21 Ocak 2016 Perşembe

Erken İslam Sanatı ( BÜT )

 

Arkadaşlar, yazmaya yetiştiremedim. E-mailinizi atarsanız ders notlarını yollarım. İyi çalışmalar diliyorum.

17 Ocak 2016 Pazar

Uygarlık Tarihi 1 ( BÜT)




Soru : Uygarlık Tarihi - Kültür ilişkisi ?

Cevap :  Uygarlık Tarihi veya İnsanlık Tarihi de denilebilir. İnsana özgü davranış biçimlerinin zaman üzerinde hakimiyeti anlamına da gelir. İnsanın yazgısına hakim olması yani İnsanın doğduğu gibi ölmemesi. Örneğin : develer, kediler, kuşların yaşantısı 100 yıl önce ki yaşantılarından çok farklı değildir.
   Doğa'daki temel yasa değişimdir. Bu fiziksel, niceliksel, süreklilik ve yinelenme içeren bir değişimdir. Örneğin ; yeryüzüne baktığımızda iklimle beraber toprağın üstündeki ve denizlerdeki canlıların değiştiğini görürüz. Balık türlerinin yok olması gibi. Varlıklarda bu sürece uyumlandıkları zaman hayatları devam ediyor. Çevre koşullarına solungaçları ile tüyleri ile uyumlandığında hayatta kalıyorlar. Fillerin buzul çağından sonra tüylerini dökmesi gibi. 40 yıl önce Marmara'da 35 çeşit balık vardı. Arap atı, İngiliz kısrağı, midilli boyları, renkleri farklılık azlık çokluk, ortadan kalkması.
   Doğa koşullarına uyum sağlayanlar hayatta kalır. İnsanların uyum sağlaması kültürel açıdan oluyor. Biz doğayı dönüştürerek uyumlu hale getiriyoruz. İnsan doğaya aitken doğayı kendine ait kılıyor.
   İnsana baktığımızda çok da dayanıklı olmadığını görüyoruz. Kendini sıcak tutacak kürkü yok. Avlanmak için pençeleri ve dişleri uygun değil. Buradaki genetik uyumlanma , İnsanda kültürel gelişim olarak kendini gösterir. Rotterdamlı Erasmus, '' Bizler insan olarak doğmayız yaşamımız süresince yapıp ettiklerimizle insan olmaya çalışıyoruz. Fizyolojik olarak insan türüne dahil olmanız insanlığa ait olduğunuz anlamına gelmiyor.'' 16.yy dan itibaren Hümanizm kurucularından birisidir. Evrensellik, bütünsellik
   Kültür kavramı insan ve doğa ilişkisini tarif ediyor. Bunun sonucunda herşeyin kültürü çıkar. Örneğin: kültür mantarı. Doğayı, nesneleri işleme ve dönüştürme yoluyla, doğayı kullanarak doğada olmayan şeyler üretmek.
   İnsanın doğayı dönüştürmesi varlık olarak kendinide dönüştürmesidir. Biyolojik varlık olmaktan çıkıp kültürel varlık olmasıdır.
   Doğada mevcut olanların dışında İnsanın yapmış olduğu herşey kültür olarak değerlendirilir. Doğada tabi olduğunuz fiziki koşullara adepte olmak zorundasınız. Kültür ise İnsanın doğayı kendisi için kullanışlı hale getirmesidir.
   Kültür dendiğinde; 1. Üretmek, 2. Islah etmek ( iyileştirmek ), terbiye ederek, düzene sokarak, verimli hale getirmesidir. Doğayı, bitkiyi, hayvanı, suyu kendisi için elverişli hale getirmesidir.
   İnsan kültürel bir varlık olmanın yanında biyolojik bir varlık olmayı aşıp doğayı da dönüştürerek kültürel bir varlık haline geliyor. Kültürün yapı taşı; akıldır. İnsanı mahlukattan üstün yapan şey, insanın düşünen varlık olmasıdır. Düşünceyi dil ile ifade ediyoruz. Üretim ise insan alet kullanan varlıktır. Yani teknolojiye sahiptir.
  

Soru : Uygarlık Tarihi - Dil ilişkisi ?

 Cevap : Dil iletişim aracıdır. Örneğin ; yunuslarda çok uzak mesafelerden haberleşirler. Kısa veya uzun hafızada  kayıtlı olan bellek var. Tehlike, yiyecek var. Sesler boyutunda haberleşme sadece insana özgü değil.
   İnsanın kendisini dönüştürmesi ve inşa etmesi için doğal varlık olmaktan çıkıp kültürel varlık olmasındaki araçda dildir.  Dil insanın toplumsal bir varlık olmasıdır. İnsanın sürü halinden çıkıp toplumsal bir varlık haline gelmesidir.
   İnsan dilini farklılaştıran soyut kavramları kullanıyor. Çıkardığı sesleri birbirine ekliyerek bir şifre yaratıyor. Buna da sembol deniliyor. Söz deniliyor. Sözcükler birleştirilerek kavramlar elde ediliyor. Sesleri işleyerek, dönüştürerek yani ıslah ederek yapıyor. Çıplak olanı işleyerek dönüştürerek doğada olmayan bir şey yapıyor. Kendine ait kılıyor.
   Dil tamamen rastlantısaldır. Dili oluşturmada üç temel dönüştürme var. 1.Sesleri dönüştürüyorsunuz. 2. Her bir sözcük kavram bir şeyin yerine geçiyor. Sembollerle ifade ediyoruz. 3. Elde etmiş olduğu aracı kavramı sembolü kendi özel anlamı dışında farklı durumlar işaret etmek için kullanıyoruz. Metafor.
   Dil yoluyla anlam dünyası yaratarak bilinç üretiyoruz. Anlam dünyamız paylaştığımız yere aitiz. Düşünce kodlaması bilinç üretir  ve aynı zamanda toplumsallaşıyoruz.
   Kodlama yapıyor. Sesten çıkıp bir kod üretmek sadece insana özgü. Böylece ; gözlemlerini, deneyimlerini, kaydediyor, kodluyor. ( Dal demen yeterli oluyor. Anlatmana gerek kalmıyor.) Dil kodlayıp, kaydettiği şeyi nakletmeye yarıyor. En sonunda etkin kullanım, Örneğin : Ateş yakar.
1. Gözlemleri, deneyimleri kaydetme,
2. Nakletme ( zaman ve mekan )
3. Etkin kullanım ( aynı şeyleri yeniden keşfetmeye gerek kalmıyor )
   Gözlem ve deneyimlerin kullanılabilme imkanı sağlar ve dönüştürme düşünce haline gelir.
   Dilin bir boyutu iletişimdir. Ama sadece iletişim aracı olarak düşünemeyiz. Dönüştürerek yani metafor ile örneğin; Cam gibi diyorsunuz. Pırıl pırıl dümdüz anlamı için. Dili bu anlamda dönüştürüyorsunuz. Örneğin; odun herif
   Gerek kavramlar gerek onların dönüştürülmüş hali ( gözler badem, dudaklar kiraz, kavun bal ) Bu kodlama anlam dünyamızı genişletme olanağı sağlar. C. Levi Strauss, ''Her kim ki dilden söz eder, toplumdan söz eder. Toplumdan söz ederse dil den söz etmiş olur. ''diyor.
   Dil yoluyla anlam dünyanızı paylaşıyorsunuz. Dil sadece iletişim aracı olmaktan çıkıp, inşa edilen yapılan bir araç olduğu için insana özgü birşeydir. Sizi topluma ait kıldığı için kimliğinizdir ayrıca.
   Şiirin müzikle doğduğu söylenir. Birşeyin bellekte kalabilmesi için bir ritminin olması gerek. Şiir imgelerle yazılır. 20.yy en özgün şairlerinden bir tanesi Dağlarca, '' Ben bir dizeyi yazarken ölsem parmaklarım onu tamamlar.
   Dili anlam dünyanıza sadece  kodlar, şifreler olarak almıyorsunuz. Dilin sınırları dünyanın sınırlarıdır. İnsana özgü tarafı seslerin kavramlara dönüştürülmesi ve kavramlarında yeniden dönüştürülmesi metafor oluşturuyor.

Soru : Uygarlık Tarihi - Teknoloji ilişkisi ?

Cevap : Teknik; insanın bedeninin yetmediği noktada araçlarla yapmasıdır. Çevreye uyumlanmasıdır. İnsan yaşamının zorunlu faaliyetleri için her zaman başvurduğu doğa. Su içme,  barınma, yağmurdan korunmak için doğayı kullanmak Teknolojinin başlangıcıdır.
   Teknoloji içinde bir süreç vardır. 1. Gözlem, deneyim, 2. Gereksinim ( nesnenin bilgisini keşfetmek, sert bir şeyi parçalamak, ayırmak için sert bir nesneye ihtiyaç duyuyor.) Bu gereksinimi ortaya çıktığında bu gözlem ve deneyimi çağırma o nesneyi kullanma, doğal halinden çıkarıp bıçak, balta değiştirip kullanıyor. Tasarım yarın işime yarar deyip dönüştürmek.
   Doğa ile mücadele yine doğadan aldığı odunu alet edevat  olarak dönüştürme ile başlıyor. İnsana özgü olan tasarım ve kompozisyon sayesinde. İnsan bedeni ile yapmış olduğu işleri araçlar yoluyla yapmaya başlıyor.
   Kültür tanımında kullanılan doğada olanları kullanarak olmayan şeyler üretmek. Doğadaki gereksinimlerden dolayı alet yapımıda düşüncede benzer mekanizmaların devreye girmesiyle ortaya çıkıyor.
   Teknolojiye ağırlık veren materyalizm, düşünceye ağırlık veren idealizm.
 
Soru : Savaş Teknolojilerinin uygarlığın gelişimi ile ilişkisini açıklayınız ?

 Cevap : Yazmaya devam ediyorum... şu anda

Soru : Uygarlık Tarihi  ?
  
 Cevap :  İnsanın değişmeyen bir faliyeti var. O faliyetin biçimleri yöntemleri değişiyor. O faaliyet barınma, hayatta kalma, geçim gibi. Maddi hayatın yeniden üretimi ( Geçim biçimleri )
Paleolitik / Yontmataş
Yaşam Biçimi : Toplayıcı / Avcı
Yaşam Alanı   : Göçebe / Tüketici
Teknoloji         : Doğa
Düşünce          : Doğa merkezli, somut, benzetmeci, anolojik, çağrışımsal, raslantısal,
                            istekçi, sihirsel
   Doğaya bağlı milyon yıl süren bir yolculuk. Değişim çok az.
Neolitik ( M.Ö.10.000 - 8.000 )
Yaşam Biçimi  : Tarım
Yaşam Alanı   : Yerleşke / Köy
Teknoloji         : Neolitik - Artı ürün / Manifaktör - Şehir kasabaları
Düşünce          : Neden - Sonuç. Durağan toplumdan kuramsal bilginin, dinsel bilginin ortaya çıktığı. Mitlerin efsanelerin ortaya çıktığı düşünce biçimi.


   Uygarlık Tarih : Doğa Tarihi ve  İnsan Tarihi
Doğa Tarihi : Yinelenen, Düzenlilik, Süreklilik Taşıyan değişimler silsilesi, Fiziksel, niceliksel, organik, genetik evrim
İnsan Tarihi : Niteliksel, Kopuşlarla ( Cep tlf.), Kültürel, Evrim
   Doğadaki değişime doğal seçilim denir. Uyumlanma, biyolojik ve fizyolojik. Mamut, Saçaklı fil
   İnsanın formundaki değişim nitelikseldir.
   İnsan türünün yeryüzündeki yapıp ettiklerinin içerisinde temel değişimlerin bilgisidir.
   Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud, '' İnsanın doğuştan getirdiği iki duygu vardır. Saldırganlık ( Korkudan ), Libido ( neslin devamı ) En büyük zulüm ölümün var olduğunu bilmek. İnsan tekinin topluluk karşısında zayıf olduğu bu temel içgüdüleri keyfinize göre sergileyemiyorsunuz bunu baskılıyorsunuz. Freud, '' bütün sefaletin  kaynağı uygarlıktır.''
   Bastırma - Dönüştürme ( Sublimasyon yani yüceltmek ) Doğal içgüdü libidoyu hayvanlardan farklı olarak aşka dönüştürüyorsunuz. Güçsüz olduğunuzu biliyorsunuz bu içgüdüyü öldürmeyeceksin, çalmayacaksın, saldırmayacaksın, yalan söylemeyeceksin. İnsana ait bir davranış biçimi getiriyorsun. Buna yüceltme, dönüştürme deniliyor. İnsanlar doğal topluluktan çıkıp kendilerine ait kimlik sahibi olan topluluklara dönüşmüştür.


Uygarlık Tarihi biyolojik evrimi tamamlayıp kültürel varlık haline gelmesi ve Tarihin yasasından söz edersek ;
1. Lineer Tarih ( Çizgisel ) : Bugün bu oldu, şu gün şu oldu şeklinde.
2. Diakronik Tarih ( Önce ve Sonra ) : İki zamanlı, art zamanlı. Tarihin yasası eşitsiz değişim. Yani ilk başlayan en iyi olucak diye bir şey yok öyle olsaydı, afrika en ileri toplum olması lazım.
3. Senkronik Tarih ( Eşzamanlı ) : Aynı anda farklı olaylar olabiliyor. ( Bu bakış açısı daha doğrudur.
Final Soruları :
1. Kentsel devrimin nedenleri ve sonuçları ?
2. Savaş ve Teknolojilerin uygarlığın gelişimi ile ilişkisini açıklayınız?
3. Yazı ve Para ilişkisini açıklayınız ?

6 Ocak 2016 Çarşamba

Avrupa Tarihi Ders Notları ( FİNAL )

EGE UYGARLIKLARI  :

 Girit adası(önemli), Kiklat adaları, Yunan anakarası Bizans Uygarlığı  > Etnik kökenlerine dair kesin bilgiler yok  Yunan anakarasında Miken uygarlığı ortaya çıkıyor. Bizans uygarlığını da kendilerine katıyorlar.  Yunanlılar kendilerine Helenler diyorlar. MÖ 1200lü yıllarda karanlık döneme giriliyor. Miken uygarlığı yazıyı yalnızca kayıt-muhasebe işleri için kullanıyorlar, edebiyat-şiir için değil. Karanlık  dönemde de yaklaşık 400 yıl kadar yazı hiç kullanılmıyor.

MÖ 800lü yıllarda kolonileşme başlıyor. Karanlık çağların sonlarına doğru nüfus ve dolayısıyla ihtiyaçlar artıyor. Koloniler Akdeniz'e yayılıyor. Ortak bir dilleri, dinleri ve kültürleri olduğu için genel olarak uygarlıktan bahsedilir. (Eski Yunan  Atina ve Sparta temel merkezleridir. Atina'nın etrafına Attika, Sparta çevresine Peloponnes denir. Yazı tekrar kullanılmaya başlıyor ama eski yazı değil, aynı zamanda Edebiyat için de kullanılmaya  MÖ. 5. yy'da Klasik Dönem başlıyor. Perikles (MÖ 495-429) Atina'nın en parlak dönemi. Demokrasi - kadınları, köleleri ve yabancıları dışlayan bir demokrasi- hüküm sürüyor. 20000 erkek egemenliği vardır ve Roma'nın Atina'yı işgaline, MÖ 146'ya, kadar sürer.

MÖ 490  > Doğu'dan Persler Yunanlılara saldırıp 10 yıl kadar Anadolu'ya hakim olurlar. Bu durum karşısında Yunan şehir devletleri birleşir. MÖ 431-404  > Peloponnes Savaşı (Sparta-Atina savaşı) Yunan uygarlığını ikiye bölüyor. Sparta  Helenistik dönem  başladığı sırada Makedonlar da kuzeye doğru inmeye başlar. Büyük İskender  ortaya çıkar. Anadolu'da Persleri yener ve Yunan coğrafyası Hindistan'a kadar genişler. Köleler insan yerine konulmaz. Öldürülmelerinin cezası bile yoktur. Sahipleri tarafından azad edilirlerse öldürmeleri yasak olur ama yine de vatandaş sayılmazlar. Din, erken dönemlerde ilkel animizm ve fetiş kültürü vardır. İlerleyen dönemlerde çok fazla tanrı kültürü oluşur. Şeytan, günah gibi kavramlar yoktur ama kendini beğenmek ve kibir sevilmez, tanrıların bu durumda onları cezalandıracağına inanırlar. Kurban kavramı vardır. Tek bir inanış yoktur,  hayvanlar kurban edilse de karşı çıkanlar da vardır.

FELSEFE : Bilgelik aşkı. Çoktanrılı inanış biçimine karşı çıkıştır. Arkaik dönemde ortaya çıksa da esas SOKRATES en önemli filozof. 399 yılında idama mahkum edilir, düşüncelerini kabul etmemesi durumunda serbest bırakılacak olmasına rağmen bunu kabul etmez. "Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir" sözüyle şüpheciliği ön plana çıkar. PLATON  MÖ 429-347 (Eflatun) Sokrates'in öğrencisidir.'Akademi' ismini verdiği okulu kurar. Evrenin  yaratılışı üzerine düşünceler, idealar sistemi, idealizmin çıkışı. ARİSTOTELES Platon'un öğrencisidir. Kurduğu okul 'Lise' Yunan felsefesine sistem getirmiştir. Her türlü alanda hizmet vermiştir. Büyük İskender'in hocası.

EDEBİYAT : Destancılar: Homeros (İlyada & Odysseia)  Ağıtçılar: ?, Ksenofanes doğa felaketleri ve açlık karşısında ağıt yakarlar.
İdil Yazarı: Vergilius köy yaşamını anlatan şiirler yazar. Şiir ve müzik bu dönemde hep iç içedir. Lir önemli bir çalgı aletidir. Müzik hep insan sesine eşlik eder,
Barok dönemine kadar da böyle devam edecek.

TİYATRO : kökeni dinsel festivallerdir. İlk oyun Yunanlı Dionysos festivalinde gerçekleşir. Zevk ve aşk tanrıçasıdır. Spor dışında tiyatro da bir yarışma alanıdır.

TRAGEDYA en önemli dallarındandır. Keçi şarkısı demektir. İnsanın uç duygular arasında gel git yaşamasıdır. Sofokles ve Evripides önemli tragedya yazarlarıdır. Kral Oidipus (Freud'u etkilemiştir) ve Elektra Sofokles'in en ünlü eserleridir. Günümüze bu oyunların 32 tanesi kalmıştır.

KOMEDİ tiyatro yazarlarının politikacılarla alay etme hakkı vardır, komedi de buna dayanır. Aristofanes (eserleri Kuşlar, Bulutlar) en ünlü komedi yazarıdır.

BİLİM : Yunan felsefesinin alt dalı olarak geçer. Thales (MÖ 636-544) MÖ 7,6. Yylarda dünyanın, hayatın, evrenin kökenine kafa yorar. Thales'e göre ilk madde sudur. Ateş olduğuna inananlar da vardır, Efesli Herakleitos bunlardan biridir. MÖ 5. yy'da Empedokles evrenin, dünyanın yapı maddesinin ateş, su, hava ve toprak olduğuna Hipokrat, tıp biliminin kurucusudur. İlk kez insanın iyileştirilmesi için din ve büyü dışında ilaç kullanımını önerir. Kamu sağlığı ve hijyen kavramlarını öne atar.

Herakleitos "aynı nehirde iki kez yıkanılmaz" diyerek ilerleyen zaman kavramından bahseder. Thales, matematik ve geometrinin kurucusudur. Mısır'dan ticaret yoluyla geldiğine inanılıyor ama kesin bir bilgi değildir. Mısır'daki tarımdan dolayı matematik gelişmiştir. Pitagoras, sayıların babasıdır, Pisagor üçgeni önermesini ortaya koymuştur. Müzik alanında da önemli  buluşları vardır. Harmoni, matematiğin dünyanın harmonisini sağladığına inanır. Arşimet, yerçekimi ve suyun kaldırma kuvveti.Eratosthenes, dünyanın çapını %1 yanılmayla bulmuştur

TARİH : Halikarnassoslu Herodot (MÖ 5.yy) tarihin babası olarak bilinir. Politik Tarih >  Tukididis (MÖ 5.yy) ve Ksenefon (MÖ 428-354) MÖ 6.yy günümüz ekonomisinin kökeni. Doğanın zarar gördüğüne inanılır. Erozyonu engellemek için ağaç dikerler. Zeytin ve zeytin ağacı dikimine önem verirler.

MÜZİK : Makamlar vardır. Notaların belli bir düzende aritmetik olarak ilerlemesidir. Günümüzdeki nota sisteminin kökeni Pitagoras'a dayanır.

OLİMPİYATLAR: 292 olimpiyat düzenlenmiştir. Dini törenmiş gibi yapılırlar. En önemli sporcuları güreşçi Krotonlu Milon. Ödül öküzdür.

HELEN İMPARATORLUĞU :

Bugünkü Makedonya'da kurulmuştur. Yunan Uygarlığının bir nevi devamıdır. Yunan'ın Anadolu'yla harmanlanmış hali gibidir. Yunanca konuşuyorlar ve kendilerini Yunan olarak görüyorlar ama Ege Uygarlıkları onları Yunan olarak görmüyor. Krallık vardır ve babadan oğla geçer. 2. Philip kral olunca -bu dönemde Yunan devletleri zayıflamış durumda- yenilikçi bir ordu kuruyor. Yunan polis devletlerinin kendilerine ait orduları yok.

Makedonya'da var ve mızrak, mancınık kullanıyorlar. Orduyu kurduktan sonra kendi hakimiyetini güçlendiriyor ve Yunan coğrafyasına hakim oluyor. MÖ 336'da suikasta uğruyor. Oğlu İskender 20 yaşında tahta geçiyor. Babasının katillerini bulup cezalandırıyor ve ülkesinde barışı sağlıyor. Komutanı Dairus olan ordusuyla beraber Çanakkale Biga'ya geçip Persleri yeniyor. Ordu Anadolu'ya yayılıyor ama askerler çok ağır çadırlar ve yemekler taşıdıkları için çok yavaş ilerliyorlar.
İskender fethettiği yerlerde kendi ismiyle şehirler kurar. Bu kentler hem kendi kültürlerinin hem de Yunan kültürünün etkilerini taşır. 10 yıl içinde Hindistan'a kadar gidiyorlar. Adriyatik denizinden Hindistan'a kadar kısım fethediliyor. Ordudaki askerler isyan edip geri dönüyorlar. İskender Babil'de ölüyor. Çok genç öldüğü için varisi yok, komutanlar arasında fethedilen yerler paylaşılıyor ve bu yüzden sürekli savaşlar oluyor.

Bergama, Komagene krallıkları ilerleyen zamanda Roma egemenliğine giriyor. İskender'den önce ordular bir yeri fethedince yağmalardı ama İskender kültürle barışık. Evliliklerle barışçıl bir ortam sağlıyor, kendisi de Persli bir kızla evleniyor. Kentlerde yönetime sadece kendi adamlarını getirmez, maliyeye kendi adamları bakar ama kalanlar yerel yönetimdendir. Komutanlarla sürekli gerilim içindedir çünkü komutanlar diğerlerini barbar (kendilerinden olmayan) görüyor. İskender beraberinde bilim adamları ve edebiyatçıları da götürüyor. İskender'in ölümünden sonra bilinen en önemli krallık Mısır'dır. Ptolemaios kurucusudur. 7. Kleopatra Helenizm hareketini devam ettirir.

İTALYA-ROMA :

Yavaş yavaş güçlenen bir uygarlıktır. MÖ 8.yyda kurulmuştur. Roma medeniyeti 3 başlıktaincelenir:

ROMA KRALLIĞI (MÖ 753-509)
ROMA CUMHURİYETİ (MÖ 509-27)
ROMA İMPARATORLUĞU (MÖ 27)

Roma'nın kent olarak kuruluşu MÖ 21 Nisan 753. Romulus ve Remus Tiber nehrinde kurmuşlardır. Romulus Remus'u öldürüp kente kendi adını verir. Bu dönemde burada Latinler yaşıyor. Etrüskler daha güneyde Roma'nın krallık döneminde yaşıyorlar. Kökenleri bilinmiyor. Krallık döneminde 7 kral var, 1.si Romulus. Cumhuriyet döneminde Akdeniz coğrafyasına hakim oluyorlar MÖ 27 İmparatorluk döneminin başlangıcı. İlk imparator Augustus. Jules Sezar İmparator değildir, Cumhuriyet döneminde kendini diktatör ilan etmiştir. MÖ 44'te ölümünden sonra üçlü yönetim kurulur. İmparatorluk döneminde ilk 100 yıl çok güçlülerdir. İngiltere'ye kadar genişlerler. Mısır, Mezopotamya, Okyanus Roma imparatorluğunundur. 4.yy'da kuzeyden gelen akımlarla Roma imparatorluğu zayıflamaya başlar. 395 yılında Doğu(Bizans) ve Batı Roma olarak ikiye ayrılırlar.

Doğu ve Batı ayrı iki imparatorluktur. Batı Roma imparatorluğu MS 476 yılında, Doğu Roma İmparatorluğu 1453'te (İstanbul'un fethiyle) sona eriyor.

DİL: Yunan Yunanca konuşur, Bizans Latince.
DİN: Yunan çok tanrılı, Roma farklı tanrı isimleriyle aynı tanrılar
COĞRAFYA: Yunan denize dayalı(ticaret gelişmiş) toprak az ve adalardan oluşuyor. Roma kara medeniyeti.
BİLİM: Yunan felsefe, sanat ve edebiyat. Roma Hukuk(çok genişleyen toprakları idare etmek için bürokrasi gelişmiştir), mühendislik ve mimarlık.

0 yılında Hıristiyanlık doğuyor. Roma'da yaygınlaşmaya başlıyor. Başlarda Hıristiyanlık yasaklanıyor ama 4.yy'da Roma imparatorluğunda çok yaygınlaştığı için artık kabul ediliyor ve resmi din ilan ediliyor. Bu kez de çok tanrılı inanış yasaklanıyor.

Önemli ailelerden seçilenler tarafından yönetim oluşuyor(Aristokrasi) Yetkilerini tanrılardan aldıklarını iddia ediyorlar. Çok tanrılı inanışta yönetim tanrıların izniyle olur, gelişim buna bağlıdır inanışı yerleştirilmeye çalışılır.

Plep (asil olmayan) ve Patrisyen(asil) olarak iki grup vardır. Plepler patrisyenlere karşı ayaklanma başlatıyor. MÖ 336'da önemli zaferler kazanırlar. Bu tarihten sonra iki konsülden biri plep olmuştur. Bir patrisyen bir plep şeklinde yönetimde yer alıyorlar. MÖ 172'de iki konsül de pleplerden oluşuyor. Cumhuriyet zamanla olgunlaşıyor.

Bugün Roma'da başlayan cumhuriyet önce İtalyan Yarımadasına yayılıyor. MÖ 275'te İtalya Yarımadası ele geçiriliyor. Bazı topraklar yağmalanıyor ve zenginlik halka dağıtılıyor. Romalı vatandaşlar bu durumdan memnunlar. Bir başka yöntem de onları himaye altına almak. Onlara vatandaşlık sağlanıp vergi alınıyor. Roma kültürü yayılıyor. Kolonilerle anlaşma imzalanıyor. Bu anlaşmaya göre Roma'ya dış tehdit olursa koloniler, kolonilere dış tehdit oluşursa Roma destek olacak. Roma henüz kara uygarlığı.

MÖ 800'de Fenikeliler tarafından kurulan Kartaca (bugünkü Tunus) çok güçlenir ve Akdeniz'de birçok noktaya ve İtalya'daki ticaret yollarına sahip olur. İtalya çizmesinin çevresindeki adalar ticari kolonilerdir. MÖ 265'te Sicilya'da Messina ve Siracusa kentleri birbirleriyle savaşıyor. Roma Messina'yı Kartaca Siracusa'yı destekliyor ve aralarında gerginlik başlıyor. Messina  yeniyor. Roma  Siracusa'yı kendi hakimiyetine almak istiyor. MÖ 264'te Pön Savaşı yapılıyor. Bir Kartaca gemisi Roma'yı vuruyor ve Romalılar gemileri öğrenip yüzlerce gemilik donanma hazırlayıp Akdeniz'den donanma için mürettebat toplar.

Savaş onlarca yıl sürer. MÖ 241 yılında Roma Kartaca'yı bozguna uğratır. Anlaşma sonucu Siracusa hariç tüm Sicilya Roma'ya kalır ve Roma denizaşırı ilk kolonisini kurar. Sardunya ve Korsika'dan da Kartaca'yı kovar.

Kartaca 238 yılında İspanya'ya çıkartma yapar. İspanya'nın yeraltı zenginlikleri fazladır.MÖ 221 yılında Hannibal Kartaca ordusunun başına gelir. MÖ 218 yılında 2. Pön Savaşı başlıyor.  Kartaca Afrika'dan fil getirerek fil ordusu kurar. Roma işgal edilmeye karar verilir. Pireneler ve Alp dağlarını binlerce süvariyle aşarlar. MÖ 218'de Roma ordusu bozguna uğratılır. Roma'da sağ kalan Scipio isimli komutan sayesinde ordu yeniden toparlanır. 2. Pön savaşından sonra İtalya Kartaca'dan temizlenir ve İspanya'dan da atılır. 202 yılında biter. Scipio İspanya'dan sonra Afrika'ya geçer. Senato tarafından Africanus Scipio ismi verilir. 197-168 yılları arasında kısa sürede tüm Doğu Akdeniz'i ele geçirir. Akdeniz bir Roma gölü haline gelir.

Kartaca kenti 2. Pön Savaşı'ndan sonra hala durmaktadır. MÖ 2.yy'da Roma'dan ganimet dağılımı yüzünden çatlak sesler çıkar. Tanrılar Roma ordusunu sadece savunma durumundayken korur inançları vardır. Ama çeşitli bahanelerle bu kadar genişlemişlerdir. Kartaca'yı da ele geçirmek isterler ve MÖ 147'de 3. Pön Savaşı yapılır. Roma'nın yozlaşması Kartaca'dan gönderilen elçileri istememesiyle başlar.

MÖ 146 Kartaca'nın ortadan kalkması Roma için dönüm noktası. Kartaca ile birlikte Yunan Korint Adası da yağmalanıyor. Bunlar Fidel kavramına uymuyor -Aristokratların ahlaksızlığa doğru gidişi- Roma'da büyük bir zenginlik var ve buna bağlı yapılanma artıyor. Aşırı zenginlik halk arasında ayrım yaratıyor. Zengin-fakir arasında uçurum oluşuyor ve toplum içinde bölünmeye neden oluyor.

Yunan coğrafyasındaki kültürü benimsiyorlar ve taşınabilir tüm sanat eserlerini Roma'ya taşıyorlar. Yunan medeniyeti Roma'ya yayılıyor ama Latince hala resmi dilleri. Profesyonel ordularının olmaması başlarda sorun olmuyordu. Toprak sahipleri gerektiği zamanlarda askerlik yapıyordu. Fakat topraklar genişledikçe ordu daha uzağa gitmek zorunda kaldı. Çiftlikler çökmeye başlıyor. Roma'ya zenginlik katılırken alt sınıf fakirleşiyor.

 Sürülmeyen topraklar büyük toprak sahipleri tarafından çok ucuza satın alınıyor ve eski sahipleri toprakları terk etmek zorunda kalıyor. Köylülerin bir kısmı ırgat olarak çalışıyor büyük bir kısmı şehre -Roma'ya- gidiyor ama kimse onları çalıştırmıyor, yağmalarla gelen köleleri kullanıyorlar. Roma'da ayaktakımı gittikçe büyüyor.

Roma'nın tarihteki en büyük başarısından itibaren işler kötüye gitmeye başlıyor. Aristokratlar ayaktakımını tehdit olarak algılıyorlar. Cömertliklerinin onlara yeteceğini ekstra ödemeye gerek olmadığını düşünüyorlar. Toprak reformu yapıp yeni yasalar ortaya koymak istiyorlar.  Halk-senato arasındaki kalkan saygınlığı tekrar kazanmak için reform isteniyor.

MÖ 140'ta ilk kez Senato'da çok şiddetli bir çatışma çıkıyor. Senatörler hançerlerle tartışıyor. Cumhuriyet tam bir entrikalı siyasete dönüşüyor.  MÖ 138'de Sicilya'da 200.000 kadar köle ayaklanıyor. Sicilya Roma'nın tahıl ambarı. Ordu uzakta olduğu için ayaklanma hemen bastırılamıyor ve tahıl sıkıntısı başlıyor.

Tiberius isimli yönetici ortaya çıkıyor. Roma'nın savaşlarında kahramanlık kazanmış, Kartaca surlarını aşan ilk Romalı. Aristokrat sınıfından ayrılarak pleplerin tarafında yer alır ve konsül seçilir. Toprak  reformu ister ve senatodaki paylaşımcı olmayan muhafazakar senatörler karşı çıkar ve onu  öldürtürler. İlk siyasi cinayettir.MÖ 132'ye kadar aristokratlar tarafından yönetilen Roma Cumhuriyeti oldukça geniş bir coğrafyaya ulaşır. Roma'da vergi kaldırılır -o denli zenginlik- beraberinde cumhuriyeti yozlaştırıyor. Bu servete ulaşan aristokratlar ahlaki anlamda da kendilerini kaybederler.

HIRİSTİYANLIĞIN ORTAYA ÇIKIŞI :

Roma esnasında bugünkü Filistin civarında Yahudilik yaşanıyor. Roma'da çok tanrılı bir inanış var. Yahudiler Roma'ya vergi ödedikleri için onlara saygı gösteriliyor. Hıristiyanlık 0. Yılda ortaya çıkar.
MÖ 1.yy- MS 6.yy Hıristiyanlığın birinci evresi
Hıristiyanlığın Doğuşu

Hıristiyanlar Romalılar tarafından baskıya uğrar ama o kadar hızlı yayılır ki MS 313 tarihinde İmparator Konstantin Hıristiyan olur. MS 392'de İmparator Theodosius Hıristiyanlığı resmi din ilan eder. Paganizm yasaklanır.

Roma Kilisesinin Üstünlüğünün İlan Edilmesi :

Çok fazla kilise var ve aralarında bir hiyerarşi oluşturuluyor. Roma kilisesi en üstün ilan ediliyor ve Papa kurumu oluşuyor. Hıristiyanlık İsa'nın ölümünden sonra Aziz Pavlus sayesinde evrensel bir hal alıyor. Önceleri Yahudi ve İsa'ya karşıdır, Hıristiyanları ihbar etmek için seyahate çıkar, bu sırada kör olur ve bir Hıristiyan tarafından gözleri açılır. Bu olaydan sonra Hıristiyan olur. Sonra da seyahatler yapar ve mektuplar yazar. Hıristiyanlık bir Yahudi inanışı olmaktan çıkar ve Yunan kültürüyle bütünleşir, Yunan felsefesini temel alan bir hale gelir.

MS 1.yy'da Yahudiler arasında 4 büyük tarikat vardır.

Sadukiler: Toprak sahibi, zenginler. Aristokratik özellikler taşırlar. Musevilik yasalarını çok katı bir şekilde uygularlar-böyle zengin olmuşlardır- Meleklere ve ruhun ölümsüzlüğüne inanmazlar. Roma'ya vergi ödedikleri için Roma bunlara dokunmuyor.
Ferisiler: Yazılı gelenek yanında sözlü geleneklere de inanırlar. Ruhun ölümsüzlüğüne inanırlar.
Essenniler: Bedenin yeniden dirileceğine inanırlar.
Zelotlar: Roma'ya vergi vermemek için isyan ediyorlar. Yahudi milliyetçileri, Yahudilerin kendilerine ait bir ülkesi olması gerektiğine inanıyorlar. Sadukilerin haricinde hepsinde bir mesih inancı vardır. İsa da Sadukiler arasında yaşayan Ferisilerin bir üyesidir. Sadukiler hariç diğerlerinin ortak değeri olarak çıkar. İsa yaşadığı dönemde sadukilerin eziyetini yaşar.

Aziz Pavlus Doğu Akdeniz dolaylarında geziler yapıp Hıristiyanlığı yayar. Yahudilerin de dışına çıkıp evrensel bir hal alır.Yazdıklarına göre dışarıda yaşayan Yahudiler Filistinlilerde daha hızlı yayılıyor.Pavlus'un ilk hedefi Yahudi olmayanlar.

Stoacılık: Ahlaki yaşama biçimi. İnsanın kendi vicdanını dinlemesini gerektirir. Bu değer göre, insan iki topluluğun üyesidir, zamana ve mekana bağlı yaşadığı toplum ve insan olarak erdemiyle yaşadığı evrensel topluluğun.

Seneca, önemli bir düşünür. Aziz Pavlus da onunla mektuplaşıyor. Bedensel arzulardan ve  zenginlikten uzaklaşarak erdemli bir yaşama ulaşılacağına inanıyor. Doğu Akdeniz'de değişik inanışlar var. Mistik tarikatlar çok çabuk Hıristiyan oluyor çünkü kurtarıcı tanrı inançları var. Diğer toplumlarda yoksullara ve kölelere sesleniyor, onlar da kurtarıcı inancıyla çabucak Hıristiyan oluyor. Hıristiyanlık kurumsallaşmaya başlıyor.

4.yy Milano Fermanı: Konstantin Hıristiyanlara hoşgörü gösterilmesini ister. Hıristiyanlık kurumsallaşınca yozlaşır ve İsa öğretilerinden uzaklaşır. Hıristiyan öğreti tartışmaları başlar. En tepede de Roma kilisesi yer alıyor.

5 Ocak 2016 Salı

Türk İslam Tarihi ( FİNAL )

Karahanlı Devleti ( 840‐1212)
Başkent: Balasagun/ Kaşgar 
Diller: Türkçe (Hakaniye Lehçesi) 
Din: Tengricilik (840‐ 934)         
İslamiyet (934‐ 1041) 
Yönetim: Monarşi 
        Kuruluş zamanlarıyla ilgili pek bilgi bulunmayan Karahanlılar Devleti, Karluk, Çiğil,  Yağma ve  diğer Türk boylarından oluşmuştur. 
  Devlet  840  yılında  Uygur  Devleti’nin,  Kırgızlar  tarafından  yıkılmasıyla  Bilge  Kül  Kadir  Han  tarafından  kurulmuştur. Aral Gölü’nden Batı Çin ve Moğolistan’a kadar uzanan bir coğrafyada hüküm sürmüştür.
  Kurucusu Bilge  Kül  Kadir Han’dır. O öldükten sonra oğulları Bazir  ve oğlçak  devletin  başına  geçtiler.  Devletin  batı  kısmında  hükümdar  olan  Oğulçak,  Samanoğulları  devletindeki  karışıklıklardan  yararlanarak  isyan  eden  bir  Samani  şehzadesinin  sığınma  talebini  kabul etti. Oğulçak'ın yeğeni Satuk Buğra, bu şehzade aracılığıyla Müslüma oldu ve Abdülkerim adını Aaldı.Bu olaydan sonra amcası Oğulçak’ı mağlup eden Abdülkerim Satuk Buğra, devletin başına geçti  ve han unvanı alarak islamiyeti resmen kabul etti. Karahanlılar İslamiyet’i topluca kabul eden ilk  türk devletidir.          İslamiyet’i devlet dini olarak kabul eden Satuk Han döneminde Karahanlı Devleti’nin tamamına  yakın  bir  bölümünü  bu  dine  geçirmiştir.  Karahanlı  Devleti  ilk  büyük  Müslüman  Türk  devleti  omuştur.  Halife  “Nasr  Bin  Ali”  döneminde  Abbasiler  Karahanlıları  Müslüman  ülkesi  olarak  tanımıştır.  Samanağolları  ile  itilafta  olan  Karahanlılar, Gaznelileri  destekleyerek  Samanoğulları  devletini yıkmıştır. Gazneliler ile Ceyhun nehri sınır olarak belirlenmiştir. Devlet  1042  yılında  hanedan  içindeki  kavgalar sonucau Doğu  ve  Batı  karahanlı  olarak  ikiye bölünmüştür. 
   Batı Karahanlı Devleti: 1042‐1212 yılları arasında hüküm sürmüş ve ilk başkenti Özkent olan  devlet 1212 yılında Harzemşahlar tarafından yıkılmıştır.  
   Doğu  Karahanlı Devleti:  1211  yılında  Karahitaylar tarafından  yıkılmıştır. Önemli merkezleri;  Balasagun, Talas ve Kaşgar ve ilk hükümdarı Tamgaç Buğra Han’dır.
   Karahanlılarda verilen unvanlar:   
Kunçuy: Hatun’dan bir derece aşağı kadın, bilge, prenses Kara: Hakanlı hanlarına verilen ungun (unvan) Kül Tegin: Hakanlı ailesi çocuklarına verilen adlardan  Çağrı Tegin: Hakanlı ailesi çocuklarına verilen adlardan  Bekeç: Tekinlerin, Han oğullarının sanı Sagun: Karluk büyüklerinin ungunu (unvanı) 
Sökmen: Yiğitlere verilen ungun, savaşta başarılı olanlara Kılıç Han Sökmen, Tonga Tegin, Alp  Tegin ve Yagan Tegin unvanları verilmiştir.   Kadir Kan: Hakanların sert ve çetin olanına verilen ungun

Karahanlılarda yönetim terimler:   
Tegin/Tigin: Hükümdar oğlu Tamgacı: Mühürdar   
Agıcı: İpek kumaşları muhafaza eden kişi   Bitikçi: İç ve dış yazışmalara bakan   İmga: Taşradaki gelir giderlere bakan (Doğu Karahanlılarda) Amil: Taşradaki gelir giderlere bakan (Batı Karanlılarda )   Eşkinci: Ulaşım ve posta işlerine bakan Kökyuk: Muhtar Turbı: Yaver, yarımcı Ağıcı: Maliye işlerine bakan Terig: Ahaliden toplanan vergi (tirik) Ternek: Dernek, işlerini konuşmak için halkın toplandığı yer

Karahanlılarda bazı askeri terimler:   
Tura: kalkan siper 
Turag: Sığınak 
Tugrağ: Savaş zamanı Hakan tarafından askere verilen at

Ordu İki temel birimden oluşuyordu: 
‐ Hassa ordusu 
‐ Eyalet ordusu
On  kişilik orduya  “otağ”, 100  kişilik orduya  “haly”, 1000  kişilik orduya  “subaşı” denilirdi. Ordu  karargahının adı ise “toy”dur. Savaşlarda Hakanın çadırı kurulur, tuğ dikilir ve nöbet davulu (tuğ)  vurulurdu.  Usta  kılavuzlar  (yorçi)  ve  önce  birlikler  (yizek)  düşmanı  gözetler  ve  düşman  gözcülerini yakalamak için atlı bölüm (tutgak) çıkarılırdı.
Kutadgu Bilig   (Mutluluk Veren Bilgi ya da Devlet Olma Bilgisi)
   11. yüzyıl Karahanlı Uygur Türklerinden Yusuf Has Hacib’in Doğu Karahanlı hükümdarı Tabgaç  Buğra  Han  (ebü  Ali  Hasan  bin  Süleyman  Arslan)a  atfen  yazdığı  ve  1070  yılında  takdim  ettiği  Türkçe eserdir. 18 ayda tamamlanmıştır.      Mesnevi tarzında yazmıştır. Siyasetname türünün ilk örneğidir. Türk dilinin Hakaniye (Çağatay)  lehçesi ile yazılmıştır. Nazım birimi beyittir. (Redif ve uyak kullanılmıştır.) İslamiyet’in Türklerce  kabulünden sonraki ilk yazılı eserdir. Alegorik ve didaktiktir. Bazı bölümlerinde ansiklopedik bilgi  bilgiler içerir.  
   4 soyut kavram üzerinde kurulmuştur. Bunlar; Kün Togdı (hükümdar, kanun, adalet), Ay Toldı  (mutluluk), Odgumıi ( Akıbet, hayatın sonu), Ödgülmiş (akıl, zeka). 
   Kutadgu  Bilig’in Uygurca  olan  ilk  nüshası  1439’da Herat’ta  bulunmuştur.  Bulunan  ikinci  bir  nüshası Arapça’dır. Kitabın ilk baskısı 1900’de Radloff tarafından yapılmıştır. 
   Eserden bir bölüm: Kitabıma, okuyana mutluluk getirsin, ona doğru yolu getirsin diye Kutadgu  Bilig adını koydum. Ben sözlerimi söyledim, düşüncelerimi yazdım. Bu kitap her iki dünya için de  doğruyu  gösteren  bir  rehberdir,  yardımcı  bir  eldir.  Dosdoğru  bir söz söyleyeyim size:  her  iki  dünyayı  da  devletle  elinde  tutabilecek  kişiden  daha  mutlu  kimse  yoktur.  Önce  Gündoğdu’yu  tanıtayım: o hükümdardır, doğru yasayı (töre) temsil eder. Aydoldı ile mutluluk güneşi doğar, o  da mutluluğun (kut) temsilcisidir…
   Yusuf  Has  Hacib,  bu  yapıtında  bilimin  değerini  de  tartışır.  Ona  göre,  alimlerin  ilmi,  halkın  yolunu  aydınlatır;  “ilim  bir meşale  gibidir;  geceleri  yanar  ve  insanlığa  doğru  yolu  gösterir.  Bu  nedenle alimlere hürmet göstermek ve ilimlerden yararlanmaya çalışmak gerekir…”      Bir siyasetname veya nasihatname olarak nitelendirilebilecek Kutadgu Bilig, Yusuf Has Hacib ve  içinde yetiştiği çevrenin ilmi ve felsefi birikimi hakkında çok önemli bilgiler vermektedir. 
Divanü Lugati’t‐ Türk   (Türk Dilleri Sözlüğü) 
   Kaşgarlı  Mahmut  tarafından  Bağdat’ta  1072‐1074  yılları  arasında  yazılan  Türkçe‐  Arapça  sözlüktür.  1077  yılının  ocak  ayında  bitirilmiştir.  Eserini  Abbasi  Halifesi  Muktedi‐  Biemrillah’ınoğlu Ebü’lKasım Abdullah’a sunmuştur. Türkçenin bilinen en eski saözlüğü olup, batı Asya yazı  Türkçesiyle ilgili var olan en kapsamlı ve önemli dil yapıtıdır.
   Kökleşmiş  Arap  sözlük  ,ilkelerine  göre  hazırlanmış  olan  sözlük,  Kaşgarlı  Mahmud’un  Türk  boylarıyla ilgili ayrıntılı bilgisinin yanı sıra, Arap dil bilimi konusunda da esaslı bir eğitim görmüş  olduğunu gösterir. 
   Türkçenin ilk sözlüğü, antolojisi, ansiklopedisi ve dilbilgisi kitabıdır. Araplara Türkçe öğretmek,  Türkçenin yaygınlığı göstermek için yazılmıştır. Yazar, pek çok Türk boyunu gezerek derlemeler  yapmıştır.  Sözcükleri  atasözlerinde  ve şiirlerde  kullanması,  kendinden sonraki  Türk  yazını  için  çok  önemli  bir  kaynak  olmasını  sağlamıştır.  7500’den  fazla  Türkçe  sözcük  içerir.  Karahanlı  Türkçesi ile yazılmıştır.
   Elde bulunan tek yazma nüshası, 1266 yılında Şam’da yaşayan müstensih Muhammed bin Ebu  Bekir  ibn  Ebi’l‐  Feth  es‐Savi  ed  Dimaşki tarafından  temize  çekilip,  1  Ağustos  1266  (Hicri  27  Şevval  664)  Pazar  günü  tamamlanmıştır.
   El yazma nüshası 638 sayfadır ve yaklaşık 9000 Türkçe kelimenin ve cümlenin oldukça ayrıntılı  Arapça  ve  başka  dilerlide  açıklaması  içerir.  Ayrıca  Türklerin  tarihine,  coğrafi  yayılımına,  boylarına, lehçelerine ve yaşam şekillerine ilişkin kısa bir ön söz ve metin yer alır.
    Eserda  yer  alan  dünya  haritası  11.  yüzyılda  Balsagunu  merkez  alarak  çizilmiştir.  Kaşgarlı  Mahmud’un  bu  haritası  o  dönemde  Türklerin  yaşadıkları  bölgeleri,  dağılımını  ve  düşmanların  yerini  göstermesi  bakımından  oldukça  dikkate  değerdir.  Türklerin  bulunduğu  bölgeleri  göstermek amacıyla çizilmiştir. Haritanın çevresinde doğu, batı, güney, kuzey yönleri bazı deniz  ve nehirlerle gösterilmiştir. 
   Bu  eser,  yalnız  bir  sözlük  değil;  İslamiyet  öncesi  türk  edebiyatını,  tarihini,  coğrafyasını,  folklorunu, mitolojisini aydınlatan ansiklopedik bir eserdir.    Söz konusu eseri Türk kültür hayatına kazandıran kişi de Ali Emirli’dir.
Ülüş  (Ülüğ): Divanu  Lügati’t‐  Türk’te  “bodun  arasında  pay,  ayırış” şeklinde tanımlanır. Orta  Asya eski Türk devlet geleneğine göre ülkenin hanedan üyeleri arasında paylaştırılması adetini  ifade  eder.  Önceleri  oğuz  boylarından  kesilen  etten  boylara  ayrılan  hisseyi  ifade  ederken  sonraları siyasi  bir  anlam  kazanmıştır.  Bilim  adamlarınca  bu sistem,  göçebe  devlet  anlayış  ve  teşkilat sistemine dayandırılmıştır.

Avrupa Tarihi ( FİNAL )




1. İmperium kavramı ( Yönetim Yetkisi ) ?
2. Eski Yunan Felsefesi ve Siyasi Yapısı ?
3. Fasci ne demektir.  Faşizmle olan ilgisi nedir.?
4. Hıristiyanlığın ilk evresi, hangi ortamda doğduğunu açıklayınız. ?


1. Soru kesin dedi. 2. soruda diğerlerinden birisi olucak demiştir.

1. İmperium kavramı ( Yönetim Yetkisi ) Cevap:


Tarihsel gerçeklik olarak imparatorluk, kültürel, etnik, ekonomik ve toplumsal açılardan çeşitlilik arzeden farklı halkları bünyesinde toplayan bir büyük politik ve teritoryal gövde olarak tanımlanabilir
Bu çok-kültürlü birim, egemen bir merkezle taabi periferiler arasında gerçekleşen etkileşimler bütünüdür. Bu hiyerarşik yapı çoğu kez fetihle kurulur ve fetihten sonra kendini merkezin periferi üzerindeki askeri-politik, ekonomik ve sözde kültürel üstünlüğüyle devam ettirir.
Hikâye Mezopotamya’da bağımsız kent-devletlerinin ortaya çıkışıyla başladı. Bunlar zamanla birbirleriyle savaşıp, mücadele eder hale geldi. Sonunda biri diğerlerini bastıracak askeri gücü ve ideolojik motivasyonu kendinde buldu ve devletler sistemine son verip yerine “evrensel devlet”i koydu: Akad İmparatorluğu. Ancak bir süre sonra imparatorluk çöktü (gücü ve etkinliği çeşitliliği bir arada tutmaya yetmeyen kurumsal yapı, merkezkaç güçlerin artan gücü veya bir dış faktör nedeniyle) ve yerine gene bağımsız devletlerden oluşan çoklu yapıya bıraktı. Ta ki yeni bir imparatorluk doğana kadar… Bu döngüsel tarihin kendini genişleyen bir coğrafyada tekrar ettiği ise unutulmamalıdır. Örnek vermek gerekirse, Akad’ın kapsadığı alanla İskender’in imparatorluğunun kapsadığı alan arasında büyük fark vardır.
Bu döngüsel tarih sadece Yakın Doğu’da değil, başka “uygar” bölgelerde de geçerlidir. Bunun açıklaması, devletlerin koşullar oluştuğunda diğer devletleri yutarak genişlemek istemesidir. Devletleri elinde tutanların amacı güçtür; mantıksa, gücün sıfır toplamlı bir oyun olduğunu söyler onlara. Dolayısıyla diğer güç odaklarının bağımsız kalmaması gerekir; onları çevrelemek, yutmak gerekir. Ve bu oyunda, dünya-hâkimi olarak imparatorluk nihai hedeftir. Bu bazılarını, insanların emperyal hayvanlar oldukları düşüncesine kadar götürmüştür.
Tarih bir bütün olarak ele alındığında, yakın zamanlara kadar emperyal genişleme güçlünün doğal hakkı olarak tanınırdı. Aslında bu, her türden hâkimiyet için de söylenebilir: Özgürün köle üzerindeki, erkeğin kadın üzerindeki, bazı cemaatlerin diğerleri üzerindeki hâkimiyeti gibi… Ancak imparatorluk hâkimiyetinin “doğallığı” şüphesiz ki çıplak bilek gücünden daha yüce değerlerle açıklanır. Bu anlamda, imparatorluklar evrensel bir dini yaymak, barbarlığa uygarlık getirmek veya kölelere özgürlük götürmek gibi evrenselci iddialarla çıkar karşımıza. Yayıldıkları yerlere “paye verirler, anlam katarlar.”
Geçmişte imparatorluğun varlığı birçok kişiye göre düzen, hukuk ve barış anlamına geliyordu; yokluğu ise kaos, düzensizlik, bölünme ve devletlerarası savaş demekti. Bağımsız farklı güçler olmazsa, savaşacak kimse de olmazdı. Tek sorun, imparatorluk kuracak bir gücün ve yeteneğin olup olmadığıydı. Ancak bu anlayış, modern dünyayla birlikte, ilk önce Avrupa’da olmak üzere bütün dünyada çöktü. Avrupa’da kapitalizmin doğuşu ve yeni yeni ortaya çıkan ulus-devletler arası güç dengesi, imparatorluk idealinin saygınlığını yitirmesine yol açtı.
Ancak gene de savaşlar devam etti ve imparatorluğa karşı olan muhalefet onun yerine bir çözüm koyamadı. “İmparatorluk olmasın, ama onun yokluğunda uzun ömürlü bir barış nasıl sağlanır?
Elbette ki, dün olduğu gibi bugün de bu imparatorluk propagandistlerine muhalefet ediliyor. Ancak imparatorluk banileri genelde bu sesleri fazla dinlemezler. İmparatorluk kurmak, devletler dünyasında bir güç meselesidir. Eğer yeteri kadar askeri/ekonomik gücünüz ve yeterli sayıda insanı ikna edecek bir mitler setiniz varsa, imparatorluk kurma bir zaman meselesi haline gelir. Isaac Asimov’un 25 milyon gezegenden oluşan Galaktik İmparatorluğu, gücün cisimleşmiş spesifik bir hali olan imparatorluğun sınır tanımadığını ve tanımayacağını hatırlatır. Özetlersek, imparatorluklar dünyayı ve mümkünse üzerindeki her şeyi isterler.
 ROMA’DA İMPERİUM KAVRAMI
Roma’da İmparatorluk Kavramı Roma’da Cumhuriyet döneminde imperium, magistra’lar tarafından halk adına kullanılan yönetme yetkisi/hakkı anlamına gelirdi. İmparatorluk ikiye ayrılırdı: İçeride, yani Roma’da kullanılan imperium domi ve dışarıda, yani Roma’nın dışında kullanılan imperium militae. Terimin yaygın kullanışı ise, Romalıların başka halklar üzerinde uyguladığı iktidar anlamındaki imperium populi Romani’ydi. Ancak Akdeniz’in fethi M.Ö. 30 civarlarında tamamlandığında devletlerarası sistemin sonu getirildi ve imperium Romanum birleşik, devasa bir teritoryal gövde olarak doğdu. Bu aynı zamanda prenslerin elinde iktidarın toplanmasına ve magistra’ların elindeki gücün kökten bir şekilde azalmasına tekabül eder.
İmparatorluk kavramı teritoryal ve idari bütün anlamına doğru değişime uğrarken, reel-imparatorluk da cumhuriyetin yerine geçiyordu. Teoride, imparatorluk dünyanın ta kendisiydi (orbis terrarum); zamanda ve mekânda sonu yoktu, sonsuzdu (imperium sine fine dedi). İmparatorluk kavramının arkasında yatan temel fikir, Roma’nın iradesinin bütün diğer halklarca kabul edilmesiydi. Sınırlar dışındaki bağımsız bir gücün varlığı bile tehdit olarak algılanıyordu; gerçek güvenlik, dış politika gerektirecek bir düşmanın kalmamasıyla sağlanabilirdi. Roma tek devlet olmak istiyordu, devletlerden biri değil. Verili bir anda birçok krallık olabilir, ama imparatorluk tektir. Bu bağlamda Roma, “özgürlük dağıtıcısı” olarak, “özgürlük savaşçıları”na hiçbir şekilde müsamaha göstermiyordu. Dolayısıyla ideal olan “dışarıda”ki bütün komşu güçlere boyun eğdirmekti. Ancak elbette ki pratikte bu mümkün değildi. Roma, artık genişleyemediği noktada, kendi dünya düzenini, kendi-içinde-bir-dünyayı yaratmaya çalışmaya başladı. Roma’nın sahip olduğu dünya, Romalıların ilgilendiği karalardan ve denizlerden oluşuyordu (kath’hemas) (Brunt, 1990: 298); fethedemediği “dış dünya”yı, ciddiye alınmayacak, önemsiz, değersiz, anlamsız bir barbarlık diyarı olarak sunuyordu. Arnold Toybee’nin dediği gibi, “coğrafi olarak değil, psikolojik olarak evrenseldirler. Part Kralı hiç şüphesiz ki vardı, ama hiçbir önemi yoktu.” Politik olarak organize olmuş uygar insanlığı temsil eden Roma İmparatorluğu, dünyanın merkeziydi. Ve Roma şehri bu dünyanın başıydı, özetiydi, mikro kozmosuydu.
Roma İmparatorluğu farklı halklardan ve etnik gruplardan gelen elitlerini bir arada tutmak için ideolojik çimentolara ihtiyaç duyuyordu. Bunların en önemlileri, yüksek kültür, imparatorun tanrısallaştırılması ve imparatorluğunun ebediliğiydi. Ancak bu noktada şu da vurgulanmalıdır ki, imperium terimi her ne kadar Latince de olsa, terimin arkasında yatan bütün temel fikirler (evrensellik, tanrısallık, sonsuzluk), Büyük İskender aracılığıyla, Asurlular ve Ahameniş İranlılarından alınmıştır.
İmparatorluk kavramsallaştırılmasının emperyal motivasyonlarla ilişkisi büyüktür, çünkü emperyal genişlemenin öncülerinin çıkarlarını ve planlarını yansıtır. Literatürdeki temel soru şudur: Teritoryal genişlemenin motor gücü neydi? Roma tarihyazımı bu konuda politik motivasyonları ve ekonomik motivasyonları vurgulayanlar olarak ikiye bölünmüştür.
Roma tarihçisi E. Badian’ın belirttiği gibi, her toplumda, egemen toplumsal grupların dünya görüşü ve yaşam tarzıyla onların önderlik ettiği dış politika arasında yakın bir bağ vardır. Bu bağlamda, Roma’nın aristokratik değerleri dış ilişkilere doğrudan yansımıştır. Soylu olmak ve erdemli olmak (genus ve virtus) egemen değer sisteminin hayran olunan iki temel direğiydi. Bunlardan birincisi ikincisinin garantisiyken, birinciye doğuştan sahip olmayanların ikinciye, yani erdeme ulaşmak için iki yolu vardı: Devlet idaresinde yükselmek ve askeri başarı. Savaşta gösterilen kahramanlık şanşöhretin en önemli kaynağıydı. Bu nedenle, barbarlara karşı yürütülen savaşlar Roma dış politikasının kaçınılmaz karakteristiğidir. Badian, siyaseti, ethos’u ve psikolojiyi öne çıkaran yaklaşımının tarihe Marksist perspektifle bakmaya alışan modern öğrenciye çok uzak olduğunu da ekler.

Fetihlerde hiç şüphe yok ki ekonomik çıkar hesapları ve kazançlar da etkili olmuştur, ancak önemli nokta, bunların askeri-politik hesaplara göre ikincil kalması, onların yan ürünü olmasıdır. Roma’yı dünyanın başı (caput mundi) yaparak kazanılan şan-şöhret ve iktidar, emperyal genişlemenin arkasında yatan asıl faktördü. “Dünya fethi”nde ve laus (dignitas, gloria) imperii’de rol almak, bireysel şanın da garantörüydü. Bu itkiyi Joseph Schumpeter’in yaptığı gibi irrasyonel saymak ve hatta gerçek dışı görmek, zihinsel olarak sonraki çağların esiri olmaktan kaynaklanır. Rasyonelliğin faydacı kavramsallaştırması, Yunanlıların ve Romalıların zihniyet dünyasına yabancıydı. Antik yazarlar ve imparatorlar ekonomik çıkarlara nadiren değinirler. Elbette ki ekonomik çıkarlar politik hesaplarla ve şan-şöhretle uyumsuz, çelişkili değildir, ancak burada vurgulamaya çalıştığım birincillik meselesidir.

2. Eski Yunan felsefesi ve Siyasi Yapısı ?

   EGE UYGARLIKLARI  >  Girit adası(önemli), Kiklat adaları, Yunan anakarası Bizans Uygarlığı  > Etnik kökenlerine dair kesin bilgiler yok  Yunan anakarasında Miken uygarlığı ortaya çıkıyor. Bizans uygarlığını da kendilerine katıyorlar.  Yunanlılar kendilerine Helenler diyorlar. MÖ 1200lü yıllarda karanlık döneme giriliyor. Miken uygarlığı yazıyı yalnızca kayıt-muhasebe işleri için kullanıyorlar, edebiyat-şiir için değil. Karanlık  dönemde de yaklaşık 400 yıl kadar yazı hiç kullanılmıyor.

   MÖ 800lü yıllarda kolonileşme başlıyor. Karanlık çağların sonlarına doğru nüfus ve dolayısıyla ihtiyaçlar artıyor. Koloniler Akdeniz'e yayılıyor. Ortak bir dilleri, dinleri ve kültürleri olduğu için genel olarak uygarlıktan bahsedilir. (Eski Yunan  Atina ve Sparta temel merkezleridir. Atina'nın etrafına Attika, Sparta çevresine Peloponnes denir. Yazı tekrar kullanılmaya başlıyor ama eski yazı değil, aynı zamanda Edebiyat için de kullanılmaya  MÖ. 5. yy'da Klasik Dönem başlıyor. Perikles (MÖ 495-429) Atina'nın en parlak dönemi. Demokrasi - kadınları, köleleri ve yabancıları dışlayan bir demokrasi- hüküm sürüyor. 20000 erkek egemenliği vardır ve Roma'nın Atina'yı işgaline, MÖ 146'ya, kadar sürer.
   MÖ 490  > Doğu'dan Persler Yunanlılara saldırıp 10 yıl kadar Anadolu'ya hakim olurlar. Bu durum karşısında Yunan şehir devletleri birleşir. MÖ 431-404  > Peloponnes Savaşı (Sparta-Atina savaşı) Yunan uygarlığını ikiye bölüyor. Sparta  Helenistik dönem  başladığı sırada Makedonlar da kuzeye doğru inmeye başlar. Büyük İskender  ortaya çıkar. Anadolu'da Persleri yener ve Yunan coğrafyası Hindistan'a kadar genişler. Köleler insan yerine konulmaz. Öldürülmelerinin cezası bile yoktur. Sahipleri tarafından azad edilirlerse öldürmeleri yasak olur ama yine de vatandaş sayılmazlar. Din, erken dönemlerde ilkel animizm ve fetiş kültürü vardır. İlerleyen dönemlerde çok fazla tanrı kültürü oluşur. Şeytan, günah gibi kavramlar yoktur ama kendini beğenmek ve kibir sevilmez, tanrıların bu durumda onları cezalandıracağına inanırlar. Kurban kavramı vardır. Tek bir inanış yoktur,  hayvanlar kurban edilse de karşı çıkanlar da vardır.
FELSEFE : Bilgelik aşkı. Çoktanrılı inanış biçimine karşı çıkıştır. Arkaik dönemde ortaya çıksa da esas SOKRATES en önemli filozof. 399 yılında idama mahkum edilir, düşüncelerini kabul etmemesi durumunda serbest bırakılacak olmasına rağmen bunu kabul etmez. "Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir" sözüyle şüpheciliği ön plana çıkar. PLATON  MÖ 429-347 (Eflatun) Sokrates'in öğrencisidir.'Akademi' ismini verdiği okulu kurar. Evrenin  yaratılışı üzerine düşünceler, idealar sistemi, idealizmin çıkışı. ARİSTOTELES Platon'un öğrencisidir. Kurduğu okul 'Lise' Yunan felsefesine sistem getirmiştir. Her türlü alanda hizmet vermiştir. Büyük İskender'in hocası.
EDEBİYAT : Destancılar: Homeros (İlyada & Odysseia)  Ağıtçılar: ?, Ksenofanes doğa felaketleri ve açlık karşısında ağıt yakarlar. 
   İdil Yazarı: Vergilius köy yaşamını anlatan şiirler yazar. Şiir ve müzik bu dönemde hep iç içedir. Lir önemli bir çalgı aletidir. Müzik hep insan sesine eşlik eder,
Barok dönemine kadar da böyle devam edecek. TİYATRO : kökeni dinsel festivallerdir. İlk oyun Yunanlı Dionysos festivalinde gerçekleşir. Zevk ve aşk tanrıçasıdır. Spor dışında tiyatro da bir yarışma alanıdır.
TRAGEDYA en önemli dallarındandır. Keçi şarkısı demektir. İnsanın uç duygular arasında gel git yaşamasıdır. Sofokles ve Evripides önemli tragedya yazarlarıdır. Kral Oidipus (Freud'u etkilemiştir) ve Elektra Sofokles'in en ünlü eserleridir. Günümüze bu oyunların 32 tanesi kalmıştır.
KOMEDİ tiyatro yazarlarının politikacılarla alay etme hakkı vardır, komedi de buna dayanır. Aristofanes (eserleri Kuşlar, Bulutlar) en ünlü komedi yazarıdır.
BİLİM : Yunan felsefesinin alt dalı olarak geçer. Thales (MÖ 636-544) MÖ 7,6. Yylarda dünyanın, hayatın, evrenin kökenine kafa yorar. Thales'e göre ilk madde sudur. Ateş olduğuna inananlar da vardır, Efesli Herakleitos bunlardan biridir. MÖ 5. yy'da Empedokles evrenin, dünyanın yapı maddesinin ateş, su, hava ve toprak olduğuna Hipokrat, tıp biliminin kurucusudur. İlk kez insanın iyileştirilmesi için din ve büyü dışında ilaç kullanımını önerir. Kamu sağlığı ve hijyen kavramlarını öne atar.
   Herakleitos "aynı nehirde iki kez yıkanılmaz" diyerek ilerleyen zaman kavramından bahseder. Thales, matematik ve geometrinin kurucusudur. Mısır'dan ticaret yoluyla geldiğine inanılıyor ama kesin bir bilgi değildir. Mısır'daki tarımdan dolayı matematik gelişmiştir. Pitagoras, sayıların babasıdır, Pisagor üçgeni önermesini ortaya koymuştur. Müzik alanında da önemli  buluşları vardır. Harmoni, matematiğin dünyanın harmonisini sağladığına inanır. Arşimet, yerçekimi ve suyun kaldırma kuvveti.Eratosthenes, dünyanın çapını %1 yanılmayla bulmuştur
TARİH : Halikarnassoslu Herodot (MÖ 5.yy) tarihin babası olarak bilinir. Politik Tarih >  Tukididis (MÖ 5.yy) ve Ksenefon (MÖ 428-354) MÖ 6.yy günümüz ekonomisinin kökeni. Doğanın zarar gördüğüne inanılır. Erozyonu engellemek için ağaç dikerler. Zeytin ve zeytin ağacı dikimine önem verirler.
 MÜZİK : Makamlar vardır. Notaların belli bir düzende aritmetik olarak ilerlemesidir. Günümüzdeki nota sisteminin kökeni Pitagoras'a dayanır.
OLİMPİYATLAR: 292 olimpiyat düzenlenmiştir. Dini törenmiş gibi yapılırlar. En önemli sporcuları güreşçi Krotonlu Milon. Ödül öküzdür.

3. Fasci ne demektir.  Faşizmle olan ilgisi nedir ?

FAŞİZM : Demokratik idarelerde sosyal sınıfların dengesinin bozulmasında, orta sınıflar arasındaki dayanışmaya dayanan bir dikta rejimi. Faşizm kelimesinin aslı Latince olup, demet manasına gelen fasces kelimesinden gelir. Kelime İtalyancaya fascio’dan türetilmiştir. Kelime anlamı olarak, eski Roma devrinde imparatorun arkasında yürüyen iki cellatın bir sopa demetinden yaptıkları “balta ve sopalar”dır. Mecazi anlamı ise “birlik ve kuvvet” sembolüdürfaşizm

Kavramın kökeni Antik Roma yöneticilerinin geniş hükümet yetkisini sembolize eden ucunda balta bulunan bir çubuk demetinin adı olan Latince fasces sözcüğünden ileri gelir. Aynı simge daha sonraları Fransız Devrimi sırasında Aydınlanma anlamında, halkın elindeki devlet gücünü temsil etmek üzere kullanılmıştır. Söz konusu sembol bir takım değişikliklerle 1926 yılından itbaren İtalya’nın resmi devlet sembolü olmuştur. Sembolün üçlü anlamı, yani devlet gücü, halk mülkiyeti ve birliktelik Mussolini’nin propagandasında kullanılmıştır.
Faşizmin sözlük anlamı :
1. Demokratik düzenin yerine aşırı, çarpıtılmış bir ulusçuluk ve baskı düzeni kurmayı amaçlayan öğreti.
2. İtalya’da 1922-1943 yılları arasında etkinliğini sürdüren, meslek kuruluşlarına dayanan, devlet sınırlarını genişletmeyi amaçlayan, yetkinin tek partinin elinde toplandığı düzen.

   Günümüzde faşizm, totaliter bir otorite rejimi olarak tanınmaktadır. Devlet idaresinde diktatörlük anlamını taşıyan bir kavram olmuştur.  
   Bunlar; Fransız İhtilali ile başlamış, solcu radikal hareketlere eski hakim sınıfların gösterdikleri mukavemeti de faşizm kelimesinin manası içine almışlardır
   Mussolini’nin faşizmde devlet görüşü ve anlayışı şu tek cümlede özetlenmiştir:”Devlete karşı hiçbir şey olmaz. Devletin dışında hiçbir şey olmaz.” Demokrasi kaidelerine aykırı bir sistem olan faşizmin esasını devletçilik anlayışı teşkil etmektedir. Devletin üstünde hiçbir kuvvet yoktur. İnsan ve hakları devlet içinde bulundukça önem taşır.
  Faşist Mücadele Birliklerinin İttifakı (Fasci Italiani di Combattimento), 1919 yılında Benito Mussolini tarafından kurulmuş siyasî teşkilat. 1921 yılında ardılı olarak Ulusal Faşist Parti kurulmuştu. Teşkilatın merkezi Milano şehriydi.
   İtalya, I. Dünya Savaşı'nın sonunda galip devletler arasındaydı. Fakat ülke zayıflamıştı çünkü savaşa girerken elde etmek istedikleri kazançları sağlayamamışlardı. Savaş sona erdikten sonra ülkedeki sosyal zayiat daha da keskinleşmişti. Ülkedeki egemen güçlerin bir kısmı kötü gidişatın önüne geçebilmek için halkın yönetimini güç yoluyla ele almak gerektiğini ileri sürüyorlardı. Bu amaçla İtalya'da çeşitli partiler kuruldu. Bunlardan biri de Mussolini tarafından kurulmuş "Faşist Mücadele Birliklerinin İttifakı" isimli örgüt idi. Bu örgütün birçok şehirde yerel birimleri oluşturulmuştu. Bu birimlere fasci adı verilmişti. Fasci sözcüğü İtalyancada "deste", "birleşme" ve "grup" demektir. Teşkilatın programını esas olarak üç amaç teşkil etmişti: İş birliği, onu temin eden güçlü devlet egemenliği ve milliyetçilik. ("Millet her şeyden üstündür.")
   Bu örgütün üyeleri üzerinde sarı ve kırmızı çizgiler olan siyah gömlekler giyerlerdi. Bu renkler eski Roma'nın simgesi sayılırdı. Bu kurumun temel mücadele hedefleri komünistler, kapitalistler ve sıradan isyancılar idi.
   Faşizm, baskıcı rejimleri tanımlamak için kullanılan genel bir terim olmadan önce, asıl olarak İtalyan milliyetçiliğini temsil eden bir ideoloji olarak ortaya atılmıştır. Ancak kendisiyle eş zamanlı olarak ortaya çıkan nasyonal sosyalizm ve falanjizm gibi akımlar da amaç ve uygulamalar bakımından bir İtalyan ideolojisi olan faşizme yakın oldukları için faşizme bağlı siyasî hareketler olarak tanınmışlardır. Aşırı milliyetçi ve anti-komünist bir hareketin İtalya dışında "faşist" olarak nitelenmesinin ilk örneği Avusturya'da görülmüştür. Avusturyalı anti-komünist aşırı milliyetçilerin ideolojisi Avusturya faşizmi (Austrofaschismus) olarak isimlendirilmiştir. Aynı zamanda, Almanya'da komünistler, nasyonal sosyalistleri kendi propagandaları gereğince "faşistler" (faschisten) olarak isimlendirmişlerdi.

4. Hıristiyanlığın ilk evresi, hangi ortamda doğduğunu açıklayınız ?
Roma normalde savunma amaçlı savaşırdı. İnanışlarına göre Tanrılar Roma'yı koruyordu. Tanrı korumasında ki bu insanlar onurlu olmak gibi kaygılara sahipti. Tanrıları kızdırmamak için Kartaca'nın ortadan kalktığı üç savaş hiçbir şekilde savunma amaçlı değildi. Tamamen yağma ve Kartaca'nın zenginliklerini Roma'ya taşımak içindi.
   Başta takınılan, Tanrıları kızdırmamak için ahlaki tavrın kaybolduğunu görüyoruz. Fidel dediğimiz kavramda buna dair bir kavram. Devlet yönetiminde kaybedilen yönetim ahlakı Roma için bir dönüm noktası olmuştur. Çünkü Kartaca ile birlikte Yunan coğrafyası Korint adası da yağmalanarak yıkılır.
   Korint ve Kartaca'nın ganimetleri Romaya taşınır. Bu iki şehrin ele geçirilişi Fidel kavramına uymamaktadır.
   Roma'da çeşitli rahatsızlıklar baş gösterir. MÖ 146'ya kadar çeşitli idealler çerçevesinde yönetilen Roma'nın artık bu ahlak kurallarına uymamasından dolayı çeşitli sesler çıkmaya başlayacaktır. Elde edilen ganimetler Roma'da büyük zenginlik sağlar ve Roma MÖ 146'da bir yapılanmaya gider.Tapınaklar yollar saraylar inşa edilir.
  Aşırı zenginliğin adil olarak paylaşılmamasından dolayı, zengin, fakir arasında uçurum oluşur ve toplumsal bölünme yaşanır.
   Yunan kültürü benimsenir. Buradaki taşınabilen hemen tüm sanat eserleri Roma'ya taşınır. Yunan kültürü Roma'ya yerleşir. Fakat konuşulan dil Latince'dir.
   Roma Cumhuriyeti'nde toprak sahipleri Roma'ya ellerindeki toprakla doğru orantılı olarak asker yardımı yaparlar yani düzenli bir orduları yoktur. Bu savaşların yakın coğrafyada olması sebebiyle sorun teşkil etmez. Savaş sonrası kişiler topraklarını kısa sürede geri dönebilmişlerdir. Fakat Roma Cumhuriyeti toprakları genişlediğinde ordu daha uzağa gitmek zorunda kalmıştır. Toprak genişledikçe bu zafer kazanılan yerlerde birlik bulundurmak zorunda kalınmıştır. Bu asker ve asker olarak orduya katılan toprak sahipleri topraklardan uzun süre ayrı kalıp üretim sağlayamamıştır. Çiftçiler çürümeye başlayan Roma'da bu sebeble daha da fakirleşmiştir ve topraklarını terk etmek zorunda kalmışlardır. Roma'da toplum yapısı değişmiştir. Topraklarını terk eden çiftçiler Roma'ya göçmüşler fakat aristokratlar köleleri çalıştırdığı için Roma'ya göçenler yine işsiz kalmışlardır. Böylece Roma'da bir ayak takımı oluşmuştur. Yani Roma en geniş sınırlara ulaştığında aslında işlerde yolunda gitmemeye başlamıştır. (MÖ 2.yy ortası)
   Ayak takımını tehlike olarak algılayan aristokratlar kendi aralarında tartışmaya başlarlar. Bir kısmı toprak reformuna karşı; ayak takımının zaten bir şekilde para kazanmasını göstererek gladyatör oyunları ve dövüşlerine katılmaktadırlar. Diğer bir kısımsa reformdan yanadır. Yeni yasalar konulması gerektiğini düşünmüşlerdir. Çünkü halk ve senato arasındaki bağın tekrar sağlanması gerektiğini öne sürmüşlerdir.
   MÖ 140'da senato içindeki kuvvetli fikir ayrılığı artık aristokraside bir bölünme olduğunu gösterir. Bir yanda fidel kavramı etrafında bir görüş diğer yanda ise zenginliğini paylaşmamak ve artırmak isteyen kesim. Siyaset kirli bir alana dönüşmüştür.
   MÖ 138 Sicilya'da köleler ayaklanır ve Sicilya tahıl ambarı olduğu için Roma'da tahıl sıkıntısı baş gösterir. Yapılanma durur ve 8 - 9 sene içerisinde en parlak döneminden bir kriz dönemine geçmiştir. 
   Önemli bir lider Tiberius Roma'nın savaşlarında galibiyet kazanmış bir aristokrat saygın ve cesur bir askerdir. Tüm Romalılar tarafından saygı duyulan biridir. Ancak sonrasında aristokratlardan çok Roma halkının yanında durur ve Konsül seçilir. Toprak reformu yapar ve Muhafazakarlar tarafından tepki çeker.
   Tiberius öldürülür. Siyasal nedenlerle öldürülen ilk liderdir. MÖ 133. Roma'nın ahlaki çöküşü yaklaşık 13 senelik bir dönem. Yaklaşı 3.yy ortalarından 132'ye kadar 120 yıllık dönemde Roma aristokratlar sayesinde yeni sınırlara ulaşmıştır. Batı İspanya'dan Doğu Anadolu'ya kadar. MÖ 170 yılında Roma'da vergi kaldırılır. Roma'daki zenginleşme iktidarda yozlaşmaya sebeb olur ve Fidel kavramı tamamıyla kaybolur.
   Hristiyanlığın ortaya çıkışı :
   O yılıdır. MS 1.yy - MS 6.yy Hıristiyanlığın 1. evresi erken dönem Hıristiyanlık.
   Hıristiyanlığın doğuş ve yayılışı esnasında Roma imp. Hıristiyanlara baskı yapar. Fakat o kadar hızlı yayılır ki 313 tarihinde İmp. Konstantin Hıristiyan olacaktır. 392'de Teodosios Hıristiyanlığı resmi dil ilan eder. Bu sefer de çok Tanrılı inançlar yasaklanır.
   Roma Kilise üstünlüğünün ilanı. Kilisenin kurumsallaşması : Roma Kilisesi en güçlü Kilise ilan edilir ve diğerleri ona bağlı şekilde örgütlenir. Roma Kilisesinin başında Papa bulunur. 
   İsa'nın ölümünden sonra Aziz Pavlus Hıristiyanlığı evrenselleştirecek şekilde yayar. Bu bakımdan Aziz Pavlus Hıristiyanlığın kurumsallaşmasında İsa kadar önemlidir. 
   Pavlus İsa'ya inananları cezalandırmak amacıyla bir yolculuğa çıkar ve çölde gözleri kör olur. Bir Hıristiyan Pavlus'un gözlerini iyileştirir. Bu olaydan sonra Pavlus Hıristiyan olur. Seyahatler yaparak Hıristiyanlığı yaymaya başlar. Mektuplar yazıp yollar. ( Antakya doğumludur.)
   Hıristiyanlık bir Yahudi dini olmaktan çıkar ve Yunan felsefesi ile birleşir. 
   Neden Hıristiyanlık ortaya çıkmıştır ?
   Bu dönemde 4 büyük Yahudi tarikatı vardır.
1. Sadukiler : Zengin aristokrat museviliğin yasalarının uygulanmasını istiyorlar. Çünkü bu yasalar sayesinde zenginliklere sahiptirler. Meleklere ve Ruh ölümsüzlüğüne inanmazlar. Dünyevi zevkler önemlidir. Roma'ya vergi verirler.
2. Ferisiler :  Satdukiler'in inandıkları yazılı geleneklerin yanında sözlü geleneklere de inanırlar. Ölümden sonra yaşama inanırlar.
3. Essen : Bedenin dirilişine inanırlar.
4. Zeolat : Vergi vermek istememektedirler. Siyasi bir mücadele içindedirler. ( Milliyetçiler)
   Yahudilik bir ırktır. Musevi, Musa'yı takip edenler anlamındadır. Yani Yahudilik ve Musevilik farklı kavramlardır.
   Mesih inancı ( Satdukiler inanmazlar.) Bir Mesih'in gelmesi ve Yahudileri kurtaracağına inanılan bir inançtır. Bu şekilde İsrail özgür olacaktır. Refah ve Barış içinde yaşanacaktır. İsa ferisi tarikatındandır. Satduki hariç üç tarikanın bilgi ve geleneğinden beslenir. Bu yüzden İsa'nın takipçileri hızla artar.
   Eski Yunanca'da Mesih, Christos demektir. Christ, İsa demektir ve Hıristiyanlık adını buradan alır. İsa'nın ölümü Satdukilerin elinden olur.
   Aziz Pavlus; Şam, Kudüs, Kıbrıs, Anadolu ülkelerini gezerek Hıristiyanlığı yayar. 
   Hıristiyanlık nasıl bu kadar hızlı yayıldı. ? Aziz Pavlus'un yazdıklarına göre filistin dışında yaşayan Yahudiler Hıristiyanlığı daha hızlı daha çabuk kabul etmişlerdir.
   Centile; Yahudi olmayan halklar demektir. Pavlus'un amacı bu halklardır.
   Stoacılık ( Roma'da) inanışı ahlaki yaşama biçimi, insanın ailesine, çevresine, yaşadığı topluma nasıl davranması gerektiğine dair insanın vicdanını dinlemesi gerektiğini öğütler. Stoacılığa göre insan iki ayrı toplumun üyesidir. 1. Kendi zamanına ve mekanına bağlı toplumun üyesi. 2. Dünya topluluğunun üyesi. Hem Romalı hem dünyalı olmak gibi. Kişi bu iki topluluğa karşı da erdemli davranmalıdır.
   Senaka ve Pavlus'un mektuplaştığı düşünülür. Pavlus Doğu Akdeniz civarında burada mistik din ve inanışlar vardır. Bu inanışlar kurtarıcıya inandıkları için Hıristiyanlığı kolayca kabul ederler. Pavlus yoksul ezilen ve kölelere hitap eder. 
   Hıristiyanlığın kurumsallaşması, yozlaşması Roma'nın Hıristiyanlığı kabulü ile olur. 4.yy başı Milano fermanı 313 Hıristiyanlığa hoşgörülü davranılması emredilir. Yerel cemaatlerden ziyade Romanın aristokratlarının inancı olur. 4. yy da Hıristiyanlık içinde de öğreti tartışmaları ortaya çıkar. Bu dönemde Roma kilisesi ve Papa en tepededir.
   Roma'nın son günleri :
   Roma imparatorluğu bir yandan tek merkezden yönetilemeyecek kadar büyümüştü. Öte yandan toplum içindeki eşitsizlikçi öğeler imparatorluğun birliğini parçalayacak sonuçlar doğurabilecek kadar gelişmişti. Bu durum Roma düzeninden soğumuş giderek kalabalıklaşan bir proletarya yaratmıştı. Roma yönetim makinesi ve genel olarak Roma toplumu bozulmaya çürümeye başlamıştı. Roma imparatorluğu tam da bu sıralarda MÖ 4.-5.yy larda bir içten biri dıştan olmak üzere iki saldırıyla karşılaşmıştır. Dış saldırı barbar Cermen halklarının Roma'nın zayılaması üzerine etkili olmaya başlayan akınlarıydı iç saldırı ise eşitsizlikçi Roma toplum düzenine küsmüş olan aşağı tabakalar arasında yayılan Hıristiyanlık
   Roma imparatorları imparatorluğun bu saldırılarla dağılmasını durdurmak için bir zamanlar tüm güçleri ile karşı çıktıkları Hıristiyanlığın, imparatorluğun çözülen birliğini yeniden sağlayabilecek birleştirici bir ideoloji olabileceğini yavaş yavaş kavramaya başladılar. Bu yolda Hıristiyanları kovuşturma politikalarını bırakarak ilkin hoşgörü politikasını benimsediler. Daha sonra da 378'de Hıristiyanlığı devlet dini ilan ettiler. Hıristiyanlığın devlet dini olması üzerine o zaman kadar bir yeraltı örgütü olan Kilise yeryüze çıktı ve hızla imparatorluğun yönetimsel örgütlenişine koşut bir örgütleniş sürecine girdi.
   Hıristiyanlığı devlet dini olarak kabul eden imparator Theodisus'un imparatorluğu iki oğlu arasında paylaştırması impartorluğun aşırı büyüklükten dolayı dağılmasını önlemiş oluyordu. Ama ne bu ne de iç düşman olan Hıristiyanlığın içten fethedilerek bölücü bir güç olmaktan çıkarılıp birleştirici bir güç durumuna getirilişi çöküşü önleyebildi. Dış tehlike barbar halkların saldırısı Roma'yı parçaladı. Roma sınırların aşan Vizigot kralı Alarik 410'da Roma'yı yağmaladı. Bu tarih ile Batı Roma İmparatorluğu'nun yıkılış tarihi olarak kabul edilen 476 arası imparatorluğun can cekişmesi dönemi sayılabilir.
   Kilise'nin devletin işlerini üstlenmesi :
   Roma toplumsal ve siyasal düzeni yıkılınca Kilise kendisini Avrupa toplumunun ayakta kalan tek örgütlü kurumu olarak buldu. Bu nedenle ister istemez Roma impartorluğu'nun görevlerini elinden geldiğince üstlenmek Hıristiyan toplumlar arasında birleştirici bir rol oynamak bu yolda gerekirse dünya işlerine karışmak zorunda kaldı. Sanki Roma imparatorunun yerine Papa, eyalet valilerinin yerlerini Piskoposlar almıştı.
   Kilise başlangıçta bu tinsel gücüne ve tek geniş örgütlü kurum oluşuna demek ki örgütsel gücüne dayanan otoritesine zamanla sofu özellikle çocuksuz Hıristiyanların çoğu kez ölürlerken bağışladıkları mülklerin birikmesiyle zenginleşip ekonomik temellere dayandırarak hiyerarşik örgütü geniş mülkleri ile sanki devletleşecektir. Geniş topraklarını işletmeleri için feodal beylere veren Piskoposlar ve Papalar onların üzerinde birer süzeren durumuna yükseleceklerdir.

3 Ocak 2016 Pazar

Türk Dili 1 ( FİNAL )




1. Dil aileleri nelerdir.? Dünya dilleri kaynakları bakımından hangi kollara ayrılır.?
2. Türkçenin dil ailesi ? Ural-Altay dil ailesi ?
3. Dil ailesini aile kılan ortak özellikler nedir.?
4. Örneğin Vazo Türkçe değildir. Neden değildir.? -i sıfat yapan ek
5. Öykülerden bir paragraf verip bununla ilgili yorum isteyecek. Sayfa 50'den sonraki öyküler olabilir.