1 Haziran 2016 Çarşamba

Ortaçağ Batı Sanatı (Final Soru ve Cevapları)


(1-2 numaralı sorular aşağıda resmi gösterilen ve 4.yy'da yapılan kabartmalı lahid ile ilgilidir.)

1. Lahid şu kişi için yapılmıştır; JUNİUS BASSUS

2. Kabartmalarda klasik dönemin etkisini gösteren özellikler şunlardır; ELBİSELERİN İŞLENİŞİ, BAZI FİGÜRLERDE GÖRÜLEN KONTRAPOSTO DURUŞ.

3. Hıristiyan sanatının başlangıcına işaret eden klasik özellik şudur; İDEAL ORANIN DIŞINA ÇIKILMASI, BAZI FİGÜRLERİN BAŞININ BÜYÜK YAPILMASI.

4. Üst üste yer alan iki sahnenin konusu;A)KANUN AKTARICI İSA (İSA,PAVLUS VE PETRUS)
    B)İSA'NIN KUDÜS'E GİRİŞİ.

5. Karolenj İmp.Şarlman, Bizans İmparatorluğu'ndaki dini imgelerin kullanılmasını yasaklayan İKONAKLAZMA hareketinden haberdar olmuş fakat kendi ülkesinde bunların tahrip edilmesine karşı çıkmıştır.

6. Şarlman döneminde imparatorluk ve kilise arasında kuvvet birliğine gidilmiştir. Kilisenin doğu ucu sembolik anlamda Tanrı'nın (Piskoposun) varlığını ve gücünü yansıtmıştır. Bunu karşısına gelen kısım, dünyevi yöneticiye yani imparatora ayrılmıştır. WESTWERK

7. Aachen'deki Saray Şapeli'nin planı Ravenna'daki şu Bizans Kiliselerine  benzer; ST.VİTALE Saray Şapeli'nin mimarı; METZ'Lİ ODO

8. Köln'de bulunan ve Otto devrinde inşa edilen (yaklaşık 960) bir katedralin adı; ST. PANTALEON

9. Bazı Romanesk katedrallerin içinde 3 katlı bir düzenleme yer almıştır. Katlar aşağıdan yukarı doğru şöyledir;  NEF ARKADI, TRİFORYUM, PENCERE KATI

10.  Romanesk üslup, mimaride antik Roma mimarisinde şu 3 özelliği almıştır; TONOZ ÖRTÜ, UZUNLAMASINA (BAZİLİKAL) PLAN

11. Romanesk dönem sonuna doğru kiliselerde kaburgalı haç tonozlar yapılmaya başlanmıştır. Bu anlamda ilk kiliselerden birisi İngiltere'de bulunan şu katedraldir; DURHAM KATEDRALİ

(12-13 numaralı sorular aşağıdaki resmi görülen katedral ile ilgilidir.)

12. Katedralin ismi ve üslubu; PİSA, ROMANESK

13. Etrafında bulunan 3 yapının adı; ÇAN KULESİ, VAFTİZHANE, MEZAR BİNASI

14. Katedralin planı (nef sayısı, örtü sistemi vs.); 5 NEFLİ, 3 NEFLİ TRANSEPT, TRANSEPT KARESİNİN ÜZERİNDE SİVRİMSİ KUBBE YÜKSELİR. (14.YY)

15. Bayaux Duvar Halısı'nın yüzyıl olarak tarihi ve kompozisyon konusu; 11.YÜZYIL, İNGİLTERE'NİN 1066'DA NORMANDİALI I.WİLHELM TARAFINDAN İŞGALİ.

16. Floransa'nın Gotik üslupta yapılan yönetim binasının adı Palazzo VECCHİO

17. Fransa'da Gotik üslubun başlangıcına işaret eden yenilikler ilk olarak şu katedralde uygulanmıştır; ST DENİS

18. 17.soruda bahsi geçen yapının inşasını yöneten din adamının adı: SUGER Yapıda yapılan 3 yenilik (kısaca açıklayınız): 1) BATI CEPHESİ: AÇIK, DÜZENLİ BİR TASARIMI VARDIR, GÜL PENCERE, HEYKEL İLE BEZELİ 3 KAPI 2) DOĞU KISMI: KORO YERİ, AMBÜLATUVAR    3) DUVARLAR İNCELİR, VİTRAYLI PENCERELER VS.

19. Almanya'da bulunan iki farklı üsluptaki birer katedralin adını yazınız. Romanesk üslupta: SPEYER Gotik üslupta: KÖLN KATEDRALİ

(Aşağıda resmini gördüğünüz, sunak panoları hakkında istenen bilgileri veriniz.)

20. 1.Panonun ressamı: CİMABUE (13.YY)
      2.Panonun ressamı: GİOTTO (14.YY)
21. 1.Panoyu diğerinden ayıran 3 özellik (mekanın, figürlerin, ışığın ele alınışı bakımından)
      1)GİOTTO'NUN RESMİNDE FİGÜRLER DAHA HACİMLİ YAPILMIŞTIR.
      2)IŞIK VE PERSPEKTİF KULLANIMI DAHA BAŞARILIDIR. ÖRN:TAHTIN İŞLENİŞİ
      3)GİOTTO DİĞERİNE NAZARAN DAHA İNANDIRICI BİR MEKAN YANILSAMASI YARATMIŞTIR. GOTİK (?)BİR TAHTA OTURUR... MERYEM'İN YÜZ İFADESİ, VÜCUT (?) BAŞARILI BİR ŞEKİLDE İŞLENMİŞTİR.



25 Mayıs 2016 Çarşamba

Türk İslam Tarihi ( Final Soru ve Cevapları )


Arkadaşlar, bu 3 sorudan ikisi çıkacak!

1. Büyük Selçuklu Devletini anlatınız ?
2. Anadolu Selçuklu Devletini anlatınız ?
3. Osmanlı Devletinde Lale devrini anlatınız ?

1.SORU: BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİNİ ANLATINIZ?

  • Büyük Selçuklu Devleti (1040-1157)'nin kurucusu Selçuk Bey'dir. Oğuzların Üçoklar kolunun, Kınık boyuna mensuptur.
  •  Büyük Selçuklu Devleti 1037'de devlet haline gelerek bağımsızlığını ilan etmiş. Bağdat kentini başkent yaparak önce Mezapotamya, sonrasında Anadolu ve İç Asya boylarına kadar sınırlarını genişleterek dönemin en büyük Türk-İslam devleti haline gelmiştir.
  • Dandanakan savaşı (1040) Selçuklular ile Gazneliler arasında yapılmıştır. Selçukluların kazanmıştır.Horasan ve İran toprakları Selçukluların eline geçti. Tuğrul Bey sultan ilan edildi. Devleti Çağrı Bey ile birlikte yönetti.
  • Pasinler savaşı (1048) Selçuklular ile Bizans arasındaki ilk savaştır. Doğu Anadolu Selçuklu denetimine girer.
  • Malazgirt savaşı (1071) Bizansın, anadoluya yapılan Türk akınlarını önlemek ve Doğu Anadoluda gittikçe güçlenen Selçuklu egemenliğine karşı koymak istemesi üzerine yapılır. Selçuklular zafer kazandı. Savaşın neticesinde; Bizans İmparatoru Romen Diyojen esir düşer. Bizans artık her yıl vergi verecektir. Bu zaferle Anadolu'nun kapısı Türklere açıldı. Türkler Anadolu'ya yerleşmeye başladı.
  • Katvan savaşı (1141), Karahitaylar devleti ile Büyük Selçuklu Devleti arasında yapıldı. Savaşı Karahitaylar kazandı. Bunun sonucunda Büyük Selçuklu Devleti yıkılış dönemine girdi.

  • Büyük Selçuklu Devletinde ülke hükümdar ve ailesinin ortak malı sayılırdı. Kut anlayışı vardı. Devlet işleri Büyük Divan da görüşülürdü. Sultan olmadığında Büyük divana vezir başkanlık ederdi.

  • Ordunun bölümleri; Guleman-ı Saray Ordusu, İkta Ordusu, Yardımcı Kuvvetlerden oluşur.

  • Hat, Minyatür, Ahşap, Taş oymacılığı, Çinicilik, Maden işleme, Cilt ve çeşitli süsleme sanatları gelişmiştir.

  • Büyük Selçuklunun yıkılış sebebleri Taht kavgaları, Haçlı seferleri, Batınilik hareketler, Fatimiler ve Şiilerin yıpratmaları, Şehzade ayaklanmaları, Katvan mağlubiyetidir.

2.SORU: ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİNİ ANLATINIZ?




  • Anadolu Selçuklu Devleti (1075-1308) Kurucusu, Kutalmışoğlu Süleyman Şah'tır.Üçoklu Kınık boyuna mensuptur. Malazgirt zaferiyle Anadolu kapılarını Türklere açan Sultan Alparslan bu savaşa katılan kumandan ve Türkmen reislere Anadolu'yu Türkleştirme ve İslamlaştırma görevini verdi. Bunlardan Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Selçuk Bey'in oğlu Arslan Yabgu'nun torunu olup. Anadolu'daki fetih harekatından sonra Antakya'dan Anadolu'ya girdi. 1074 yılında Konya ve havalisini mahalli Rum despotlarından alarak fetihlere devamla İznik önlerine geldi. 1075 senesinde İznik'i fethederek emrindeki kuvvetlerin merkezi yaptı. Böylece Anadolu Selçuklu Devletinin temeli atılmış oldu. Böylece kurulan Anadolu Selçuklu Devleti, ilhanlıların son Anadolu Selçuklu sultanını tahtan indirdikleri 1308'e kadar varlığını sürdürdü.

  •  I.Kılıçarslan döneminde İznik ve Batı Anadolunun kaybedilmesiyle başkent Konya'ya taşındı.
 
  • Miryakefalon savaşı (1176) II.Kılıç Arslan döneminde yapıldı. Bizanslıların Türkleri Anadolu'dan atma umutları sona erdi. Anadolu kesin Türk yurdu haline geldi. Türkler saldırıya Bizanslılar savunmaya geçti.
 
  • Denizciliğe ve deniz ticaretine önem verildi. Anadolu bayındır hale getirildi. Ahi teşkilatı kuruldu. Bilim dili arapça, resmi dil ve edb. dili farsça, saray ve orduda Türkçe konuşuluyordu.
 
  • Kösedağ savaşı (1243) yılında Moğollar ile Anadolu Selçuklu Devleti arasında yapıldı. Anadolu Selçuklu Devleti yenildi. Bu savaş sonucunda Anadolu Selçuklu Devleti yıkılma sürecine girdi. Anadolu Türk Birliği bozuldu. Türklerin batı ilerleyişi durdu. Anadolu'da yeniden beylikler dönemi başladı.



 
  • Devlet teşkilatı, sağlam bir esasa sahipti. Anadolu Selçukluları; Karahanlı, Büyük Selçuklu ve Abbasîlerin yanında diğer Türk ve İslam devletlerinin teşkilatlarından da büyük ölçüde faydalandılar. Bunları mükemmel bir şekilde kendi bünyelerine uydurdular. Sultanlar, devletin idaresinde hissedilen ihtiyaçlara göre teşkilatlarını genişlettiler ve zaman zaman da yenileme yoluna gittiler. Devletin, hanedan mensupları arasında bölüşülmesinin; bölünmeye ve saltanat mücadelesine sebep olduğu görüldü. II. Kılıç Arslan'dan sonra merkeziyetçilik geliştirildi.
 
  • Ordu; Gulamân-ı Saray, hassa ordusu, hânedâna mensup meliklerin kuvvetleri, Türkmen kuvvetleri, tâbi kuvvetler, ücretli askerler ve donanmadan oluşurdu. Ordunun ve idarenin esasını, mahallinde çiftçilerin ödediği vergilerle beslenen Türk iktâ askerleri teşkil ederdi. Orduda, dinî vazifeleri görmek ve gazâ ruhunu canlı tutmak maksadıyla âlim, dedrviş ve mutasavvıflar bulunurdu. Silah olarak, ok, yay, kılıç, kargı, çomak, gürz, mızrak, topuz, nacak, mancınık, merdiven, seyyar kule kullanılırdı. Ordudaki birlikler, çeşitli bayrak, tuğ ve alem taşırlardı.


    Eğitim, Kültür ve Edebiyat: Anadolu Selçuklu sultanları, kültür ve medeniyet hizmeti için, ilme ve âlimlere değer verdiler. Bir ilim ocağı olan medreselerde eğitim ve öğretim ücretsizdi. Vakıf gelirleri, onların geçimini temin ederdi. Medreselerde İslam ilimlerinden; tefsir, hadîs, kelâm, fıkıh ve tasavvuf yanında, matematik, astronomi, tıp ve felsefe gibi bilimler de öğretilirdi. Anadolu Selçuklu Devletini, ilim ve irfan yuvası haline getiren değerli âlimlerin arasında; Şihabüddin-i Sühreverdî, Necmeddîn-i Râzî, Muhyiddîn-i Arabî, Ahmed Fakîh, Mevlânâ Celaleddîn-i Rumî, Hacı Bektaş-ı Velî bulunur.

     
    3.SORU: OSMANLI DEVLETİNDE LALE DEVRİNİ ANLATINIZ?

  • Avusturya ve müttefiki Venedik'le imzalanan Pasarofça Antlaşması'nın 1718-1730 yılları arasındaki 12 yıllık barış dönemidir.
  • Haliç ve Boğaziçi olmak üzere abartı derecesinde bir yaygınlıkta lale yetiştirildiğinden ilk defa Yahya Kemal Beyatlı bu devir için Lale Devri tabirini kullanmıştır. 
  • Osmanlı tarihinin bir zevk, eğlence, barış, yenileşme ve sivil reform döneminin başlangıcı olarak anlaşılmıştır.
  • Vezirazam Nevşehirli Damad İbrahim Paşa'nın uzun sadaret yıllarını içine alan ve 1730'da Patrona Halil İsyanı ile sona eren bu dönem Batı ile siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerin geliştirildiği zaman dilimini ifade eder.
  • Paris'e, Viyana ve Moskova'ya gönderilen elçilerden en önemlis 15.Louis nezdinde Paris'e gönderilen Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi başta eğitim olmak üzere Fransa'dan çok etkilenmiş ve bunu İstanbul'a taşımıştır. Bu arada Ticari ilişkiler gelişmiş, iki ülke arasında yılda 500 ticaret gemisi gidip gelmiştir.
  • Yenileşme politikasının en önemli göstergesi, İbrahim Müteferrika'nın evinde kurulan ilk matbaadır.
  • Tulumbacı Ocağı'nı kurulmuş. Kız kulesine'ne fener konulmuş. Tersane ıslah edilmiştir.

  • Sanat ve Edebiyattan hoşlanan Vezirazam Nevşehirli Damad İbrahim Paşa gayretiyle resmi bir tercüme heyeti kurulmuş Doğu'dan ve Batı'dan önemli eserlerin Türkçe'ye çevrilmesidir.

  • Topkapı Sarayı'nda Yenicami'de ve Damad İbrahim Paşa'nın Şehzadebaşı'ndaki külliyesi içinde kütüphaneler tesis edilmiş, şair Nedim'in hafız-ı kütübü olduğu saray kütüphanesinde dersler  yapılmış.

  • Çiniciliği geliştirmek için Tekfur Sarayı'nda bir çini imalathanesi kurulmuş. İznik ve Kütahya imalathaneleri restore edilmiş, kiremit imaline başlanmıştır.

  • Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi'nin ülkeye dönmesinden sonra İstanbul'da başta mimari olmak üzere hemen her alanda Fransız tesiri, süsleme sanatında ise barok ve rokoko tarzları kendini göstermiştir.

  • Boğaziçi ve Haliç kıyıları köşkler ve kasırlarla donatılmıştır. Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi'nin Fransa'dan getirttiği planlara göre inşa edilen yapılarda Avrupa mimarisinin tesirleri görülmeye başlamış, duvarlar Avrupalı ustalar tarafından batı tarzında süslenmiştir.

  • Köşklerin en önemlisi İbrahim Paşa'nın gayretiyle iki ayda tamamlanan Kağıthane'deki Sadabad Kasrı idi.Devlet adamları tarafından bu mekan kısa sürede şenlenmiş. Kağıthane deresinin iki tarafı beyaz köşklerle donatılmıştır.

  • Çeşmelerin en önemlisi Bab-ı Hümayün önündeki III.Ahmet Çeşemesi olup bu yapı daha sonra Azapkapı, Tophane ve Üsküdar meydanında yapılanlara örnek olmuştur.

  • Lalenin 839 türü yetiştirilmiş, yeni türlerin üretimi için yarışmalar düzenlenmiş.

  •  Osmanlı tarihi kaynakları bu zevk ve safa döneminde sarayın da etkisiyle ahlak yaşayış ve adetlerde değişmeler başladığını ve lüks tüketimin arttığını belirtir.

  • Başta padişah ve sadrazam olmak üzere devlet ricalinin gelenekleri zedeleyecek dereceye ve israfa varan eğlence düşkünlükleri bazı çevreleri  rahatsız etmekte gecikmedi. Sarayın ölçüsüz masrafları, geleneklerden kopma, sadrazam tarafından konulan aşırı vergiler başta ulema olmak üzere halkın büyük çoğunluğunun hoşuna gitmiyordu. Askeri reformlardan endişe duyan yeniçeriler de gayri memnun halkı destekliyordu.

  • 1726'da yapılan Osmanlı - İran savaşını Osmanlılar kaybetti. Doğuda gelişen bu olaylar merkezde III.Ahmed'e ve İbrahim Paşa'ya muhalefeti artırdı.  Patrona Halil isyanı sonucunda asilerin isteği üzerine I.Mahmud tahta çıktı. Böylece bu dönemin zevk ve eğlenceye bakan yönü sona erdiyse de yenileşme ve Batı'ya açılım faliyeti sürdü.

24 Mayıs 2016 Salı

Avrupa Tarihi ( Final Soruları ve Cevapları )


Arkadaşlar, Avrupa Tarihi Final sınavı soruları; bu 4 sorudan ikisi olucak?

1. a. Constantinapolis'in 4.yy dan-15.yy kadar olan hikayesini yazınız?
    b.Bizan'ta kadının toplumsal siyasi yeri nedir? (1.Soru'da a veya b şıkkı kesin çıkacak)
2. 15.yy - 18.yy a kadar astronomi alanında gelişmeleri anlatınız ?
3. 17.yy müzik ve tiyatronun alanında gelişmeleri anlatınız ?
4. 1610-1715 yılları arasında  Fransa'daki siyasi gelişmeleri anlatınız ?

1.A.SORU:KONSTANTİNAPOLİS'İN 4.YY DAN -15-YY'A KADAR HİKAYESİ ANLATINIZ?


Konstantinapolis, Konstantinos tarafından kurulur. Roma'da bu dönemde 2 imparator vardır. Konstantin 312 yılında Roma'ya girer. Konstantinos doğuya sefer yapar. İmparatoru yener. 337'ye kadar Roma'nın tek impratoru olur. Bizans, Perslerle mücadele eder. Başkent, Konstantinapolis ilan edilir. Burada antik bir yerleşim  olan Bizantion vardır. Çok korunaklı bir coğrafyadır. Ticari faaliyetler gelişmiştir. 4.yy'da Gothlar Edirne'ye kadar gelirler. İmparator Valens Gothlar'a karşı çıktığı seferde hayatını kaybeder. Konstantinapolis'e su kemerleri yaptırmıştır. I. Theodosius imparator olur. Çok katı bir Hıristiyandır. Paganizm'i yasaklar. Hukuku düzenler. 395 yılında Roma'yı 2'ye böler. Bu bölünmeyle Bizans daha da güçlenir. Batı ise çöküşe girer. 16.yy'da ilk kez Bizans denmiştir. Her yüzyılda Konstantinapolis kuşatılmıştır. Her zaman kendini savunabilmiştir. 4. Haçlı Seferi sırasında Latin istilasına uğrar. 57 yıl süren büyük yıkıma uğrar. Palalogos Hanedanınca Latinler kovulur. Makedon Hanedanı Bizans'a altın çağını yaşatır. 1074 yılında Anadolu Selçuklu devleti kurulur. Osmanlılar tarafından yıkılır. Konstantinos döneminde nüfusu artırmak için ekmek dağıtılır. Veba salgınıyla yüzbinlerce insan ölür. Devlet insanları eğlendirmek için At ve araba yarışları yapılır. Dans, pandomim, müzik, şarkı, jimnastik gibi gösteriler düzenlenir. 4 spor kulübü vardır. Maviler ve Yeşiller parti fonksiyonu da gösterir. Maviler ve Yeşiller bazen birbirlerine girmiştir. Bunlar halkın şikayetlerini imparatora bildirir. I.Justinyen döneminde imparatorluk sınırları çok gelişti. En büyük isyan da bu dönemde yaşanır. Maviler ve Yeşiller I.Justinyen'e karşı ayaklanır. Nike ayaklanması sonucu Ayasofya yakılır, saray bastırılır. İnsanlar kanunlardan şikayetçidir. Justinyen Roma Hukukunu yorumlar. Altın Çağ Diyojen'in ölümü ile sonlanır. Anadil Yunancadır. İlk başta Latince'de vardır. Batı, Latince; Doğu, Yunanca Bu bölünme Hıristiyanların bölünmesine sebeb olur. (Ders Notu Osman Erden)

1.B.SORU:BİZANS'TA KADININ TOPLUMSAL SİYASİ YERİ NEDİR ?
 
Bizans İmparatorluğu genellikle ataerkil bir devlet olarak tanımlanmıştır1 . Ancak, kadınların önemini gerek ekonomik gerekse çocuk doğurma açısından hukuki olarak kabul etmiştir. Altıncı yüzyıla kadar rızalı boşanmaya izin veriliyordu. Kilise, iki insanın evliliğini, Tanrı’nın taraflardan birinin ölümüne kadar sürmesini istediği bir birleşme olarak görüyordu. Ayrıca kilise birleşmenin bozulamayacağında ısrar ederken, evlenirken seçim yapılmasını da savunup desteklemiştir. Bir diğer hukuki durum ise, taraflardan biri manastır yaşamına girmeyi dilerse kilisenin boşanmaya izin vermesidir.  
 
İmparator VI. Leon (886-912) kadınların tanık olarak mahkemeye çıkmasını ya da ifade vermesini yasaklamıştı. Sözgelimi kadınlar pek çok davada cezalandırılmıyordu, çünkü kadın oldukları için yasayı anlayabilceklerine ya da doğruyla yanlış arasındaki farkı bilebileceklerine inanılmıyordu. Bir kadının genellikle hüküm giydiği yegane suçlar cinayet ve zina idi. 
 
Bizanslı kadınlar manastıra kapatılmıyordu ve kısıtlayıcı giyim yasalarına tabii değillerdi. Ama sokaklarda çok fazla kadın görmek alışılagelmiş bir durum değildi ve kadınlar genellikle peçe takıyorlardı. Çoğu Bizanslı kadın sade tarzda kostümler giyiyorlardı. En önemli giysi T şeklinde tasarlanmış tuniklerdi. Kadınların saçlarının uzun ve kusursuz olması da önemli bir detaydı. Saç lülelerinin arasına inciler takmışlardır. 
 
Günümüze ulaşabilen kaynaklara göre kadınların giysi dikmek, perakende ticaret, ortaklaşa maden işletmeciliği, gıda üretimi ve satışı gibi etkinliklerde bulunduğu anlaşılmaktadır. Bizans İmparatorluğu’nda imparatoriçenin ayrı bir konumu vardı. İmparatorla evlenince taç giyiyor ve o andan itibaren imparatorluk hanedanlığının aktarımcısı olarak görülüyordu. İmparator öldüğünde imparatoriçeye tahtın varisini seçme ya da onunla evlenme çağrısında bulunulması, imparatorluğun ilk yüzyıllarından itibaren bir gelenek haline gelmişti.
 
İster zengin ister yoksul olsun tüm kadınlar, baştan çıkarıcıdan (Havva) saflık ve ve erdem abidesine (Meryem) kilisenin dayattığı birbiriyle çelişen ve kutuplaşmış klişelerle baş etmek zorunda kalmıştı. Kadınlar hem Tanrı’nın armağanı hem de dünyanın bir laneti olarak görüldüğünden kilise kurucuları kadınlar hakkında kararsız kalmışlardır. Akıl karışıklığı Eski Ahit’in ilkelerinden kaynaklanıyordu. Yaratılış  Havva’nın Adem’in kaburgasından yaratıldıklarını ve dolayısıyla eşit olduklarını söylemektedir. Aziz Pavlus ise erkekleri ‘Tanrı’nın görüntüsünde’ olarak nitelerken kadınlardan ‘yardımcılar’ olarak söz etmektedir. Kilise bekarlığı kadınların cennetten kovulma v evlilik yoluyla kaybettikleri statüyü çilecilikle kazanmanın bir yolu olarak görmekteydi.

ERKEN BİZANS DÖNEMİ (500-1204)

Hıristiyan öğretilerine rağmen, genellikle kadınlara yönelik davranışlar düşmancaydı ve kadınlar, erkeklerden daha az aziz olarak kabul edilmişlerdir. Azize olarak kabul edilen ve kilise takvimine giren en fazla kadın, erken Hıristiyan döneminin şehitleri olmuştur ve bu zamandan sonra kadınların sayısı azalmaya başlamıştır. Onuncu yüzyılda beş kadın azizin yaşamları kaydedilmişken, on birinci, on ikinci, on üçüncü ve on dördüncü yüzyıllardan birer tane ve on beşinci yüzyıldan bir kadın aziz kayıt altına alınmıştır.

ORTA BİZANS DÖNEMİ (843-1204)

Daha önceki dönemlerde olduğu gibi Ortaçağ’da da manastır yaşamı Bizanslı Kadınlar için önemli bir seçenek olmaya devam etmişir. Her ne kadar genelde evde oturmaya meyilli olsalar da kimileri gönüllü olarak manastırların dini yaşamını seçerdi.

Rahibe manastırları liturjiler ve günah çıkarmalar için de erkeklere bağımlıydı,çünkü kadınlar papaz olamazlardı. Ayrıca rahibelerin, eksiksiz olarak günah çıkaracakları ruhani bir babanın gözetimi altında olmaları gerekirdi.

Manastırı kuran veya vakfeden aristokrat bir kadınsa, normalde başrahibe rolünü de üstlenirdi. Diğer durumlarda başrahibe bir öncekinin ölümü sonrasında rahibelerin oylarıyla seçilirdi. Bir manastırın kuruluşunda toprak, yapılar, malikaneler, köyler ve altın da dahil olmak üzere çok büyük miktarlarda servet el değiştirebilirdi. Bu tür harcamaların ardında yatan nedenler hem dini hem de toplumsaldı.

İmparatorluk Kadınları ve Evlilik Bizans İmparatorluğu’nda kimin tahta çıkacağı çoğu kez bir evlilik kararına bağlıydı. Bir imparator ardında tahta çıkacak bir oğul bırakmadığında, bir kız tahta çıkarak ya kendi başına ülkeyi yönetebilir ya da sivil veya askeri aristokratlar arasından imparator olarak idareyi eline alacak uygun bir eş seçebilirdi.

Bizans İmparatoriçeleri doğum veya evlilik yoluyla kendi şahsi tarzları doğrultusunda, farklı derecelerde işin içinde olarak veya koşulların belirlediği şekilde ülkeyi yönetirlerdi. Theodosius hanedanına doğumla veya evlilikle katılan kadınlar, özellikle de ikinci evliliği kendi ve oğlu III. Valentinianus adına yönetimi elinde tutmayı yaklaşık yirmi beş yıl boyunca meşrulaştıran Galla Placidia, dindar ama devlet işleriyle ilgili bir tarzda yönetmişlerdir. İmparatoriçe Theodora, I. Justinianos ile evlendiğinde, ani bir statü değişikliği yaşadı ve sonrasında devlet için öneme sahip kararların alınmasında büyük rol oynamıştır. II. Justinos’un eşi Sofia, imparatorluk ailesinin içinden gelme bir gelindi ve hastalık eşini devleti yönetemez hale getirdiğinde ülkeyi kocasının adına yönetmiştir. İkonakırıcı dönemde kocalarının ölümü, Irene ve Theodora’yı çocuklarının naibi olarak tahta çıkarmıştır; İkonakırıcı dönem sona erdiğinde Theodora, oğlu III. Mikhail için gelin yarışması düzenlemiş ve oğluna bir gelin seçmiştir.

İmparatorluğun yabancı güçlere karşı avantaj sağlayabilmesi için özellikle Orta Bizans döneminde Bizans prensesleri için gittikçe daha fazla yabancı evlilik ayarlanmaya başlanmıştır. Bir evlilik ittifakı potansiyel olarak o evlilikten doğan çocuklar nedeniyle, diğer uluslararası biçimlerine göre daha bağlayıcı ve uzun süreli idi.

 beşinci yüzyılda İmparatoriçe Marina’nın dilinin kesilmesi örneğinde olduğu gibi, zaman zaman kadınların işe karışmamaları için sakat bırakıldığı görülmüştür.

GEÇ BİZANS DÖNEMİ (1204-1453)

Kadınların Uğraşları Geç Bizans döneminde de kadınların başlıca meşguliyetleri yine aile ve çocuklarla ilgilenmek ev yaşamı, aile bütçesi ve çeyizleri idi. Ancak kadınlar, yavaş yavaş kamusal yaşama katılmaya, sokaklarda görünmeye ve hem yasal hem de dini kamusal tartışmalara girmeye başlamışlardır. 1453’ten önceki son otuz kırk yılda Selçukluların, Moğolların ve Osmanlıların fetihleri karşısında anlaşmalar ve ittifaklar çoğu zaman aristokrat Bizans kadınlarıyla ayarlanan evliliklerle kurulmaya çalışılmıştır.

Bu dönemde kadınların çoğu okur yazar olmamakla birlikte, saray çevrelerinde bulunan, siyasal ve dini konularda nüfuz sahibi olan iyi eğitimli kadınların da olduğu bilinmektedir.

 Kızlar için kabul edilmiş evlilik yaşı on ikiydi ve bir kadın yirmisine ulaşmadan birkaç kez dul kalabilir ve tekrar evlenebilirdi. Kadınların ortalama hayat beklentileri otuz beş, erkeklerinki kırk ikiydi ve en çok sayıda kadın ölümü on beş ile yirmi dört yaşları arasındaki çocuk doğurma döneminde gerçekleşmekteydi. Aslında dullar evli kadınlara göre daha fazla bağımsızlığa ve yasal haklara sahiptiler ve başlıca sorumlulukları çocuklarını eğitmek ve onlara bakmaktı. Bir kadının çocuk doğurma kabiliyeti, onun en önemli işlevi olmaya devam etmekteydi ve yüksek ölüm oranları, düşük yaşam beklentileriyle birlikte yasalar, evlilik kurumu ve dulluk haklarının yanı sıra çocukları da koruyacak şekilde uygulanırdı. Bir evlilik açısından ekonomik öneme sahip olan şey kadının çeyiziydi ve yasalar tarafından korunurdu.

KAYNAKÇA :www.akademia.edu-bizans'ta kadınlar

2. 15.YY-18.YY'A KADAR ASTRONOMİDE GELİŞMELERİ ANLATINIZ?




Modern bilimin en önemli dalı gökbilimdir. Modern gökbilim Rönesans, Kopernik ile doğmuştur. Kopernik bir rasathane inşa ettirmiş ve bir teleskop geliştirmiştir. Gök cisimlerinin hareketlerini incelemiştir. Luther, Kopernik'e karşı çıkar. Katolikler ilk olarak Kopernik'e karşı çıkmaktadır. Kopernik ilk kitabını Papa'ya ithaf eder. Kepler gök cisimlerinin daire değil, elips şeklinde hareket ettiğini savunur. Galileo teleskopu geliştirir. 30 kat daha fazla görüş uzaklığı elde eder. Engizisyonda yargılanır. Ancak yaşlı oluşundan dolayı öldürülmez ama fikirlerine yasak getirilir. Descartes'te astronomiyle ilgilenir. Evrenin sonsuz olduğunu öne sürer. Newton, yerçekimini keşfeder. Ay'ın nasıl düşmediğini, elmanın nasıl düştüğünü düşünür. Doğa felsefesinin matematiksel ilkeleri kitabını yazar

3.17.YY MÜZİK VE TİYATRO ALANINDA GELİŞMELERİ ANLATINIZ? 

Rönesans üslubundan, Barok üsluba geçildi. İlk opera İtalya'da Jacobo Peri isimli bir bestekar tarafından bestelendi. (Daphne) Monteverdi'nin ''Orphea'' isimli operasıyla günmüzde bilinen en eski operadır. İlk kurumsal opera Venedik'te kuruldu. Monteverdi'ye kadar enstrümanların sesi 2.plana atılıyordu. Bu dönemde enstrumantel müzikler de bestelendi. Symphonia ortaya çıktı. Sonat, konçerto da 17.yy da ortaya çıktı. İtalyanca'da konçerto mücadele demektir. Keman, Flüt, obua günümüzdeki hale geldi. Vivaldi ve Hendel küçük orkestralar için besteler ürettiler. Amatör müzisyenler ortaya çıktı. Nota defterleri, matbaa sayesinde daha ucuza çoğaltılabildi. İlk kez ücret ödeyerek müzik düetlerine katılım başladı. Müzik artık daha geniş kitlelere ulaşıyor. 1640'ta opera salonlarında artık 8 farklı opera üretilebiliyor. Londra ve Roma'da önemli gelişmeler olur.

Farklı müzikal formlar ortaya çıkmıştı. Opera metnine liberetto denir. Oyunculuk, dekorasyon ve müzik bir aradadır. Rönesans'a kadar tiyatro, din alanının bir etkinliğiydi. 16.yy 2.yarısına kadar din dışı tiyatrolar yapılıyordu. 16.yy İspanyasında tiyatro çok gelişmesine rağmen sadece dini oyunları oynuyordu. İngiltere'de tiyatro binaları inşa edildi. Bilet satılarak oyunlar oynanır. Bu oyunlar daha özgür olacaktır. 17.yy'ın başında Londra, Madrid ve Sevilla önemli tiyatro merkezleri olur. Shakespeare ve Ben Jonson rekabet içindedirler. 17.yy İngilteresinin en bilinen 2 ismidirler. Lope de Vega, İspanyanın en önemli tiyatro yazarlarındandır. Pedro Calderon de la Baca da önemlidir. Londra'nın %10'u  her hafta en az 1 kez tiyatroya giderdi. En ucuz boş zaman geçirme unsurudur. 17.yy'da Fransa'da Kardinal Richelieu önemli bir isimdir. Tiyatroyu ilk ciddiye alan devlet adamıdır. İtalyan dekoratör ve İspanyol mimarları Fransa'ya davet eder. Kardinal Richelieu, tiyatroyu devletin dünya görüşünü yaymak için kullanır. Pierre Corneille, Jean Radre, Fransa'nın en önemli komedi trajedi yazarlarıdır. Moliere ise en önemli komedi yazarı olmuştur. (Ders Notları Osman Erden)

4.1610 -1715 YILLARI ARASINDA FRANSA'DAKİ SİYASİ GELİŞMELERİ ANLATINIZ?





Fransa'da 4. Henry'den sonra Louis'ler başa gelir. 4. Henry bir Protestan'dır. Prostestanlar ve Katolikler arası barış sağlanır. Bir düğün bile düzenlenir. Ancak düğün gecesinde kanlı bir düğün yaşanır. Aziz Barthelomeos katliamı olarak anılır. 4. Henry Katolik olmayı kabul eder ve Nant Fermanı'nı imzalar. Tüm mezhepleri eşit kabul eder. Monteigne'in 4. Henry'nin fikirlerini etkilediği düşünülür. Sivil özgürlükleri sağlayan bir düşünce sistemi vardır. 4. Henry döneminde yerel yönetimler önemsenir. 1610 yılında 4.Henry öldürülür. 13. Louis çocuk yaşta tahta geçer. 13. Louis, 4.Henry'nin politikalarını değiştirir.13. Louis döneminde Kardinal Richeliev başbakan olur. Onun yaptığı önemli işlerden biri soyluları yönetimden uzaklaştırmaktır. Richeliev dış politikada saldırgan bir tutum izler. 17.yy'da Fransa tamamem Habsburg Hanedanı tarafından sarılmıştır.( İspanya, Avusturya, Kuzey İtalya ). 30 yıl savaşları yaşanır. Fransa kazanır. Vestfalya Antlaşması imzalanır.

Burjuvalar aristokratlarla birlikte hareket ettiler. Fransa dış politikada savaştan uzak durmaya çalıştı. 16. Louis başa geçer. Çeşitli toplumsal şartlar sebebiyle Fransız ihtilali gerçekleşir. Özellikle de mali krizler sebeb olmuştur. Köylüler-Burjuvazi-Aristokrasi arası gerginlikler yaşanır. Burjuva ve Köylüler iktidara karşı birleşirler. Deniz kentleri zenginleşirler ama bu zenginleşme enflasyonu beraberinde getirir. Üretim azalırken, işsizlik artar. 1789'te bir de kuraklık/kıtlık yaşanır. Daha sonra da aşırı yağışlar, tarımı olumsuz etkilediler. 18.yy'da 7 yıl savaşları yaşanır. Prusya ve İngiltere; Fransa, İsveç, Rusya ve Avusturya'ya karşı savaşır. Prusya Kralının, Saksonya'ya saldırısı neden olur. 1758'de İngiltere Fransa'yı yener. İngiltere, Avrupa'daki deniz üstünlüğünü elde eder. Prusya kıta avrupasındaki en güçlü devlet olur. Ancak İngiltere'nin Amerikan kolonileri ayaklanır ve 2 yıl sonunda Amerikan kolonileri bağımsız olurlar. 1778'de Fransa, 1779'da İspanya ve 1780'de Hollanda bu isyanlara destek  verirler. 4 Temmuz 13 koloninin bağımsızlık günüdür. 1783'te, İngiltere Amerika'yı tanır. Kanada İngiliz egemenliğinde kalır. Florida, İspanya'ya verilir. 1614 yılında Fransa'da son kez genel meclis toplanır. Genel meclis 5 Mayıs'ta tekrar toplanarak Ulasal meclis kararını alırlar.

Meclisin solundakiler Cumhuriyetçiler, sağında Kraliyet yandaşları oturur. İlk yaptıkları iş kilisenin topraklarını ulusallaştırmak olur. 17 maddelik İnsan Hakları Bildirgesi'ni yayınlarlar. Sansür yasaklanır, eşitlik kabul edilir, yasama yürütme ayrılır, yerel idari bölünme kaldırılır. İller oluşturulur ve ayrıcalıklı makamlar kalkar. Ulusal Meclis'in çoğu kilise karşıtıdır. Bu dönem Aydınlanma Çağı'dır. Papa tarafından tepki gösterilir. Taşra Papa'yı seçerek devrim kartşıtı hareketleri oluşturur. Anayasa oluşturulur. 3 Eylül 1791 yılında Meşrutiyet ilan edilir. Başında Robes Pierre Danton'un bulunduğu grup radikal Cumhuriyetçidir. Avusturya ve Prusya Fransa'daki bu hareketlerden rahatsızlık duyarlar. Fransa, Avusturya ve Prusya'ya savaş açar. Cumhuriyetçi Jacobenler 16.Louis'i tutuklar ve idam ederler. Giranderler ve Jacobenler rekabet eder ve Jacobenler kazanır. Giranderler idam edilir. Robes Pierre'in emriyle 30-40 bin kişi idam edilir. Bu döneme terör dönemi denir. 1 sene sürer. Sonradan Giranderler tekrar üstünlüğü ele geçirir. Giranderler Robes Pierre'i idam ederler. Fransız Devrimi'nde işkence yasaklanmadığı için giyotin kullanılır. Günümüz Demokrasi'sinin temelleri atılır. Giranderler yeni bir anayasa ilan ederler. 5 üyeli bir direktuar yönetimi oluşturulur. Direktuar yönetimi 5 sene sürer. Napoleon darbe yaparak kendini I.Konsül ilan eder. 1804 yılında kendini imparator ilan eder. Fakat geri dönüş yaşanmaz. Bir halk egemenliği yine söz konusudur.

Napoleon, Fransız İhtilali'ni evrensel kılmak için İspanya, Danimarka, İtalya gibi ülkeleri işgal eder. Rusya'ya kadar saldırır ama yenilir. İngilizler Fransaya saldırır ve Nopolean Elbe Adasına sürülür. I.Restorasyon dönemi başlar. Napoleon 1815'te geri döner. Waterloo savaşı yaşanır. İngilizler kazanır. Bu kez St.Helen Adası'na sürülür. Avrupa'da Napoleon savaşlarının oluşturduğu değişiklikler I.Viyana Kongresi'nde restore edilir. Almanya'nın ulusal  bütünlüğünü sağlamasına yardım etmiştir. Napoleon savaşları evrenseldir. Ludwig Van Bethoven 3.senf sini Napoloen'a adasa da sonradan değiştirir. Goya'da Napoleon'a destek verse de sonradan ona karşı çıkar. Napoleon, Büyük İskenderle özdeşleştirilir. Mısır olayının temeli Napoleon döneminde atılır. Hiyoroglifler çözülür. II. Restorasyon dönemi 1850 yılına dek sürer. Tekrar Burban Hanedanı başa gelir. 2.kez devrim gerçekleşir. Tekrar yaşanır. Louis Philip kraldır. Liberal Monarşiyi benimser. 1848'de tüm avrupada devrimler yaşanır. Endüstrileşme yaşanır. 4.grup olan emekçiler ortaya çıkar. Emekçilerin ayaklanmaları sonucu tekrar Cumhuriyet kurulur. Bu Cumhuriyet meclisi muhafazakardır. III.Napoleon darbe yapar. Fransız felsefesi ve siyaseti tüm dünyayı etkilemiştir.
(Ders Notu Osman Erden)





25 Nisan 2016 Pazartesi

Ortaçağ Batı Sanatı ( FİNAL)


5.yy -15.yy arası döneme Ortaçağ denir. Kendi içinde üçe ayrılır.
Erken Ortaçağ 450-900
Yüksek Ortaçağ 900-1200
Geç Ortaçağ 1200-1450

Latince: Medium Aevum (Ara Dönem), İlk kullananlar Ortaçağda yaşayan Hıristiyanlardır. 15.yy İtalyanları ise Antik Çağın sona erişi ile 15.yy klasik kültürün canlanması arasındaki süreci ele alırlar.
Ortaçağ'ın Başlangıcı
1. Roma İmparatorluğu'nun zamanla çözülmesi ve bir dizi yeni devletin oluşması
2. Hristiyanlık ve İslamiyet'in yayılması
Sanat Üzerine Etkisi
1. Geniş bir sanat formları repertuarı oluştu.
2. Yeni bir dini mimari yaratılmışır. (Eski St.Peter Bazilikası)
3. Hristiyanlıkta inanca odaklanma sanatta soyutalanmayı getirdi.
4. Naturelist sanat yerine şematik tasvir kullanılmıştır.
5. Hristiyanlığın ilk yıllarında, İnsan vücudunun güzel olarak tasviri artık önemli değildir. Çıplak insan vücudu nadiren dini konularda yer alır. Çıplak insan bedenini yasaklayan metin olmasa da Aziz Pavlus'un görüşleri ve Adem ile Havva'nın çıplaklıktan utanması olmuştur.
6. Kilise hem sanat patronu olarak hem d düşünce bazında sanat eserlerini etkilemiştir.
Loncalar: Kilise ve tarikatlarla yakınlaştılar. 
Siyasi ve Toplumsal açıdan Antik dönem'den kopuş
-Başlangıcı İmparator Konstantin'in yönetim yıllarına rastlar.(4.yy)
-Başkenti Byzantium'a taşıdı.
-Onun döneminde tüm dinlere özgürlük verildi.
-Batı Roma 476'da yıkıldı.(Kavimler Göçü)
Kavimler Göçü
-Başta Germen halkları olmak üzere çeşitli kavimler Avrupa'ya yayıldılar. Ostrogotlar, İtalya'ya; Vizigotlar, İspanya'ya; Vandallar, K.Afrika'ya göç ettiler.
-Siyasi nedenlerin yanı sıra verimli toprak arayışı gibi toplumsal nedenler de vardır.
-Avrupa'da Roma bütünlüğü yerine parçalı devletler kuruldu.
Dini Gelişmeler
-Hristiyanlık Akdeniz'e yayıldı.
-Kilise zenginleşti.
-Din ve Siyaset birbirini destekledi.
-5.yy'da Batı Roma İmp.'nun yıkılışından sonra kilise ikiye bölündü. (Katolik, Ortodoks)
-Papalık 12.yy'da gücünün doruğuna ulaştı.
Roma İmparatorunun Ünvanı
-İlk olarak kullanan Frank Kralı Şarlman'dır. (800)
-Sonraları Sakson yöneticiler Kutsal Roma İmparatoru ünvanını taşıdı. 19.yy'a dek sürdü. Çoğunlukla Germen'ler kullandı.
-Ortaçağ boyunca Papalar ve Kutsal Roma imparatorları müttefik oldular.
-11.yy sonuna doğru kilise ve İmparator konusunda din adamlarının atanması konusunda anlaşmazlık yaşandı.
-Worms Antlaşması (1122) ile Piskoposların atamasının Papalıkça yapılmasına karar verildi.
Ortaçağ Düşüncesi
-Kilise ve devletin müttefik tavrı yeni bir düşünceyi doğurdu.
-Antik Dönem'in aksine Ortaçağ'da tüm bilgi kilisenin elinde tutulmuştur.
-Avrupa'da insani değerler bütünüyle Hristiyan dini tarafından oluşturuldu.
Hristiyan Doğması
-Bu doğmalara uymayanlar sapkın ilan edilerek ölüm cezasına çarptırıldılar.
-Kilise için çalışan tüm teologlar Latince ve Grekçe bilmiştir.
-Antik bilgi ve bilimsel gerçekleri Hristiyan inancına aktardılar. Mantık ve Teoloji arasında bağ kuruldu.
Resmi Dil
Ortaçağ boyunca Batı Avrupa'da, Latince hem kilise, hem de resmi ve bilimsel yazıların dili oldu. Doğuda ise Yunanca konuşuldu ve Papalık otoritesi kabul görmedi. Doğu Kilisesi kendi içinde bölünmüştür.
Önemli Metinlerin Kopyalanması
-Klasik metinler kilise tarafından kopyalanıp kütüphanelere kondu.
-Kopyalama işlemini Manastırlarda yaşayan din adamları ve rahibeler üstlendi.
-Haçlı seferleri sırasında İslam Dünyası'nın önemli belgeleri ele geçirildi.
Manastırlar
-Yunanca: Manasterios Monazein (Yalnız yaşamak)
-Buralarda yaşayan rahibeler ve din adamlarının başlıca işi Litürjik kitap ve dini yazıları kopyalamaktır.
-1000 yılından önce Manastırlar önemli eğitim merkezleriydi.
Feodal Sistem
-Ortaçağ'ın önemli bölümünde uygulandı
-Köylü, toprağını yerel beyden almış ve bu bey daha yüksek seviyede bir beye bağlı olmuştur.
-İmparatorluk ve Papalık otoritesi genel kabul gördü.
Ortaçağ'da Şehirler
-Ekonomik Durum: 11.-13.yy'lar arasında şehirler yeniden canlandı. Büyümelerini ve zenginleşmelerini, imalat, finans ve ticaret'e borçlular.
-Siyasi Durum: İtalya ve Kuzey Almanya'nın bazı şehirleri tamamen bağımsız oldular.
Katedraller
-Şehirlerde inşa edilen anıtsal Piskoposluk kiliseleridir.
Üniversiteler
-Şehirlerde kurulmuş eğitim merkezleri Manastırların yerini almıştır. Bilginin ve düşüncenin havuzu olmuşlardır. İlk üniversiteler; Bolognas Salerno
Skolastisizm
-Ortaçağ'ın teolog ve Filozofları, uzun seneler boyunca yürüttükleri çalışmaları sonucunda felsefi bir sistem oluşturmuşlardır.
-Ortaçağ'da Manastır ve katedrallerden sonra üniversitelerde geliştirildi.
-Latince: Scola (Okul)
-Amacı Hristiyan öğretisini sistemli hale getirmektir. Tabiatın ve insanın var oluşunun her olgusu teolojiye dayandırılmıştır.
-Summalar yani kapsamlı metinler yazılmıştır.
Din ve Sanat İlişkisi
-Skolastik Felsefe'de felsefe ve sanat dine hizmet etmiştir.
-Sanatçılar ve zanaatkarlar, loncalarda örgütlendiler.
-Loncalar kilise ve tarikatlarla yakın ilişki içinde oldular.
Tarikatlar
-Ortaçağ'da birçok tarikat kuruldu. Büyük filozof ve sanatçı yetiştirdiler. (Fra Angelico)
-Dominikenler
-Fransiskenler
-Benediktenler
-Dominiken Tarikatı: 1215'te Aziz Domingo e Guzman'ın kurduğu gizemci tarikat. 1216'da Papa onayladı.
-Fransisken Tarikatı: 13.yy'da Assisi'li Aziz Francesco'nun kurduğu tarikatdır. 1223'te onaylandılar.
-Benedikten Tarikatı: 5.yy'da Aziz Benediktus'un izinden giden tarikattır.
(Kluni Tarikatı, Sistersiyen Tarikatı)
Avrupa'da Erken Hristiyan Sanatı
Kilise mimarisi erken dönemde İsa ve Havarileri sivil mekanlarda vaaz verdiler. İlk Hristiyanlar ev tipi kiliselerde, katakomplarda ibadet ettiler. Hristiyanlık serbest olunca geniş binalara ihtiyaç duyulmuş. Roma tapınakları ibadet için kullanılmadılar. Bunun sebebi pagan simgelerinin olması ve Hristiyan litürjisine uygun olmayışlarıdır.
İlk Kiliseler
İlk Kiliselerde bazilikalar örnek alındı. Roma, Konstantinapolis ve kutsal topraklarda çokça inşa edildiler.
Avrupa'da ilk Bazilikal Planlı Kiliseler
-St. Peter (Pietro) Bazilikası
-Santa Sabina Kilisesi
St. Peter (Pietro) Bazilikası
Konstantin döneminde yapılan bazilikal planlı kiliselerin en büyüğüdür. Nero Hipodromu'na bitişik inşa edildi. Aziz Petrus bu hipodromda idam edildi. Defnedildiği yere inşa edildi. 16.yy'da yıkıldı ve yerine günümüzdeki kilise inşa edildi. Petrus'un mezarı apsidin hizasına gelecek şekilde alt kattadır. Transept vardır. Sunak sütun sırasıyla perdelenmiştir. Transept mezar ziyaretini kolaylaştırmıştır. Orta neften transepte geçmeden önce zafer kemeri denilen bir kemer gelir. Bu erken dönem kiliselerinde yaygındır. Apsidin yarım kubbesi mozaikle dekore edilmiştir. Tuğladan inşa edilmiştir.
Santa Sabina Bazilikası
Aventin tepesindedir. Roma'da inşa edilen küçük bazilikal planlı kiliselerden birisidir. Üç nefli, apsidli ve transeptsiz bir yapıdır. Apsid kısmında zafer kemeri bulunur. Azize Sabina'ya adanmış, onun evinin üstüne inşa edilmiştir, kendisi martirdir.
Özetle...Konstantin döneminden hiçbir bazilika ilk günkü gibi günümüze kalmamıştır. Tüm erken bazilikaların cephelerinde dekorasyon bulunmaz. Sade tuğla duvarlar inşa edildi. Narteksleri vardır.
Merkezi Planlı Yapılar
Santa Kostanza
Geleneksel inanca göre Konstantin'in kızı Konstantina'nın (Kostanza) mezar yapısıdır. Girişin tam karşısına, kare nişin içine lahit yerleştirildi. Ortaçağ'da kilise olarak düzenlendi. Son araştırmalarda ise mezarın sahibinin Konstantin'in diğer kızı Helena için İmp. Julian tarafından inşa edildiği öne sürüldü. Tholos planlıdır. Ancak farklı olarak ambülatuvar ile çevrilmiştir. Yanlarda iki ufak apsid vardır. Mozaik dekorasyonla kaplıdırlar. Ambülatuvar ayinsel yürüyüş için yapılmıştır. Orta mekanı saran 12 adet Kompozit başlıklı çifte sütun (granit) vardır. Orta mekan kubbeyle örtülmüştür. Sütunların, kemerlerin ve pencerelerin sayısı 12 dir. 12 Havari'ye gönderme yapar. Kubbe, ambülatuvar ve nef mozaikle kaplıdır. Kubbe mozaği günümüze ulaşmamıştır.

4 Nisan 2016 Pazartesi

Erken Devir Türk Sanatı ( Vize )

Türk İslam Tarihi II ( Vize )


SINAV SORULARI:
1. Osmanlı Devletinin devşirme sistemini anlatınız?
2. Nizamülmülk'ün Devlet ve Siyaset düşüncesini anlatınız?

 1.Cevap:
 Devşirme kelimesi, ''devşirmek'' fiilinden gelip '' toplamak anlamındadır. Devşirme yasasına göre tebaadan olan Hristiyan halkın çocuklarının Yeniçeri yapılmak üzere toplanmasıdır. Bunların bazıları yetiştirildikten sonra Saray'a oradan Kapıkulu Süvarisi ocağına verilmişlerdir. Hatta bunlardan bazıları da yükselerek Yeniçeri Ağası, Beylerbeyi ve Vezir olmuşlardır.

Devşirmeliğin temeli, 1362'de Pencik Kanunu'nun çıkarılmasıyla atılmıştır. Kanuna göre savaş esirlerinin beşte biri devlet hazinesine aitti. I.Murat döneminde Yeniçeri temini için oluşturulan pençik sistemi, Ankara Savaşı sonrası fetret devrine girilmesi ve fetihlerin  durması dolayısıyla devşirme yoluna başvurulmuştur. Daha önceki İslam devletlerinde görülmeyen bu uygulama Çelebi Mehmet zamanında (1413-1421) uygulanmış, ancak oğlu II. Murat devrinde (1421-1451) kanunlaşmıştır.

İhtiyaca göre üç beş senede bir veya bazen daha uzun aralıklarla Hıristiyan halktan 14-18 yaş arasındaki çocukların gürbüz ve sağlam olanları alınırdı. Öncelikle Arnavutluk, Bulgaristan, Yunanistan'dan daha sonraları Sırbistan, Bosna-Hersek ve Macaristan'dan devşirme çocuk alınırdı. 15.yy sonlarından itibaren yavaş yavaş Anadolu'daki Hıristiyan halktan 17.yy da ise umumi olarak bütün Osmanlı memleketlerindeki Hıristiyan halktan devşirme alınırdı.

Devşirme başlangıçta Beylerbeyi, Sancak beyi ve mahalli kadılar gibi ilgili bölgenin mülki amirleri tarafından yapılmıştır. Daha sonra görevi kötüye kullanmaları dolayısıyla Fatih Sultan Mehmet zamanında bu iş için devşirme memurları tayin edildi. Bunlara Turnacıbaşı, Saksoncubaşı, Zağarcıbaşı, Haseki gibi isimler verildi.

Devşirme memuru kazalara gider, Vaftiz defterlerini tek tek inceleyen yaya başı, çocukları görerek uygun vasıfları taşıyanları ayırırdı. Genellikle 40 haneden bir oğlan hesabı vardı ancak bazen ihtiyaca göre değişirdi. Devşirilen çocuğun köyü, kaza ve sancağı ile baba ve anasının adı veya hangi vakıf ve çiftlik sahibinin reayası olduğu, doğum tarihi ve bütün eşkali, yaşı ve devlet merkezine sevki  sırasında sürücü denilen sevk memurunun ismi ayrı ayrı, iki defter yazılırdı. Sürücü getirdiği kişileri bu defterle teslim ederdi. Devşirilen çocukların sayısı 100-150'ye  ulaşınca defterleri ile beraber görevliler eşliğinde İstanbul'a gönderilirlerdi.

İstanbul'a gelen çocuklar iki üç gün istirahattan sonra şahadet parmağı kaldırılarak Kelime-i Şahadet getirilip Müslüman olurlardı. Daha sonra Yeniçeri Ağasının kontrolünden geçen devşirmeler Eşkal Defterleri'ne kaydedilip, sünnet edilirlerdi. Bundan sonra ise bir kısmı saraya, bir kısmı Bostancı'ya sevk edilir, kalanlar da Anadolu ve Rumeli Ağaları vasıtasıyla geçici bir zaman için Türk köylülerine verilirdi. Türk köylüleri yanında en az üç, en fazla sekiz sene gerekli ölçüde eğitilen Acemi Oğlanlar, Gelibolu ve İstanbul'daki Acemi Ocaklarına sevk edilirlerdi Bu Acemilerde Kapıkulu Askerleri gibi maaşlıydı ve ulufe denilen maaşlarını üç ayda bir alırlardı. Acemi ocağı efradı yeniçeri ocağından başka cebeci, topçu ve tersane hizmetlerine de verilirler oraların ihtiyaçlarını da temin ederlerdi.

Anadolu'da yapılan devşirme işlemi Rumeli'ye göre hem çok geç başlamış hem de büyük bir titizlik içinde yapılmıştır. Anadolu devşirmelerinin en ünlüsü, kuşkusuz I.Selim döneminde Kayseri çevresi halkından devşirilen Osmanlı mimarlarının en büyüğü Mimar Sinan Paşa'dır.

Osmanlı Devleti'ndeki devşirme uygulamasını zimmilerden istenen zorunlu askerli hizmeti olarak yorumlamak mümkündür. Devşirme olarak fiilen hizmet edenlerden cizye alınması da bu yorumu güçlendirmektedir. Devşirme oğlanları hiçbir zaman köle gibi kabul edilmemişler ve köle gibi de kullanılmamışlardır. Devşirmelerin köle kabul edilmesi İslam hukukunca da imkansızdır. Oysa devşirmeler sadece Osmanlı Devleti'nin egemenliği altındaki ehl-i zimmetlerden toplanmıştır.

Devşirme yapılacak olan bölgede, ilk önce gönüllü olarak devşirilmek isteyen çocuklar toplanırdı. Zira bu dönemde Yeniçeri olmak veya devlet kademelerinde önemli mevkilere gelebilmek için devşirme sistemi çok mühim bir fırsattı. Mimar Sinan bunun en iyi örneklerindendi. Bazı Osmanlı belgelerinde görüldüğü üzere itaatsiz davranan halkı cezalandırmak için o bölgeden devşirme yapılmıştır. Bu gibi durumlar çoğu zaman halk üzerinde nahoş durumlar oluşturmuştur.

Devşirmeler, hür olduklarında tereddüt bulunmayan gayri Müslim halkın çocuklarıdır. Bunlara ''kul'' veya ''gılman'' denilmesi, padişahın hassa askeri olmalarıyla açıklamak mümkündür. Ehl-i zimmetin askerlik yapma yasağı karşısında devşirilmelerin Türkleştirilmesi ve İslamlaştırılması bir zorunluluk olur.

 Bu olayı bir İslamlaştırma ve Türkleştirme  çalışması olarak değerlendirmek yanlıştır. Asıl hedef askeri ve idari bir takım problemleri çözmekti. İslamlaştırma asıl amç  olmadığını gösteren en belirgin delil: devşirme uygulamasının bütün gayri Müslimleri içine almamasıdır. Ayrıca devşirilen insan sayısıda büyük rakamlara varmamaktaydı. Asıllarını ve ailelerini hiçbir şekilde unutmayan bu kişilerin geç de olsa eski din ve hayatlarına dönmeleri mümkündü. Özellikle mağlubiyetle sonuçlanan savaşlarda, düşman safına geçmek, hatta bu işi bütün yeniçerilerin toptan yapmaları mümkün ve çok kolay bir durumdur. Oysa şimdiye kadar böyle bir olayı doğrulayacak belge ortaya çıkmamıştır.

Devşirme sistemi düzenli olarak 16.yy son çeyreğine kadar, yaklaşık 150 yıl, uygulanan sistem zamanla gevşemiş. Kapıkulu ocaklarının asker ihtiyacı daha ziyade Kuloğlu ve Ağa Çırağı denilen kimselerden karşılanmıştır. 16.yy sonlarına doğru Hıristiyan çocukları muayene edilmeden ya da rüşvetle devşirme olarak alınmış tutulması gereken Eşkal defterine pek önem verilmemiştir. Bu nedenle ocağa her sınıftan halk ve ayrıca Müslümanlarda girebilmiştir.

Devşirme sistemin olgun şekle getiren Fatih Sultan Mehmet'tir. O'nun devrine kadar büyük memurluklar eski Türk ailelerine verilirken, O vezir-i azamları bile devşirmelerden seçmeye başlamış; böylece Türk beylerinin nüfusunu kırmıştır. Fatih'in bu saltanat sistemi, devleti dağılma riskinden kurtarmakla beraber, bu yöntemin karmaşık ve bürokratik niteliği nedeniyle, çöküş döneminde Osmanlı padişahları, Selçuklu ve Abbasi sultanları gibi halkına yabancılaşmışlar, dolayısıyla da otorite tamamen saray bürokrasisine egemen olan devşirmelerin eline geçmiştir. Devşirme sisteminin bozulması, yeniçeri ocağı, kapıkulu ocağı dolayısıyla Osmanlı askeri teşkilatının çökmesine neden olmuştur.

Osmanlı devleti, asker ihtiyacını karşılamak ayrıca halkın düzenli ve kurumsallaştırılmış bir şekilde toplamak için  devşirme sistemin uygulamıştır. Ayrıca hakimiyeti altındaki halkın bünyesinde başkaldırması muhtemel bir lider yetiştirilmesini yüzyıllarca engellemiştir.

2.Cevap:

Tarihe ''Nizmülmülk'' olarak geçmiş olan ünlü devlet adamının asıl adı, Hasan b. Ali b. İshak'tır. 10.yy ortalarından itibaren İran ve Mezopotamya'yı fethederek, buraya yerleşen ve 11.yy ortalarında gücünün doruğuna ulaşan Selçuklu Devleti'ne vezirlik yapmış büyük bir devlet ve siyaset adamıdır. 1018 yılında Tus şehrinde doğmuş ve gençliğinde iyi bir eğitim almıştır. 1040 yılında Dandanakan Savaşı'nın ardından Selçukluların hizmetine girmiştir. Alparslan döneminde, Belh valisi onu vilayet işlerini yürütmek üzere görevlendirmiştir. Alparslan'ın 1064 yılında Selçuklu sultanı olmasıyla yıldızı parlayan Nizmülmülk vezirlik makamına kadar yükselmeyi başarmıştır. Sonrasında Melikşah döneminde de Vezirliğe devam etmiştir. 30 yıla yakın Vezir olarak hizmet etmiştir. Birçok unvana sahip Büyük Vezir, Büyük Üstad, İki Hükümdarın Tacı, Dinin Kıvamı o en fazla Nizamülmülk ( mülkün, memleketin, ülkenin nizamı) lakabıyla tanınmıştır. Devlet işlerindeki düzenleyici ve kurucu rolüne işaret etmektedir.

Devleti yeniden yapılandırma yanında birçok işler başarmış olan Büyük Vezir'in anılmaya değer birçok işi olmuştur.
1.Bunların başında İslam dünyasında ilk kez çok iyi örgütlenmiş yüksek öğretim yapan resmi akademiler mahiyetindeki medreseleri kurmuş olması gelmektedir. Bu medreselerin en ünlüsü Bağdat'ta 1065-67 de faliyete geçen Nizamiye Medresesi'dir. Diğerleri Isfahan, Nişabur, Musul, Basra ve Tus.
2.Osmanlı İmp. tarafından da uygulanan askeri ''ikta''sisteminin temellerini Nizmülmülk'ünd attığı bilinmektedir. Türk boylarının katılımıyla oluşturulan aşirete dayalı ordu düzeni, yerini maaşla çalışan düzenli orduya ve topraklı (tımarlı) askerlere bırakmıştır.
3.Celali Takvimi denilen yepyeni  bir takvim sisteminin kurulmasına yol açmıştır.
Nizamülmülk'ün günümüze kadar gelen en büyük yapıtı şüphesiz ki ''Siyasetname'' adlı eseridir.

Selçuklular, bu devletin temellerini atan Selçuk bey zamanında müslüman olmuşlardı. Selçuklular, halifeye bağlı bir devlet haline geldikten sonra, daha fazla dini/islami temellere oturmaya başlamıştır. Nizmülmülk'ün yaşadığı dönemde, kültür ve siyaset başta olmak üzere toplumsal yaşamın bütünü, Oğuz geleneklerine eski düzenden dini/islami ilkelere dayalı yeni düzene geçiş aşamasındaydı. Buna ek olarak göçebe yaşamı süren Türkler, hızla yerleşik yaşama geçiyorlardı.

Oğuz geleneklerine göre devlet, hükümdar ailesinin ortak malı sayılıyordu. Melikşah'ın vefatından sonra çıkan iç savaşlar, merkezi iktidarı zayıflatmış ve imp.dağılmasına yol açmıştır. Hükümdar ailesinin soyu kutsal ve tanrısal bir kökene dayanmaktaydı. Herhalde bu anlayış Türklerin Müslüman olmasından sonrada yeni bir form içinde sürdürülmüştür.

Dönemin veziri olan Nizamülmülk, geçiş süreci yaşayan bir devlet ve toplumda Fars geleneklerini ve İslami ilkeleri devlete empoze etmiştir. İkta sistemini Bizans etkisinde kalarak kurmuştur. Daha önceki Türk ve İslam devletlerinde böyle bir usul bilinmiyordu.

Nizamülmülk'ün eseri olan Siyasetname'', İslam dünyasında dönemin halife ve padişahları başta olmak üzere ileri gelen devlet ve ilim adamlarının yol göstermek ve tavsiyelerde bulunmak amacıyla yazılan pratik siyasetbilim türündeki yapıtlar önemli bir halkasıdır. Siyasetname Sultan Melikşah'ın isteği üzerine yazılmıştır. Yapıtta , sultana sadece öğüt ve tavsiyeler verilmekle kalınmamış, sisteme önemli katkıda bulunabilecek ciddi tekliflerde getirilmiştir. Başka deyişle, olması gerekenler hakkında somut, pratik, ve uygulanabilir önlemler önerilmiştir.

Akıcı bi üslubla kaleme alınmış. İçerik olarak devletin işleyiş biçimi, bürokrasideki aksaklıklar ve alınması gereken tedbirler, siyasi kurumlar ve rütbeler yanında, yönetim ve halk arasındaki ilişkiler ile yönetime muhalefet eden hareketler üzeridne yoğunlaşmaktadır. Son şeklini 1098-1111 yıllarında almıştır.Nizmülmülk Ehl-i Sünnet dışında kalan akımları ve anlayışları şiddetle eleştirmektedir. Yükseliş döneminde bulunan bir devletin içinde bulunduğu çürüme ve yabancılaşmaya ilişkin sorunlardır. Bu anlamda Siyasetname bu sıkıntı ve aksaklıklara çözüm getiren bir siyasal ve idari öneriler paketi olarak da okunabilir. Nizmülmülk'ün pratikten gelen bir devlet adamının birikim ve tecrübelerini de yansıttığı açıktır.

Siyasetname'nin orjinal dili Farsça olup, 51 bölümden (fasıldan)oluşmaktadır. Bireysel ve tikel kurallardan hareket ederek tarihsel tecrübeler ışığında genel ilkelere ulaşmayı amaçlayan bu yöntem, bir nevi tümevarımcı bir yöntemine benzemektedir. Siyaset konusunda görüşlerini toplumsal piramidin üç katmanı ve bunlar arasındaki ilişkiler üzerinden anlatmaktadır. 1.Sultan, 2.Bürokrasi, 3.Reaya (halk).Siyasal iradenin meşruiyetini ilahi ve kutsal bir temele dayandırmaktadır. Orhun Abidelerinde de Gök Tanrı'dan yetki aldıkları.Hükümdar, toplumsal istikrar ve huzuru sağladıktan sonra isminin ebedi kalması için dünyanın imarına başlar. Padişaha hitabı, Alemin efendisidir. Sultan bütün dünyanın sahibi olduğu için onun gücü, diğer padişahların üzerindedir. ikinci olarak Din ve devletin sultanı unvanı vermektedir. Alemin efendisi karşısında halk kul konumundadır. Kul sözlükte emir dinleyen hizmetkar, Allah'ın mahluku, Allah'a itaat ve ibadet eden veya köle anlamına gelir. Bu sözcükler padişah ile tebaa arasındaki hiyerarşik ve kategorik ilişkiye atıfta bulunmaktadır.

Selçuklu ve Osmanlılarda padişah reaya ilişkis paternalist bir karaktere sahiptir. Buna göre padişah emredden emrine uyulması gerekli olan ve sürekli olarak halkın iyiliğini göz önünde tutan bir baba konumundadır.Nizamülmülk, halk ile padişah arasında karşılıklı bir bilgi akışını öngörmektedir. Nizmülmülk, itaat karşılığında padişahın halka adaletle davranmasını defalarca yineler. Bürokrasiyi dizginlenmesi gereken bir güç olarak görmekte ve bürokrasinin halka yönelik baskıcı tutumunu bir sorun olarak algılamaktadır. Dördüncü fasılda padişahın bürokrasiyi sıkı sıkıya denetlemesi gerektiğini şu sözlerle ifade eder. Nizmülmülk'e göre rüşveti önlemek için işe alınacak kimselerin ahlaki özelliklerine azami dikkat gösterilmesidir.Nizmülmülk, Padişah için en iyi şey dindar olmasıdır. Çünkü din ve padişahlık tıpkı iki kardeş gibidirler. Padişahı uyarma gereği duymaktadır, Padişah kadınlarının, padişaha hakim oldukları devirlerde ülkede rezalet, kötülük, fitne ve fesattan başka bir şey görülmemiştir.

O kendi çağının gerekliliklerine ve zihniyetine uygun olarak güçlü bir devlet tasarımlamakta ve böyle güçlü bir devleti kurmanın yolunun ise, adil ve dindar bir padişah ile, iyi işleyen sivil ve askeri bürokrasiden geçtiğine inanmaktadır. Padişah , devletin ve ülkenin çıkarlarını koruyabilmesi için iyi bilgi kaynaklarına sahip olmalı ve bürokrasinin dizginlerini tutmalıdır. Devlet, öncelikli olarak ülkede güven ve huzuru sağlamalı, ayrıca bunu ayakta tutabilmek için ülkeyi baştanbaşa imar etmelidir.

Nizmülmülk'ün zihnindeki devlet, sadece güçlü bir devlet değil, aynı zamanda paternalist bir devlettir. Yani ona göre padişah ya da devlet, halkın babasıdır. Baba, çocuklarına hizmet etmek; çocuklar ise babaya itaat etmekle yükümlüdürler. Bu bağlamda devlet, aynı zamanda halk için bir ekmek ve iş kapısıdır. Ona göre başta kadınlar olmak üzere halk tümüyle siyasetin dışında tutulmalıdır. Halk sadece şikayetlerini saraya bildirmeli ve bunun sonucunu beklemelidir. Halkın saraya ulaşımı hiçbir şekilde engellenmemelidir. Din ve devlet iki kardeş gibidir. Padişah, dini yasaları ve kuralları çok iyi bilmelidir. Zira dini bilmek, daha adil ve isabetli kararlar almaya yardımcı olacaktır. Bu tavsiyelere rağmen Nizmülmülk, din ve gelenek arasındaki çelişkili durumlarda, bazı geleneklere boyun eğmekten kurtulamamıştır. zamanında devletin bir geçiş dönemi yaşadığını bilmek gerekir.

Nizamülmülk, güçlü paternalist ve dinle uyumlu bir devlet ve siyaset anlayışına sahiptir. Bu anlayış bir bakıma geleneksel devlet ve siyasete değin yaklaşımları da önemli ölçüde yansıtmaktadır. Türk devlet geleneğine damgasını vurmuştur. Onun devlet anlayışı hala Türk siyaset ve devlet anlayışında ve de kamu vicdanında hakim bir vizyon olarak devam etmektedir.

31 Mart 2016 Perşembe

Uygarlık Tarihi II ( Vize )


SINAV SORUSU: Mitos dan Logos'a geçişi anlatınız ? ( Önceki yılların )
SINAV SORUSU: Aristo ve Platon'un düşünce sistemini anlatınız.( Önceki yılların )

1.HAFTA: UYGARLIK TARİHİ DERS NOTU ( 15 ŞUBAT 2016 PAZARTESİ )

Birinci dönemde başlamış olduğumuz yolculuğu günümüze taşımaya çalışacağız. Farkındaysanız ilk çağı işledik ilk dönemde ve günümüzden 3000 yıl öncesine kadar gelebildik. Şimdi oradan bu tarafa bakacağız. Aslında bu son 3000 yıl, 300 yıl da diyebilirsiniz. Arasında büyük bir fark var ama şöyle bu son 300 yılın geçmişi olarak bakabiliriz. Son 3000 yıl dediğimizde MÖ 1000 yıllarını kastetmiş oluyoruz. Son 300 yıl dediğimizde 1800'lü yıllar.


1800'lü yıllar Endüstri devrimi, Sanayi devrimi, Fransız devrimi, Ulus devlet modelinin ortaya çıkışı, Siyasal devrim, Demokratik devrim. Platon, MÖ 4.yy ideal devlet nasıl olmalıyı yazıyor.İlkçağdan beri olan demokrasi, toplumsal yönetim biçimi kavramı olmaktan çıkıp; bu devrim ile beraber bu tarih itibari ile devletin olması gereken tek yönetim biçimi haline geliyor.

Bütün bunları topladığımız zaman son 100 yılı da, son 300 yılı da ifade eden başka bir kavram ortaya çıkıyor. Modernite , Modern devlet, modern toplum, modern insan, modern hayat gördüğünüz gibi her şeyi parantezi içine alabilen bir kavram çıkıyor karşımıza. O halde son 300 yıl modern çağ olarak adlandırılıyor. İşte bu modern çağa giden yolculuğun köklerine baktığımızda Antik Çağ da görebilirsiniz. O yüzden 3000 yılın macerası aslında günümüz dünyasını anlamamız için bir ipucu.

Dolaştığımız coğrafyaya bakarsak Mezopotamya, Afrika. İlkel diye adlandırılan dönemden çok uzun döneme yayılan, günümüzden en fazla 12 - 13 bin yıl öncesine tarihlenen, Paleolitik, Eski taş, Taş devri diye adlandırılan; göçebelik, tüketicilik, toplayıcılık, avcılık dediğimiz dönemde içerisinde yaşadıkları coğrafya Afrika en yaşlı kara kıta denilen yerden. İnsanlar,iklimdeki değişim, kuraklıkla beraber; toplayacak, avlayacak şey bulunamamasından kuzeye doğru göç ediyor ve işte mezopotamya dediğimiz yerde bereketli bir coğrafya karşımıza çıkıyor. 

Devamında bu tarımsal bereketin, üretimin üzerinde bir yönetim inşa ediliyor. Devlet dediğimiz yapının ortaya çıkışıda en fazla günümüzden 5 -6 bin yıl öncesi 3500 Sümer devleti.

Dolayısıyla dolaştığımız coğrafyaya baktığımızda Afrika, Asya hattını görüyoruz. 18.yy bu dönemden itibaren Fransız devrimi, Sanayi devrimi, Burjuva devrimi, Demokratik devrim, Modern dünya diyoruz. Bunun hasıl olduğu dünya Batı dünyası, avrupa. Bugüne kadar konuştuğumuz coğrafya Mezopotamya, Afrika'ydı. Dolayısıyla biz insanlığın 18. yy. itibaren uygarlığın lokomotifi haline gelen Batı dünyasının macerasını izleyeceğiz.

Uygarlığın macerasına şurada başladığımız yolculuğun bir devamını görebilirsiniz dolayısıyla yeni bir şey yok diyebilirsiniz. Ama baktığınızda çok farklı şeylerin olduğunu göreceksiniz. Doğu; tarım, dolayısıyla toprak, arazi yani kara ve tarım uygarlıklarından bahsediyoruz. Batı'ya geldiğimizde; antik yunan, atina yani deniz ve ticaret. Kara ve tarım uygarlıklarından deniz ve ticaret uygarlıklarına bir değişim yaşanıyor. Bu sadece coğrafi bir değişim değil, niceliksel bir değişim değil niteliksel bir değişim olduğunu görüceksiniz.

Babil, Asur, Hitit, Mısır dan bahsetmiştik. Bunlar  artık bir şehir veya bölgesel devlet değil imparatorluk boyutunda olan yani emperyal tek bir merkezden kendi sınırlarının çok ötesini kontrol eden devlet yapılarıydı. Oysa Atina dediğimizde karşımıza Site / Şehir çıkar. Yani Büyük Karasal arazi kontrolünden yeniden şehir devletine dönüş. Bu dönüş neyi ifade eder? Örneğin, Sümer'e bakalım, Mısır'a bakalım Tapınak Merkezlidir. Site dediğinizde, Atina dediğinizde Agora ( Meydan )
Çarşı. Yani Tapınak merkezli ( tarımsal üretimin tek bir merkezde toplandığı, sahibinin tek bir şey olduğu, devlet merkezli ) bir dünyadan ticaret merkezli çarşının hakim olduğu bir dünyaya geçiyorsunuz. Çarşı da iş yapan tüccar, esnaf, tacir, zanaatkar bunlar vardı ama devlete bağlıydı daha önce şimdi kendi başına iş yapan adam dan bahsediyoruz. Dolayısıyla para uygarlığına geçmiş oluyorsunuz.Bu doğu batı ayrımını göreceğimiz noktadır.Doğu da daha büyük, daha köklü, bir devlet organizasyonu olmasına karşın modernleşme dediğimiz süreç hala tamamlanamamış bir süreçtir bunun ayrımını görücez.

Tarımdan itibaren Paleolitik'ten itibaren sihir, büyü v.s. düşünceleri kendilerine göre bir dünya algısı yaratıyordu. Ağaca, kuşa, taşa anlamlar yükleyerek onlar sadece nesne olmaktan çıkıp birer imge haline geliyorlardı. Hatta kutsallık, ruhta kazanabiliyorlardı. Bu doğayı kişileştirme, insanlaştırma düşüncesine Mitsel düşünce diyebiliriz. Mitoloji veya Mit nedir? Tahsin Yücel'in ifadesiyle söylence, olağan dışı, olağan üstü varlıkların, güçlerin olduğu bir dünya. Ama mitolojiye yakından baktığımızda kendi hayatımızın izlerini görürüz. Mitolojide, yaşadığımız dünyaya bakarak görmediğimiz bilmediğimiz dünyayı anlamlandırma işidir. Kozmoloji yani bir kainat algısı yaratma düşüncesi, ben böyle isem ötekide öyle zaten demek gibi bir teselli bulma hikayesidir. Bu efsanelerde mesela Zeus insansı varlıklar gibi. İnsandan tek farkları ölümsüzler. Dolayısıyla sende öbür dünyada ölümsüz olacaksın. Mit dediğimiz olağan dışını açıklama hali. Şehrin ortaya çıkışındaki ana öge, merkezindeki tapınak  kurumsal anlamda sistematikleşmiş din olgusu.Çarşıda adam kendi tezgahına, kendi adına iş yapıyor. Nasıl yaşıyorsan öyle düşünürsün. Artık bu efsaneler Mitler sökmüyor. Rasyonel düşünce ya da akli düşüncenin başlangıcı ya da efsanelerden felsefi düşünceye geçiş diye adlandırmak  gerekir. MÖ. 4.yy Platon şunu söylüyor.'' ya krallar filozof olmalı ya da filozoflar kral olmalı.'' Tanrı soyundan gelen, gökten inen birisi değil rasyonel, akli  nasıl olması gerektiğine biz karar vereceğiz. Dolayısıyla şahıs çıkıyor karşımıza.

Sokrates'in öğrencisi Platon onun öğrenciside Aristoteles dir. Sokrates tarihin ilk düşünce suçlusu düşüncelerinden dolayı idam ediliyor. Platon'un kurduğu okulun adı Akademi. Bu bölgede mezarı bulunan bir savaşcının isminden Akademikos dan alıyor. Rafael in tablosuna baktığımız zaman Akademi de Platon ortada el yukarıda idealar diyor. Aristoteles de yanında eli aşağıda ''Platon benim için yücedir ama gerçekler daha yücedir'' diyor. Düşünce ekolleri Platonik düşünce, Platonik aşk, Aristo Mantığı dolayısıyla iş ve hayat kişiselleşiyor düşüncede kişiselleşiyor. Doğu da Piramitlerin nasıl yapıldığı araştırılıyor. Zigguratların taş işçiliği araştırılıyor, heykelleri kimin yaptığı bilinmiyor.Ama Atina'nın altın çağı Parthenon da Fidias'ın heykelini biliyorsunuz. Aristoteles'in şiirleri ve tiyatrolarını biliyoruz. Mısırlılar mumyalama sistemin bulduklarına göre anatomiyi baya iyi incelemiş. Tıp dediğimizde Hipokratı biliyoruz. Dolayısıyla  kişiselleşme dediğimiz olgu Mülkiyet den başlayarak düşünceye, sanata kadar özelleşmedir. İlk çağda bir anlamda bireyselliğin doğuşunun habercisi olarak karşımıza çkıyor. Doğu Batı arasındaki farkı anlayabiliyoruz.

Hayatımıza yön veren kavramlardan bir tanesi Akademikos diğeri de Ekonomikos ( Ev idaresi). Mısırda Sümer de olan devlet köleliğinden borç köleliğine geçiş. Yani sahsi köleliğe geçiş ve bunun yasalaşmasını göreceğiz. Kısaca Para düzen diyeceğimiz bir dünyaya adım atılacak. 1. Batı cephesinin ilk fotoğrafı Antik Yunan 2. Tarihte bireyin rolü. Batı dünyasındaki yolculuğa bakarken tarihte bireyin rolüne  bakacağız. Batı da ilk çağ kapsamında İskender Pers-Yunan üzerinden yürüyeceğiz. Atina'nında sonuna  yol açan ama doğu batı savaşı göreceksiniz. Bu erken küreselleşme hindistana kadar giden sınırlar. 3. Erken küresellik veya dünya imp. diyebileceğimiz. Roma ya bakıcaz. Çünkü tam iskenderin gittiği sınıra kadar gidiyor. Küreselleşme olgusunu ilkçağ da biçimlenmiş halini roma üzerinden inceleyeceğiz.

Atina için Mitos dan Logos'a geçiş. Devlet mülkiyetinden özel mülkiyete geçiş. Karasal Tarım uygarlığından, Deniz Ticaret uygarlığına geçiş. İlk uygarlığın havzası nasıl ki mezapotamya ise modern dünyaya giden yolculuğun havzasıda Akdenizdir. Romanın büyük anıtsal mimarisi arena, piramit veya ziggurat gibi anıtsal mimarinin büyülü dünyasının geri dönüşünü simgeler. Romanın çöküş döneminde insanlar ekmek ve eğlence istiyoruz diye ayaklanıyorlar. Roma ihtişamdır. Latin kültürü bügün kü Latin alfabeside roma dan kalma, Tıp veya Hukuk okuyorsak mutlaka Latince bilmemiz gerekiyor. Roma 4.yy da doğu batı olarak Doğu yakası Konstantinapol Batı yakası Roma.
Mısır da  herşeyin tek merkezde toplanması aynı zamanda  tanrı kraldan inancın soyutlaştığı maddi fiziki bir varlıktan bütün dünyanın kontrol edildiği bir Tanrı imgesine herşeye kadir bir Tanrı imgesine dönüştüğünü görebiliriz. Mısır da  Akhaneton devam etmeyecek. Semavi dinler Mısır da ilk tek tanrılı din sürgünlere Mısır, Babil evreleri olacak. Musevilik çalkantılarara sebeb olucak sonra Hıristiyanlığın doğuşuna doğu yakası tanıklık edecek. Doğu-Batı ayrışmasında sonra Batı 5.yy itibaren neredeyse şehrin de bittiğini neredeyse kırsallığın

29 Mart 2016 Salı

Yaratıcı Tiyatro


 İhtiyaçlarımızı karşılamamızın amacı olması lazım. Sonra olanaklar ve koşullar. Bu ihtiyacımızı karşılamak için eğer olanaklarımız kıtsa koşullarda çok zorlu ise bunun karşısında durmak mümkün değil. Örneğin; En sevdiğimiz insan hasta ve beş paramız yok. Müthiş bir masraf çıktı karşımıza. O parayı nereden bulacağız ve bunun sonucunda sevdiğimiz insanı iyileştireceğiz. Eğer böyle bir amaç varsa, böyle hayati bir amaç, böyle bir ihtiyaç varsa yaratıcılık kendiliğinden ortaya çıkmaya başlıyor. Koşullar ve olanaklar ne olursa olsun. Ama olanakların çok fazla ise koşullarda çok güç değilse yaratıcılık yapma ihtiyacı çıkmıyor. Eğer olanaklar ve koşular arasında uçurum varsa ister istemez onun yarattığı bakı o engeli aşma isteği ile hemen başlıyorsunuz. 
 Harekete geçiren 4 unsur aslında yaratıcılığın nedenleri, nedenselliği sahnede yapılan herşey nedeni dramaturjide bulunur. Dramaturjinin karşılığı bir oyunun sahnelenme amacına yönelik yorumun tiyatronun bütün çalışmalarını kapsıyacak şekilde yapılan bilinçli çalışmalardır. Sahneleme, yönetmen, oyun, dekorcu, kostümcü, ışıkçı, müzikçi sahnede yapılan herşey in nedeninin ortaya çıkarılması bu amaca yönelik bütünlüğün sağlamak.
 Tex okunduktan sonra analizler yapılır, karakter analizleri yapılır, olay durum ilişki analizleri yapılır hatta günümüzde seyirci analizleri yapılır. Bu analizler, çözümlemeler genellikle üç soru üzerinden yapılır. Karakterse ne anlattı, ne söyledi, olaysa ne oldu ondan sonra neden ne içinler. Neden yaptı, o olay neden oldu, bir de işlevi ile ilgili soru var oldu da ne oldu. Söylediği, yaptığı, işlevi ne. 3 temel sorudur bu analiz yapabilmek için. Bu soruları her durumda sormaya başlayıpta analiz etmeye başlarsanız. Çok daha iyi öğrenirsiniz. İlişkilerinizi  daha iyi kurarsınız. Değişirsiniz.
 Her olayın altında ham bilgi vardır. Bu gizlidir. Bu bilgiye ulaşmak işimizi kolaylaştırır. Bu adam geldi, ne dedi, neden yaptı, yaptı da ne oldu. Ne yapıyoruz, neden yapıyoruz, yapıyoruz da ne oluyor.
 Hem seyirci hem oyuncular hale gelen marketin önündeki diyalog. Ne sahne var ne oyun var ama tiyatro. Zor olan tarafı herkese seyrettirebilecek kadar çok etkili ve inandırıcı olabilecek bir güce sahip olması. Asıl tiyatro bunu herkese nasıl seyrettirebiliriz de başlıyor. Nasıl bir etki sağlayalım ki bu herkes tarafından seyredilsin. Aslında her insan bir oyuncu, herkes birbirine oynuyor. Adam karısına oynuyor, öğretmen öğrenciye, memur amirine. Eğer oynamadığımız taktirde  bir sorunu çözmemiz mümkün değil. İknanın altında oyun vardır. Birisini ikna etmek şunu yapsana diyeceksin mesala. Örneğin kötü bir haberi alıştıra alıştıra söylemek. Haberi söylemek bilgi aktarımıdır. Ama alıştıra alıştıra söylemek oyundur. Birini kırmadan reddetmek için bin dereden su getirmek bir oyundur. Hep oynuyoruz oynamak zorundayız. Mesala geç kaldık mazeret yaratmaya başlıyoruz. Mazeret yaratmak oyundur. Sürekli oynuyoruz. Günlük yaşamın içinde bol bol oyun var. Zaman zaman tehdit ve şantaj ile oyunu sürdürüyor insan. Bir çocuğun anne ve babasından izin almak için hasta numarası yapması tehdit ve şantaj bir oyun. Hayatın içindeki günlük yaşam oyunculuğu çok daha güçlü. İnsan ilişkilerinde başarılı olmak için oynamak zorundayız. O yüzde işyerindeki konuşma tarzı bile farklıdır. Strateji gerektiren yerlerde, taktik gerektiren durumlarda oynamak zorundayız. Kaçarsan kovalar, kovalanırsan kaçarsın bir taktik. Aradan sesini yükseltirsen daha inandırıcı olursun bu da taktik. Taktik gerektiren konularda hep oynuyoruz. 
 İkna etmemiz gereken durumlarda oynuyoruz. Herkesin zorlama olmadan keyifle, heyacanla, istekle seyredebileceği bir oyun elde etmek işin zor tarafı bu.
  Tiyatroda yaşamın aynısını aldığımızda tekrara düşüyoruz. Sıkılma riskimiz yüksek. Yaşamı tanımlayan kavramların yansıması olarak aldığımızda bizim tiyatronun yolunu açmış oluruz. İnsanın ölmek üzere doğduğu bir dünyada olayların, durumların, ilişkilerim içiçe geliştiği eylemlere dönüştüğü dinamik bir yaşam. Ölmek üzere doğmak bir çatışma. Her insan doğduktan sonra öleceğini bilerek yaşıyor. Hayatımızın içinde var çatışma, sanatında içinde olmak zorunda. Çatışma olmadığı zaman hiçbir sanat etkinliğini izlettiremezsiniz. Farkettiremezsiniz. Tiyatronun her unsurunun içinde var. Yönetmenin, oyuncuların, dekorun, kostümün, ışık da var. Bütün sahneyi ışıkla aydınlatıyorsun bir tane mor ışık içinden beliriyor istersen seyretme. Çatışma en önemli şeylerden bir tanesi. Zıtlık, kontrast. Olayların, durumların, ilişkilerin sahne üzerinde yapılacak her şeyin nedenselliği.
 Kurgu, hayal gücü, kendimize göre yeniden yaratmak. Öykülendirme. Seyirci için o anda hiç beklemediği bir şey olması lazım. O şeyi belli etmemesi lazım. Sürpriz hemen hemen çatışma ile aynı şey. Hiçbir şeyin beklediği gibi sandığı gibi gerçekleşmemesi lazım. Aa bu ağlayacak dediğinde onun ağlamasının bile farklı olması lazım. Seyici ve oyuncu arasındaki etkileşim. Dinamik dediğimiz şey. Yolculuk ve süreç. Farketmek, Algılamak, İçselleştirmek, Eyleme geçmek. 4 aşamada. Aynı şeyi seyircide yaşıyor. Bu aşamalar mutlaka oluyor. Bazen çok hızlı oluyor. Eğer uyaran çok güçlü ise ya da insan ona karşı çok hassassa eylem çizgisi tersine dönüyor. İçselleştirmek en önemli şey eylemin ortaya çıkmasında. Tanımadığınız birinin evi yansa nasıl olur, tanıdığınız birinin yansa ya da sizin eviniz yansa nasıl olur. Bunu bir arkadaşınıza anlatdığınız zaman farkları nasıl olur.
 Bir insan zorluklardan bunalmış bu insanı sadece güldürmek olabilir. Sorunlarını çözmek için bir gün daha ayakta kalmasını sağlamak için yaşam sevinci kazanmasını sağlıyorsa tiyatro. Yaşama sevinci veriyorsa bu bile yeterli.
 Tiyatro varsayımdır. Tiyatro salonunda bazen saray bazen ev kuruyoruz. Seyirci varsayım olduğunu bilerek geliyorlar. Varsayalım ki burası saray. Ne kadar gerçeklik duygusu yaratılsada herşey varsayım. Sahnenin ortasına halı serseniz. Sonrada onu sal olarak kullansanız. Hemen seyirci onun sal olduğuna alanın çevresinin deniz olduğuna inanır. Sevdiğimiz oyunda daha fazla dikkat çeken şeyler olur. Bazen ezberini unutur, bazen tökezler, bazen aksesuarı düşürür, kulisden sesler gelmeye başlar. Dikkat ederseniz en çok ilgi gören yerler orasıdır. Varsayım olduğunu bildiği seyir eylemi içinde onlar gerçektir. Gerçeklik duygusu ile varsayımın çatışmasından dolayı dikkat çeker. Hatta oyundan daha çok dikkat çeker. Saray varsayımdır. Ama dekor gerçekçidir. Seyirci oynayışdaki gerçekçiliğe gelir. İnandırıcı olduğu taktirde istediğimiz şeyi yapabiliriz sahnede. 
 Yaşam gerçeği, sahne gerçeği. Yaşamda olayların parçası oluruz ya da tanıklık ederiz. Parçası olduğumuzda duygu yoğunluğu yaşarız. Ajite oluruz ayrıntıları göremeyiz. Çünkü korkarız, paniğe kapılırız, tedirgin oluruz. Duygu yoğunluğu içinde ayrıntıları göremeyiz. Ama sahne öyle değil doğrudan doğruya izlettirmek üzerine kuruludur. Tiyatro salonunda bütün koltuklar tek bir yöne bakar. Sahne seyirciye göre yüksektir. Sahne önünde bir perde asılıdır. Salon ışıkları söner sahne ışıkları yanar. Perde açılır. Bunlar da üç zil sonra olur. Bütün dikkat izlemeye yöneliktir. Parçası olmadığımız için çok fazla odaklanırız bu yüzden çok çabuk algılarız çok çabuk sıkılırız. Tiyatronun yaşamı aynen aktarma gibi bir derdi yoktur kendi gerçekliği vardır. Onun için bu da ufkumuzu açar. Varsayım olmasından ve sahne gerçeği ile yaşam gerçeği çok farklı olmasından dolayı. Çok önemli iki özellik.
 Duygusal zekanın 4 özelliği var. Duyguların tanınması, kontrol edilmesi, yönlendirilmesi, ifade edilmesidir. istediğimiz zaman yükseltebileceğimiz bir katsayısı var. Tiyatro duygusal zekayı yükselten en önemli labaratuvarlardan bir tanesidir.  Replik insan ilişkisi. İnsanlar duygularını tanımayınca, yönlendiremeyince ister istemez zihni işlem yapmaya hazır olmaz hiçbirzaman. Çok üzüntülü olduğumuz zaman sorun çözemezsiniz. Çok sevinçli olduğunuz zaman da sorun çözemezsiniz. Çünkü zihni bilinci o sorunu çözmeye odaklayamazsınız. Duygu ne olursa olsun. 
 Diyaloglarda ironi varsa onu sadece metin içinde ironik diye yazar. Bütün duygu ve düşünce davranışları ortaya çıkaran çalışmalardır dramaturji çalışmaları. Bunlar için veride diyaloglardır sadece. Bu karakter bu olayda böyle birşey söylemişse bu özelliğe sahiptir diye çıkarımlar yapılır. Amerikalı bir oyuncu şöyle diyor. Ben canladıracağım her karakter için 68 tane soru sorarım. Önce o karakteri kendi içimde yaşatmak zorundayım ki. Sorular nerde yaşıyorum, hangi semtde, çocuğum var mı, okula mı gidiyor, köpeğim var mı, köpeğimin ismi ne 68 soruya cevap alıpta onu ben yaşadığım zaman seyirciye yaşatabiliyorum.
 Yaratıcı çalışma sancılı bir çalışmadır. Ama aynı zamanda keyiflidir. İlk çalışma oyun metni ile başlar. Devlet Tiyatroları, Şehir Tiyatrolarında dramaturji kurulu tarafından seçilir oyun. Seçilen metin bir havuza girer. Oyunun oynanmasına karar veren yönetmendir. Dramaturji kurulu önerilen oyun için onay da verebilir. Ya da bu oyunun içinde belirli zaaflar var bunları giderdikten sonra da oynayabilirsiniz diyebilir. Özel Tiyatrolarda farklıdır. Birçok yoldan gelir oyun metinleri. Sanat açısından, Seyircinin ilgi duyucağı bir temanın işlenmiş olması gerekir. Teknik açıdan Tiyatroda gerçekleştirilebilir olması lazım. Bu kadronun oynayabileceği bir oyun metni olması lazım. Çok güncel bir oyun olması lazım ya da ambiyansının çok güçlendirilip seyredilebilir hale gelmesi lazım, Yapım maliyetinin bütçeye denk gelmesi lazım. Buna göre seçilir oyunlar. Ondan sonra Yönetmen rol dağıtımı yapar. Rol dağıtımını ilk prova günü duyurur. İlk yapıcakları çalışma masa başında metini bir okumaktır. Sonra tartışılır. Dramaturji çalışması başlar. Karakter analizleri yapılır. Karakterin değişim noktaları tespit edilir. Yol haritası çizilir. Hangi tarihte oyun çıkacak belli olur. Bütün ekip uyum sağlamak üzerine oyuncu, kostüm, ışık, müzik. Konsept, Strateji ve Yaklaşım belirlenir. Kostüm, dekor bundan sonra hiçbir çalışmaya katılmazlar bağımsız olarak kendi yerlerinde yapmaya başlarlar. Oyuncular genel provaya kadar diğerlerini görmez. Ama Yönetmen belirli aralıklarla bu tasarımcılarla bir araya gelir gelişmeyi izler ve tasnifler yapar, çalışmayı sürdürür. Bu klasik bir yapıdır.
 Çarşı ve mezarlık gezisinde ne duydunuz ne hissettiniz. Oyuncuların cevabı 1 saat içinde yaşam ve ölümü tanıdık. 15 gün sürecek dramaturji çalışması böylece 1 saate indi. Üzerine konuşulacak bir şey kalmadı. Bir insan normal sistemden farklılıklar gösteriyorsa toplum, sistem ona yapancılaşır, farklılıklarından dolayı yabancılaşan insan aidiyet duygusunu yitirir, yalnızlaşır ve ölümü bekler. Bunun için de o farklılığı ortadan kaldırabilecek en önemli çalışma empatidir. Kendimizi onun yerine koymak onu anlamaya çalışmak. Kabullenmek değil anlamaya çalışmak. Empatiyi güçlendiren en temel olgu ölümdür. Örneğin; çok çatıştığın biri var onun ya da kendinin yarın öleceğini bilsen müthiş bir serinkanlılık sağduyu ve esneklik oluşur. Sonra Yönetmen bir prova programı hazırlar. Sahnenin uzun ya da kısa olmasından ya da gün gün sahneleri böler o sahnelerde kimler varsa yazarak bir prova yapar.
 Serbest doğaçlama özellikle içindekini dışarı çıkarabilmesi için alkol bağımlılarında doktorlar tarafından yapılır. Tiyatroyu koşulsuz doğaçlama için bir kumpanya döneminde  ekip anlayışı oluşturmak için bu çalışmalardan yararlanıyoruz insanların birbirini çok iyi tanıması, dost olması, arkadaş olması, art niyeti ön yargıyı ortadan kaldırmak için yapılan serbest doğaçlama çalışmasını tiyatroda yapar, kumpanya oluştururken yapar. Onun arkasından mutlaka koşullu doğaçlama bir konu verilir oyunun gerektirdiği sahneleri çıkarmak için koşullar belirlenir ve onun üzerine çalışılır. Koşul kasapda bekleyen kadının bir nedeni evde bekleyen çocukları onun orada beklemesini sağlıyor. Güven ortamı oluşturmak için serbest doğaçlama yapılır. Ama oyun hazırlarken doğaçlama mutlaka koşullu olmalı, o koşulun oyunun ihtiyacına göre belirlenmesi lazım  ki o doğaçlama yapılabilsin. Olay örgüsünün anlaşılabilmesi ve bağın iyi kurulabilmesi için. Yönetmen sahne dışında iz sürüyor. Bir insan bir insanın önce gözüne bakar. İnsan gözü hep hareketli objeye bakar denilir. İnsan gözü önce turuncu rengi görür denilir halbuki öyle bir şey yok hayatta. Aslında dengeyi bozan unsura bakar insan. Statik bir denge kurduysanız derinlik olan unsura bakar. 14 kişi zıplıyor 1 zıplamıyor insan ona bakıyor.
 Kırık bir vazo hiçbir nedensellik eklemediğinizde sadece kırık bir vazodur. Kırık vazonun yanına bir hırsız koysanız. Bir çocuk koysanız elindede bir top. Midesi yanan gencin yüzünün ekşimesi kız arkadaşı sen burada olmaktan memnun değilsin galiba diyor. Yanma artıyor daha da yüzü ekşiyor. Kız sen benimle olmaktan memnun değilsin galiba diyor. Kız sinirleniyor ve kalkıyor. Yüz ekşimesi doğrudan doğruya memnuniyetsizliğin göstergesi. Göstergenin en önemli teorisi eğer bir obje bir nesne, bir jest nedensellik taşıdığı zaman bir gösterge haline geliyor. Böylece çok fazla yorum yapılıyor. Bunun olumlu ve olumsuz yanlarından yararlanılıyor. Dizi de yorumları farklı bir şekilde ele aldığı için ister istemez bir çatışma çıkıyor. Dizinin sonuna kadar o çatışma sürüyor. Hiç kimsenin karar veremeyeceği kadar da çok yorum çıkıyor.Adam kapıyı vurup gidiyor sonra yağmur yağmaya başlıyor. Kadının ağladığının göstergesi diyoruz.
 Bir insanın farklılıkları ile huzur bulucağı bir sistemin arayışıdır. Tiyatro, entelektüel bilgi, bütün bunları şu oyunda kullanıcam deyip o oyunla ilgili bilgi. Oyun bilgisi, dramaturjik rapor sonuç.
 Tanıdıktan sonra saklamış olduğum bütün seyircilerimi, korkularımı açığa çıkarmış olduğum sığınağım oldu. En yaygın çalışma grup çalışması. En etki en uygun cevapları biraraya getirip kullandığımızda grup çalışması oluyor.