz konusu yapının bu kısmı türbe yapısı olarak düzenlenmiş. En belirgin farklılık burada ortaya çıkıyor. Soldaki planda köşeler 90 derecelik açı oluştururken sağdaki planda köşelerin pahlanmış olduğunu üç yüzlü olarak dışarıya yansıdığını görüyoruz. 
  • Kubbeli alanın etrafı üç yönde daha küçük kubbelerin örttüğü sahınlarla çevrelenmiş. Ters T plan formunun orta aksını oluşturan ve kıble yönüne doğru bir çıkıntı meydana getiren kanat ise ayrıca bir kubbe ile örtülmüş. ve dört yöne doğru derin kemerli eyvanlarla genişleyen bir mekan özelliği gösterir. Yapının mimarisindeki en belirgin farklılık da burada görülmektedir.Yayınlarda gördüğümüz plan şemalarında birinde türbe kısmının kıble yönündeki köşelere doksan derecelik açı oluştururken diğer plan şemasında köşeler pahlanmış ve çokgen bir cephe haline gelmiştir veya üç kenarlı bir cephe haline gelmiştir. 
  • Plan şemasının diğer detaylarına bakacak olursak yapı kuzey güney istikametinde konumlanmış. Kuzey cephe son derece anıtsal minarelere merdivenler ile erişim sağlanıyor. Anıtsal portal derin bir niş halinde düzenlenmiştir arazideki eğimden dolayı kuzey cephe yukarıda kalıyor. Ortadaki kubbe ana kubbe son derece kalın kütlesel ayaklara oturtulmuş. Tam bir sekizgen meydana getiriyor. Merdivenler ile ikinci kata erişim sağlanıyor. İkinci kat ortadaki kubbeyi çevreleyen sahınların üstünde oluşuyor. Mihrap ile anıtsal bir portal ile aynı aks üzerinde yer alan kemerli bir açıklıkla türbe kısmına geçiyoruz.Ana yapı kütlesi ile türbe kısmını birbirine bağlayan açıklık veya bağlantı sadece ortadaki açıklık kemerden ibaret değil iki yanda daha küçük kapılar ile türbe mekanına geçilebiliyor. Türbe mekanı bir kubbe ile örtülmüş ancak dört yöne eğik eyvanlı kemerlerle genişleyen bir yapı. Mekanın bu şekilde genişlemesi hem dört yöne vurgu yapması hem de merkezi mekana vurgu yapması bakımından karşımıza çıkıyor. Asıl sorun bu yapı bir mescid ise burasıda mescid mekanı ise bunun mihrabı nerde çünkü burası bir türbe yapısı muzafferiye imareti(yapı anlamında 15.yy öncesi) olarak adlandırıldığını söylemiştik. Buradan anlıyoruz ki burası sadece mescid değil çok amaçlı bir yapı medrese olarak kullanılıyor, içerisinde türbe var, barınma ihtiyacı olanların konakladığı yapı. Ana yapı kütlesi ile türbe arasındaki bağlantıyı sağlayan kemerli açıklık bununla ilgili tarihi kaynaklarda birtakım ifadeler var. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Sultan Hasan camii adıyla bahsediyor. Sultan Hasan camiini Azerbaycan hükümdarlarından Uzun Hasan'ın yaptırdığını Fatih ile yaptığı savaş sonucunda yenilmesi üzerine tebrize kaçtığını ve burada öldüğünü kabrininde bu caminin güneyinde bulunduğunu belirtiyor. Ayrıcı yapının içi dışı mihrabı kubbeleri mahfili son derece sanatkarane biçimde bezenmiş olduğunu söylüyor. Seyahatnamede ''mihrabın iki yanında kehribara benzeyen iki taş parçası veya sütun vardır. Bu taşlar üzerine güneş ışığı düştüğünde rengi kırmızıya döner. ve hatta güneş battıktan sonra bile taştan yansıyan ışık ile camii içinde kitap okumak mümkün olabilir'' diyor. Burada sembolik bir anlam var. İslam dünyasında mihrap cennete giden yoldaki kapı anlamında bir  gönderme var. O yüzden mescid mekanından türbe yapısına geçişin sağlandığı kapı aynı zamanda mihrap işlevide görüyor. Bunu destekleyen başka işaret ortadaki kemerli açıklığın iki yanında birer kapı daha yer alıyor olması.
  • Bu tip yapılara ters T planlı camiler denmiş. Daha eski kaynaklarda bu tip yapıların taphaneli camiler,  zaviyeli camiler veya çok işlevli camiler veya fütüvvet camiler olarak adlandırıldığını görüyoruz. Bu plan formunun ortaya çıkışı 15.yy ikinci yarısı bu plan yapısını 10.yy'a kadar görebiliyoruz. Karahanlı döneminde inşa edilen Talhatan baba cami bu plan şemasının en erken örneği olarak kabul edilir. Daha sonraki süreçte anadolu coğrafyasında selçuklular zamanında inşa edilen bazı zaviye yapılarının bu plan formunda biçimlentdiğini görürüz. Erken Osmanlı mimarisinde uygulanan başlıca üç plan tipinden birisidir. Osmanlı döneminde çok gelişim gösteriyor. 
  • Bütünüyle tuğla ile inşa edilmiştir. Günümüzde büyük kayıplar var. Anıtsal portar çinilerle kaplı. Kapı ile portalin orantısı çok. Bütün yüzeylerin bezemeli olduğu anlaşılıyor. Üst örtü yeniden inşa edilmiştir. Bazı yerlerde süslemelerin mevcut olanın kompozisyonu devam ettirilmiştir. Tam ortada mescid mekanından türbeye açılan açıklık. İki yanda kapılar var. İki katlı yapı. Ortadaki alanı çevreleyen bir yapı ikinci kat. Bu yapı anadolu dışındaki önemli Türk eserlerinden bir tanesidir. Pekçok yapı ile bir ilişki kurgulanmış. İsfahan da mescidi şah veya  Bursa Yeşil camii ile ilişkilendiriliyor mimari ve süsleme özellikleri bağlamında. Ortaçağda gezici ustalar  şehir şehi geziyorlar ve yapılar inşa ediyorlar. Mimari ve dekoratif özelliklerin geniş bir coğrafyada hızlı bir şekilde yayılmasını sağlıyor. O dönemde bu ustaların çokça yetiştiği merkezler var. Ahlat, Tebriz gibi. Bursa Yeşil cami inşa edilirken İlyas Ali bin Ali adındaki kişi Timurun anadolu istilasından sonra Semerkanda dönerken beraberinde götürdüğü ustalardan birtanesi. Semerkanda gittiğinde Timurlu mimarisini yerinde görüyor. Daha sonra anadoluya tebrizli ustalarla birlikte dönüyor. Çelebi Sultan Mehmet Bursa Yeşil cami inşatı ile görevlendiriyor. Tebriz sanatsal ve mimari anlamda son derece güçlü gelenekleri iyi ustaların yetiştiği yer. O bakımdan Gök Mescid ile Anadoludaki Bursa Yeşil cami arasında bu bağlamda ilişki kurulur. Gök Mescid ile anadoludaki bir yapıyı ilişkilendirmek gerekiyorsa Çinili Köşkü ilişkilendirmek lazım. Fatih in topkapı sarayının bahçesinde inşa ettirdiği köşk yapısı. Çini özelliklerine baktığımızda hem kompozisyon hem motif anlamında gerçekten Tebriz Gök mescid ile büyük benzerlikler bulunur.
  • Anıtsal portal bütünüyle çini kaplı, ana beden duvarları tuğla dokusu, türbe olarak fonksiyonlandırılan kısmın Selçuklu çinileriyle benzerlik firuze. Yapı şu anda çeşitli amaçlarla kullanılıyor. Stilize bitkisel motifler mührü süleyman dediğimiz altı köşeli yıldız rumiler palmetler kufi sütunceler en ince detayına kadar. Teknik olarak mozaik çini tekniği karşımıza çıkıyor. Parçaların kesilip alçı zeminde bir araya getirildiği bir teknik Mukarnaslı kavsara içerisinde çarkıfelekler var. Kufi hat sanatının pek çok çeşiti karşımıza çıkıyor. Türbe bölümünde başka bir bezeme anlayışı ile karşılaşıyoruz.Tek renkli patlıcan moru çinilerin üzerinde altı yaldız motifler var. Merdivenle gömü odasına gidiliyor



İlhanlılar :
  • 1256-1335 yıllarında Cengiz Han'ın torunu Hulagu tarafından İran'da kurulmuş moğol hanlığıdır.
  • Anadolu'nun önemli bir kısmını ele geçirmişler. İran ve Anadolu da önemli eserler  inşa etmişlerdir. Camii yapıları çok iddialı değildir. Mezar, Medrese yapıları öne çıkmaktadır. 
  • Yapıların plan şemaları kurguları birbirinden farklılık göstermektedir. İlhanlılar İran da o bölgenin mimari ortamına uygun yapılar anadoluda ise bölgeye uygun yapılar inşa etmişler. Anadolu Selçuklu mimarisi 13.yy baskın bir kültür oluşmuştır.
Amasya Anber B. Abdullah Darüşşifası :



  • İran kültüründe Darüşşifa yerine Bimarhane / Bimaristan sözcüklerinin yaygın olduğunu görüyoruz.
  • Sultan Olcayto / İlduş Hatun adına 1308-1309 yılları arasında azatlı köleleri Amber bin Abdullah tarafından inşa ettiriliyor.
  • Poliklinik hizmetleri ve Tıp eğitiminin verildiğini görürüz. Önemli hekimler vardır. Sabuncu zade Şerefeddin bin Ali burada 14 yıl hekimlik yapıyor. 1465 yılında Kitabül Cerrahiye minyatürlü yazma eser hazırlanıyor. 19.yy a kadar buradan birçok hekim yetişiyor. Evliya Çelebi de bu yapıdan miskinler tekkesi olarak bahsediyor.
  • Doğu Batı ekseninde konumlanmış. Dikdörtgen planlı bir yapı kütlesidir. Bimarhanenin anıtsal girişi batı cephesinin ortasında yer almış. Cephenin iki köşesinde kuleler yer alıyor. Anıtsal portalden bir giriş eyvanına ulaşıyoruz. Giriş eyvanın derinlemesine gelişen dikdörtgen bir avluya açılıyor. Girişin tam karşısında ana eyvan konumlanmış. Ana eyvanın ve giriş eyvanının iki yanında tonozlu dikdörtgen odalar bulunmakta avlunun kuzey ve güney kenarlarında tek sıra halinde düzenlenmiş revaklar görülür. Revakların gerisinde ise 3'er kapı ile avluya açılan uzun dikdörtgen koğuşlar halinde düzenlenmiş mekanlar bulunmakatadır. Yapının plan şemasını tamamlayan diğer unsurlar ise giriş yönündedir. Dikdörtgen odalarla koğuşlar arasında yer alan dar dikdörtgen mekanlardır. Bu mekanlar eksenden kaymış olmakla birlikte plan şemasında bütünlüğünde 4 eyvanlı avlu şemasını tamamlayan unsurlar olarak kabul edilir.
  • Anadoluda ortaçağın sağlık kuruluşlarından birtanesidir. Açık avlulu medrese özelliği gösteriyor. Doğu batı istikametinde konumlanmış dikdörtgen planlı bir yapı,  yapıya batı cephesinin ortasında yer alan anıtsal portalden giriliyor. Basık yay kemerli açıklığından geçilerek bir eyvana giriliyor. Giriş eyvanıda avluya açılıyor. Dikdörtgen avlunun iki yanında revaklar var. Avlunun devamında giriş ile aynı eksen üzerinde yer alan ana eyvanı görüyorsunuz. Ana eyvan ve giriş eyvanın iki yanında köşelerde tonozlu birer dikdörtgen oda yer alıyor. Revakların gerisindeki mekanlara baktığımızda sanki bölünmüş üçer oda gibi değerlendirebilirsiniz ama değil. Kesik çizgiler kemerlerin iz düşümü burası uzun dikdörtgen koğuşlar halinde düzenlenmiş mekanlar. Ancak buna rağmen revak altına üçer kapı ile açılıyor. Bu yönü ile enteresan, diğer özellik de koğuş şeklindeki mekanlar ile batı odasındaki odalar arasında görmüş olduğunuz küçük dikdörtgen dar tonozlu mekanlar var her iki tarafta da. Bu tonozlu mekanların nasıl bir işlevi olabilir. Bunlarda kemerle açılıyorlar. Esasında somut bir işlev tanımlayamıyorsunuz. Herhangi bir amaçla kullanılabilir. Ama burada bu şekilde mekanların oluşturulması soru işaretlerine neden oluyor. Bu şöyle yorumlanıyor. Türk mimarisinde dört eyvan şeması adını verdiğimiz bir plan kuruluşu var. Biz bunu çok farklı yapı tiplerinde ve farklı coğ.görüyoruz. Camilerde, medreselerde, hanlarda, hamamlarda, saray yapılarında kervansaraylarda var. Dört eyvan şemasının idealize olmuş formu. Eyvan sayıları değişebiliyor. Kimi yapılarda iki eyvanlı, tek eyvanlı. İdealize olmuş hali dört eyvanlı kurgu. Bu medresede giriş ve ana eyvan olmak üzere iki eyvan görüyoruz. Ancak yan cephelerde bu mekanlar asimetrikde olsa eksenden kaymış da olsa kuzey ve güney yönündeki eyvanları oluşturuyor. Böylece yapı bütünlüğünde dört eyvanlı şema tamamlanmış oluyor. Neden girişe çekilmiş diye sorguladığımızda yapının işlevi ile alakalı. Bölünmemiş koğuş şeklinde mekanlara ihtiyaç varmış. O yüzden mekanları bölmemek adına yan eyvanları daha dar tutmuşlar ve girişe doğru kaydırmışlar. Yapının anıtsal portalde taç kapısına baktığımızda cepheyi bir miktar aştığını görüyoruz. Muntazam kesme taş ile inşa edilimiş bir yapı. Yapının dış cephesinde çok fazla süsleme olduğunu söyleyemeyiz. Ancak bütün süsleme portalde toplanmış. Girişin iki yanında pencereler etrafında yer alıyor. Onun dışında dış cephelerde süsleme görmüyoruz. Mukarnas kavsaralı portal nişinin ortasında basık yay kemerli kapı açıklığı var. Bu basık kemerli yay üstünde kilit taşında bağdaş kurmuş insan figürü yer alıyor. Portal yüzeyinde bordürler halinde düzenlenmiş taş oyma tekniğinde süslemeler görüyoruz. Geo-bitkisel formlu süslemeler karşımıza çıkıyor. Karakter olarak baktığımızda Selçuklu etkisini ne kadar yansıttığını görebilirsiniz. Ancak İlhanlı dönemindeki yüzek süslemelerinde şöyle bir farklılık ile karşılaşıyoruz. Selçuklu yapılarındaki süslemeler daha yüzeysel ama ilhanlı döneminin süslemelere baktığımızda plastik etkileri daha güçlü yüksek kabartmalar halinde süslemeler ile karşılaşıyoruz.
Erzurum Yakutiye Medresesi :



  • Taç kapı kitabesine göre 1310 yılında Sultan Olcayto / Bulgan Hatun adına Hoca Yakut tarafından yaptırılmıştır.
  • Medrese Selçuklu döneminin kubbeli medrese  geleneğine uygun olarak inşa edilimiştir. Batı cephesindeki anıtsal taç kapıdan dikdörtgen giriş holüne geçilir. Giriş holünün iki yanında ikişer oda yer almaktadır. Giriş holünün bitişiğindeki odalar hole açılırken köşe mekanları birer kapı ile doğrudan orta avluya açılmaktadır. Avlu T kesitli 4 paye üzerine oturan ortası açık bir tonozla örtülüdür. Medresenin kuzey, güney ve doğu yönünde olmak üzere üç eyvan yer alır. Kuzey ve güney eyvanlarının iki yanında ikişer oda bulunmaktadır. Güney eyvanı aynı zamanda yazlık mescid mekanı olarak düzenlenmektedir Ana eyvan konumundaki doğu eyvan diğerlerinden daha yüksek ve geniş olup arkasındaki sekizgen planlı türbeye bir pencere ile bağlanmaktadır. Doğu eyvanın iki yanında birer salon yer alır. Söz konusu salonlardan kuzeydekinin özgün durumu kaybolmuştur. Salonun köşesindeki merdivenden türbenin dua mekanına merdivenin altından ise gömü odasına geçilir. Medresenin giriş cephesinde 2 köşede birer minare yükselir. Hem bu özelliği hem de plan kuruluşu ile dönemin diğer önemli medreseleri olan Erzurum ve Sivas çifte minareli medreselerin son derece yoğun etkileri olduğu görülmektedir. 
  • Bu yapıda da tüm süsleme  yine giriş cephesinde ve portalde toplanmıştır. Mukarnas kavsaralı portal nişini çevreleyen bordürlerin her birisi farklı kompozisyon özellikleri sergiler. En dışta ise geniş mukarnaslı bordür tüm portal yüzeyini kuşatmaktadır. Dönem üslubuna uygun olarak özellikle bitkisel motifler olabildiğince  iri yapılmıştır. Taç kapının iki yan yüzeyinde de önemli süslemeler yer alır. Bu süslemelerden alttakiler sembolik anlamı olan bitkisel ve figürlü süslemelerdir. Kemerli birer sağır niş içine alınan komp. alttan bir yarımküre onun üzerinde bir dünya ağacı ağacın altında birbirine dönük iki aslan en üstte ise bir kartal yer alır. Bu kompozisyon üst kısmındaki süslemeler ise geo-bitkisel bordürlerden oluşan dikdörtgen panolar  halindedir. 
  • Moğol imp. dünya tarihinin gördüğü en büyük imp.dan birisidir. Çok kısa sürede neredeyse asya coğrafyasını tamamına yayılmış. Avrasya coğ. bütün taşlar yerinden oynuyor. Öylesine güçlü bir etki yapıyor. Siyasi, jeopolitik, kültürel, ekonomik açıdan. Kısa ömürlü olmasına rağmen etkisi çok güçlü olmuştur. Erzurum Yakutiye Medresesi plan şemasına baktığımız zamanda Amber bin Abdullah Darüşşifasında olduğu gibi doğu batı ekseninde konumlanmış dikdörtgen bir yapı kütlesi olarak karşımıza çıkıyor. Anıtsal portal batı cephesinin ortasında yer alıyor. Girişin iki köşesindede birer kule yükseliyor. Anıtsal portalden girdiğimizde Darüşşifada giriş eyvanına geçiliyordu. Burada ise giriş holüne geçiliyor. Sonrasında kapı açıklığı ile devam ediyor. İki yanında ikişer oda yer alıyor. İki oda hole açılıyor. Diğerleri ise diyagonal kapılarla avluya açılıyor. Giriş holünden avluya geçtiğinizde T kesitli dört paye üzerine oturtulmuş ortası açık bir tonoz görüyoruz üst örtüde. Bu tonozlu mekanın etrafı revak şeklinde düzenlenmiş. Bu revaklarla orta akslarda tonoz şeklinde köşelerde ise farklı tonoz türleri olarak biçimleniyor üst örtü. Esas itibariyle üç eyvanlı bir yapı olduğunu görüyoruz. Bu eyvanlar girişin karşısında yani doğuda yer alıyor bu ana eyvan olarak düzenlenmiş diğerleri ise kuzey ve güney olaray Güney deki eyvan mihrap nişindende anlaşılacağı üzere yazlık mescid mekanı olarak düzenlenmiş. Bu kuzey ve güney eyvanların iki yanında ikişer dikdörtgen oda yer aldığını görüyoruz. Bunlarda avluya birer kapı ile  açılıyor. Ana eyvanın(doğu) iki yanında  birer dikdörtgen salon görüyoruz. Bu salonlar üst örtüde bir kemerle ikiye bölünmüş ancak kuzey yönündeki salonun özgün durumunun kaybolduğunu nerden anlıyoruz. Giriş açıklığı daha büyümüş ayrıca dışarıyada bir kapı açılmış. Bu salonun köşesinde bir merdiven var. Bu merdivenden çıkmak süretiyle türbenin dua mekanına ulaşıyoruz. Yapının doğusunda ana eyvana bitişik olarak hemen arkasına konumlanmış dışardan sekizgen içerden dairesel bir kümbet yapısı var bunda da bir dua odası var. Kuzeydeki salondan bu dua odasına merdiven ile ulaşılıyor. Merdivenin altında ise daha küçük bir açıklık var. Bu da kümbetin gömü odasına bağlanıyor. Yapının batı cephesi ve anıtsal portali cepheyi aşan son derece yoğun bir şekilde süslenmiş.Giriş deki kule devamı büyük olasılıkla yıkılmış üstü konik külah ile örtülü diğer taraftaki minare yükseliyor. Gövdesinde tuğlalarla geo bir komp.sahip Tümüyle muntazam kesme taştan inşa edilimiş. Aslında çok pencere açıklığı yok olanlarda daha mazgal açıklığı şeklinde dışarıya kapalı tutulmuş bir yapı sözkonusu. Genel olarak baktığımızda ortaçağ medreselerinin hemen hepsinde dışarıya açılan pencere sayılarının çok az olduğunu görürüz. Olan pencerelerde göz hizasının üstündedir. Bunun nedenlerinden bir tanesi burada eğitim gören öğrenciler aynı zamanda burada yaşıyorlar. Dolayısıyla dışarı ile bağlantıyı olabildiğince asgariye çekmek öğrencilerin konsantrasyonunu en üst seviyeye çıkarmak. Yapının doğu cephesindeki çokgen planlı kümbet yapısında cepheler silmelerle hareketlendirilmiş ve şaşırtmalı olarak pencere açıklıkları yer almış üstü koni külah ile örtülü ve yine medrese yapısında old.gibi muntazam kesme taş ile inşa edilmiş. Cephenin üst kısmında saçak altında kufi hatlı bir yazı kuşağı altında da bir süsleme bordürü var. Anıtsal ve portal yüzeye baktığınızda geo-bitkisel komp.bordürler halinde süslemeleri oluştuğu anlaşılıyor. Basık yay kemerli kapı açıklığının üstünde inşa kitabesi yer alıyor. Son derece yoğun bir süsleme programı var. Neredeyse bütün yüzeyler doldurulacak şekilde bir yüzey uygulaması sözkonusu. Anıtsal portalin iki yan yüzeyindeki süslemeler sağır niş içerisne alınmış bu süslemeler her iki yanında simetrik bir özellik gösteriyor. Aşağıdan yukarıya altta yarıküre onun üstünde dünya ağacı ağacın altında birbirini gören iki arslan (bunlar hükümdarı simgeliyor) dünya ağacının üstünde çift başlı kartal kabartması (devleti simgeliyor) ne yazık ki zarar görmüş onun üstünde güneş. Selçuklu etkisi var ancak yorumlamada farklılık var. (Selçuklu kartalı en güzel örneği Divriği Ulu camiinde) portal nişin iç yan yüzeylerindeki mukarnaslı dış yan yüzeyi geo bitkisel formdan oluşan dikdörtgen panolar halinde düzenlenmiş. İç mekanda avlunun üstünü örten ortası açık tonoz