5 Ocak 2016 Salı

Avrupa Tarihi ( FİNAL )




1. İmperium kavramı ( Yönetim Yetkisi ) ?
2. Eski Yunan Felsefesi ve Siyasi Yapısı ?
3. Fasci ne demektir.  Faşizmle olan ilgisi nedir.?
4. Hıristiyanlığın ilk evresi, hangi ortamda doğduğunu açıklayınız. ?


1. Soru kesin dedi. 2. soruda diğerlerinden birisi olucak demiştir.

1. İmperium kavramı ( Yönetim Yetkisi ) Cevap:


Tarihsel gerçeklik olarak imparatorluk, kültürel, etnik, ekonomik ve toplumsal açılardan çeşitlilik arzeden farklı halkları bünyesinde toplayan bir büyük politik ve teritoryal gövde olarak tanımlanabilir
Bu çok-kültürlü birim, egemen bir merkezle taabi periferiler arasında gerçekleşen etkileşimler bütünüdür. Bu hiyerarşik yapı çoğu kez fetihle kurulur ve fetihten sonra kendini merkezin periferi üzerindeki askeri-politik, ekonomik ve sözde kültürel üstünlüğüyle devam ettirir.
Hikâye Mezopotamya’da bağımsız kent-devletlerinin ortaya çıkışıyla başladı. Bunlar zamanla birbirleriyle savaşıp, mücadele eder hale geldi. Sonunda biri diğerlerini bastıracak askeri gücü ve ideolojik motivasyonu kendinde buldu ve devletler sistemine son verip yerine “evrensel devlet”i koydu: Akad İmparatorluğu. Ancak bir süre sonra imparatorluk çöktü (gücü ve etkinliği çeşitliliği bir arada tutmaya yetmeyen kurumsal yapı, merkezkaç güçlerin artan gücü veya bir dış faktör nedeniyle) ve yerine gene bağımsız devletlerden oluşan çoklu yapıya bıraktı. Ta ki yeni bir imparatorluk doğana kadar… Bu döngüsel tarihin kendini genişleyen bir coğrafyada tekrar ettiği ise unutulmamalıdır. Örnek vermek gerekirse, Akad’ın kapsadığı alanla İskender’in imparatorluğunun kapsadığı alan arasında büyük fark vardır.
Bu döngüsel tarih sadece Yakın Doğu’da değil, başka “uygar” bölgelerde de geçerlidir. Bunun açıklaması, devletlerin koşullar oluştuğunda diğer devletleri yutarak genişlemek istemesidir. Devletleri elinde tutanların amacı güçtür; mantıksa, gücün sıfır toplamlı bir oyun olduğunu söyler onlara. Dolayısıyla diğer güç odaklarının bağımsız kalmaması gerekir; onları çevrelemek, yutmak gerekir. Ve bu oyunda, dünya-hâkimi olarak imparatorluk nihai hedeftir. Bu bazılarını, insanların emperyal hayvanlar oldukları düşüncesine kadar götürmüştür.
Tarih bir bütün olarak ele alındığında, yakın zamanlara kadar emperyal genişleme güçlünün doğal hakkı olarak tanınırdı. Aslında bu, her türden hâkimiyet için de söylenebilir: Özgürün köle üzerindeki, erkeğin kadın üzerindeki, bazı cemaatlerin diğerleri üzerindeki hâkimiyeti gibi… Ancak imparatorluk hâkimiyetinin “doğallığı” şüphesiz ki çıplak bilek gücünden daha yüce değerlerle açıklanır. Bu anlamda, imparatorluklar evrensel bir dini yaymak, barbarlığa uygarlık getirmek veya kölelere özgürlük götürmek gibi evrenselci iddialarla çıkar karşımıza. Yayıldıkları yerlere “paye verirler, anlam katarlar.”
Geçmişte imparatorluğun varlığı birçok kişiye göre düzen, hukuk ve barış anlamına geliyordu; yokluğu ise kaos, düzensizlik, bölünme ve devletlerarası savaş demekti. Bağımsız farklı güçler olmazsa, savaşacak kimse de olmazdı. Tek sorun, imparatorluk kuracak bir gücün ve yeteneğin olup olmadığıydı. Ancak bu anlayış, modern dünyayla birlikte, ilk önce Avrupa’da olmak üzere bütün dünyada çöktü. Avrupa’da kapitalizmin doğuşu ve yeni yeni ortaya çıkan ulus-devletler arası güç dengesi, imparatorluk idealinin saygınlığını yitirmesine yol açtı.
Ancak gene de savaşlar devam etti ve imparatorluğa karşı olan muhalefet onun yerine bir çözüm koyamadı. “İmparatorluk olmasın, ama onun yokluğunda uzun ömürlü bir barış nasıl sağlanır?
Elbette ki, dün olduğu gibi bugün de bu imparatorluk propagandistlerine muhalefet ediliyor. Ancak imparatorluk banileri genelde bu sesleri fazla dinlemezler. İmparatorluk kurmak, devletler dünyasında bir güç meselesidir. Eğer yeteri kadar askeri/ekonomik gücünüz ve yeterli sayıda insanı ikna edecek bir mitler setiniz varsa, imparatorluk kurma bir zaman meselesi haline gelir. Isaac Asimov’un 25 milyon gezegenden oluşan Galaktik İmparatorluğu, gücün cisimleşmiş spesifik bir hali olan imparatorluğun sınır tanımadığını ve tanımayacağını hatırlatır. Özetlersek, imparatorluklar dünyayı ve mümkünse üzerindeki her şeyi isterler.
 ROMA’DA İMPERİUM KAVRAMI
Roma’da İmparatorluk Kavramı Roma’da Cumhuriyet döneminde imperium, magistra’lar tarafından halk adına kullanılan yönetme yetkisi/hakkı anlamına gelirdi. İmparatorluk ikiye ayrılırdı: İçeride, yani Roma’da kullanılan imperium domi ve dışarıda, yani Roma’nın dışında kullanılan imperium militae. Terimin yaygın kullanışı ise, Romalıların başka halklar üzerinde uyguladığı iktidar anlamındaki imperium populi Romani’ydi. Ancak Akdeniz’in fethi M.Ö. 30 civarlarında tamamlandığında devletlerarası sistemin sonu getirildi ve imperium Romanum birleşik, devasa bir teritoryal gövde olarak doğdu. Bu aynı zamanda prenslerin elinde iktidarın toplanmasına ve magistra’ların elindeki gücün kökten bir şekilde azalmasına tekabül eder.
İmparatorluk kavramı teritoryal ve idari bütün anlamına doğru değişime uğrarken, reel-imparatorluk da cumhuriyetin yerine geçiyordu. Teoride, imparatorluk dünyanın ta kendisiydi (orbis terrarum); zamanda ve mekânda sonu yoktu, sonsuzdu (imperium sine fine dedi). İmparatorluk kavramının arkasında yatan temel fikir, Roma’nın iradesinin bütün diğer halklarca kabul edilmesiydi. Sınırlar dışındaki bağımsız bir gücün varlığı bile tehdit olarak algılanıyordu; gerçek güvenlik, dış politika gerektirecek bir düşmanın kalmamasıyla sağlanabilirdi. Roma tek devlet olmak istiyordu, devletlerden biri değil. Verili bir anda birçok krallık olabilir, ama imparatorluk tektir. Bu bağlamda Roma, “özgürlük dağıtıcısı” olarak, “özgürlük savaşçıları”na hiçbir şekilde müsamaha göstermiyordu. Dolayısıyla ideal olan “dışarıda”ki bütün komşu güçlere boyun eğdirmekti. Ancak elbette ki pratikte bu mümkün değildi. Roma, artık genişleyemediği noktada, kendi dünya düzenini, kendi-içinde-bir-dünyayı yaratmaya çalışmaya başladı. Roma’nın sahip olduğu dünya, Romalıların ilgilendiği karalardan ve denizlerden oluşuyordu (kath’hemas) (Brunt, 1990: 298); fethedemediği “dış dünya”yı, ciddiye alınmayacak, önemsiz, değersiz, anlamsız bir barbarlık diyarı olarak sunuyordu. Arnold Toybee’nin dediği gibi, “coğrafi olarak değil, psikolojik olarak evrenseldirler. Part Kralı hiç şüphesiz ki vardı, ama hiçbir önemi yoktu.” Politik olarak organize olmuş uygar insanlığı temsil eden Roma İmparatorluğu, dünyanın merkeziydi. Ve Roma şehri bu dünyanın başıydı, özetiydi, mikro kozmosuydu.
Roma İmparatorluğu farklı halklardan ve etnik gruplardan gelen elitlerini bir arada tutmak için ideolojik çimentolara ihtiyaç duyuyordu. Bunların en önemlileri, yüksek kültür, imparatorun tanrısallaştırılması ve imparatorluğunun ebediliğiydi. Ancak bu noktada şu da vurgulanmalıdır ki, imperium terimi her ne kadar Latince de olsa, terimin arkasında yatan bütün temel fikirler (evrensellik, tanrısallık, sonsuzluk), Büyük İskender aracılığıyla, Asurlular ve Ahameniş İranlılarından alınmıştır.
İmparatorluk kavramsallaştırılmasının emperyal motivasyonlarla ilişkisi büyüktür, çünkü emperyal genişlemenin öncülerinin çıkarlarını ve planlarını yansıtır. Literatürdeki temel soru şudur: Teritoryal genişlemenin motor gücü neydi? Roma tarihyazımı bu konuda politik motivasyonları ve ekonomik motivasyonları vurgulayanlar olarak ikiye bölünmüştür.
Roma tarihçisi E. Badian’ın belirttiği gibi, her toplumda, egemen toplumsal grupların dünya görüşü ve yaşam tarzıyla onların önderlik ettiği dış politika arasında yakın bir bağ vardır. Bu bağlamda, Roma’nın aristokratik değerleri dış ilişkilere doğrudan yansımıştır. Soylu olmak ve erdemli olmak (genus ve virtus) egemen değer sisteminin hayran olunan iki temel direğiydi. Bunlardan birincisi ikincisinin garantisiyken, birinciye doğuştan sahip olmayanların ikinciye, yani erdeme ulaşmak için iki yolu vardı: Devlet idaresinde yükselmek ve askeri başarı. Savaşta gösterilen kahramanlık şanşöhretin en önemli kaynağıydı. Bu nedenle, barbarlara karşı yürütülen savaşlar Roma dış politikasının kaçınılmaz karakteristiğidir. Badian, siyaseti, ethos’u ve psikolojiyi öne çıkaran yaklaşımının tarihe Marksist perspektifle bakmaya alışan modern öğrenciye çok uzak olduğunu da ekler.

Fetihlerde hiç şüphe yok ki ekonomik çıkar hesapları ve kazançlar da etkili olmuştur, ancak önemli nokta, bunların askeri-politik hesaplara göre ikincil kalması, onların yan ürünü olmasıdır. Roma’yı dünyanın başı (caput mundi) yaparak kazanılan şan-şöhret ve iktidar, emperyal genişlemenin arkasında yatan asıl faktördü. “Dünya fethi”nde ve laus (dignitas, gloria) imperii’de rol almak, bireysel şanın da garantörüydü. Bu itkiyi Joseph Schumpeter’in yaptığı gibi irrasyonel saymak ve hatta gerçek dışı görmek, zihinsel olarak sonraki çağların esiri olmaktan kaynaklanır. Rasyonelliğin faydacı kavramsallaştırması, Yunanlıların ve Romalıların zihniyet dünyasına yabancıydı. Antik yazarlar ve imparatorlar ekonomik çıkarlara nadiren değinirler. Elbette ki ekonomik çıkarlar politik hesaplarla ve şan-şöhretle uyumsuz, çelişkili değildir, ancak burada vurgulamaya çalıştığım birincillik meselesidir.

2. Eski Yunan felsefesi ve Siyasi Yapısı ?

   EGE UYGARLIKLARI  >  Girit adası(önemli), Kiklat adaları, Yunan anakarası Bizans Uygarlığı  > Etnik kökenlerine dair kesin bilgiler yok  Yunan anakarasında Miken uygarlığı ortaya çıkıyor. Bizans uygarlığını da kendilerine katıyorlar.  Yunanlılar kendilerine Helenler diyorlar. MÖ 1200lü yıllarda karanlık döneme giriliyor. Miken uygarlığı yazıyı yalnızca kayıt-muhasebe işleri için kullanıyorlar, edebiyat-şiir için değil. Karanlık  dönemde de yaklaşık 400 yıl kadar yazı hiç kullanılmıyor.

   MÖ 800lü yıllarda kolonileşme başlıyor. Karanlık çağların sonlarına doğru nüfus ve dolayısıyla ihtiyaçlar artıyor. Koloniler Akdeniz'e yayılıyor. Ortak bir dilleri, dinleri ve kültürleri olduğu için genel olarak uygarlıktan bahsedilir. (Eski Yunan  Atina ve Sparta temel merkezleridir. Atina'nın etrafına Attika, Sparta çevresine Peloponnes denir. Yazı tekrar kullanılmaya başlıyor ama eski yazı değil, aynı zamanda Edebiyat için de kullanılmaya  MÖ. 5. yy'da Klasik Dönem başlıyor. Perikles (MÖ 495-429) Atina'nın en parlak dönemi. Demokrasi - kadınları, köleleri ve yabancıları dışlayan bir demokrasi- hüküm sürüyor. 20000 erkek egemenliği vardır ve Roma'nın Atina'yı işgaline, MÖ 146'ya, kadar sürer.
   MÖ 490  > Doğu'dan Persler Yunanlılara saldırıp 10 yıl kadar Anadolu'ya hakim olurlar. Bu durum karşısında Yunan şehir devletleri birleşir. MÖ 431-404  > Peloponnes Savaşı (Sparta-Atina savaşı) Yunan uygarlığını ikiye bölüyor. Sparta  Helenistik dönem  başladığı sırada Makedonlar da kuzeye doğru inmeye başlar. Büyük İskender  ortaya çıkar. Anadolu'da Persleri yener ve Yunan coğrafyası Hindistan'a kadar genişler. Köleler insan yerine konulmaz. Öldürülmelerinin cezası bile yoktur. Sahipleri tarafından azad edilirlerse öldürmeleri yasak olur ama yine de vatandaş sayılmazlar. Din, erken dönemlerde ilkel animizm ve fetiş kültürü vardır. İlerleyen dönemlerde çok fazla tanrı kültürü oluşur. Şeytan, günah gibi kavramlar yoktur ama kendini beğenmek ve kibir sevilmez, tanrıların bu durumda onları cezalandıracağına inanırlar. Kurban kavramı vardır. Tek bir inanış yoktur,  hayvanlar kurban edilse de karşı çıkanlar da vardır.
FELSEFE : Bilgelik aşkı. Çoktanrılı inanış biçimine karşı çıkıştır. Arkaik dönemde ortaya çıksa da esas SOKRATES en önemli filozof. 399 yılında idama mahkum edilir, düşüncelerini kabul etmemesi durumunda serbest bırakılacak olmasına rağmen bunu kabul etmez. "Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir" sözüyle şüpheciliği ön plana çıkar. PLATON  MÖ 429-347 (Eflatun) Sokrates'in öğrencisidir.'Akademi' ismini verdiği okulu kurar. Evrenin  yaratılışı üzerine düşünceler, idealar sistemi, idealizmin çıkışı. ARİSTOTELES Platon'un öğrencisidir. Kurduğu okul 'Lise' Yunan felsefesine sistem getirmiştir. Her türlü alanda hizmet vermiştir. Büyük İskender'in hocası.
EDEBİYAT : Destancılar: Homeros (İlyada & Odysseia)  Ağıtçılar: ?, Ksenofanes doğa felaketleri ve açlık karşısında ağıt yakarlar. 
   İdil Yazarı: Vergilius köy yaşamını anlatan şiirler yazar. Şiir ve müzik bu dönemde hep iç içedir. Lir önemli bir çalgı aletidir. Müzik hep insan sesine eşlik eder,
Barok dönemine kadar da böyle devam edecek. TİYATRO : kökeni dinsel festivallerdir. İlk oyun Yunanlı Dionysos festivalinde gerçekleşir. Zevk ve aşk tanrıçasıdır. Spor dışında tiyatro da bir yarışma alanıdır.
TRAGEDYA en önemli dallarındandır. Keçi şarkısı demektir. İnsanın uç duygular arasında gel git yaşamasıdır. Sofokles ve Evripides önemli tragedya yazarlarıdır. Kral Oidipus (Freud'u etkilemiştir) ve Elektra Sofokles'in en ünlü eserleridir. Günümüze bu oyunların 32 tanesi kalmıştır.
KOMEDİ tiyatro yazarlarının politikacılarla alay etme hakkı vardır, komedi de buna dayanır. Aristofanes (eserleri Kuşlar, Bulutlar) en ünlü komedi yazarıdır.
BİLİM : Yunan felsefesinin alt dalı olarak geçer. Thales (MÖ 636-544) MÖ 7,6. Yylarda dünyanın, hayatın, evrenin kökenine kafa yorar. Thales'e göre ilk madde sudur. Ateş olduğuna inananlar da vardır, Efesli Herakleitos bunlardan biridir. MÖ 5. yy'da Empedokles evrenin, dünyanın yapı maddesinin ateş, su, hava ve toprak olduğuna Hipokrat, tıp biliminin kurucusudur. İlk kez insanın iyileştirilmesi için din ve büyü dışında ilaç kullanımını önerir. Kamu sağlığı ve hijyen kavramlarını öne atar.
   Herakleitos "aynı nehirde iki kez yıkanılmaz" diyerek ilerleyen zaman kavramından bahseder. Thales, matematik ve geometrinin kurucusudur. Mısır'dan ticaret yoluyla geldiğine inanılıyor ama kesin bir bilgi değildir. Mısır'daki tarımdan dolayı matematik gelişmiştir. Pitagoras, sayıların babasıdır, Pisagor üçgeni önermesini ortaya koymuştur. Müzik alanında da önemli  buluşları vardır. Harmoni, matematiğin dünyanın harmonisini sağladığına inanır. Arşimet, yerçekimi ve suyun kaldırma kuvveti.Eratosthenes, dünyanın çapını %1 yanılmayla bulmuştur
TARİH : Halikarnassoslu Herodot (MÖ 5.yy) tarihin babası olarak bilinir. Politik Tarih >  Tukididis (MÖ 5.yy) ve Ksenefon (MÖ 428-354) MÖ 6.yy günümüz ekonomisinin kökeni. Doğanın zarar gördüğüne inanılır. Erozyonu engellemek için ağaç dikerler. Zeytin ve zeytin ağacı dikimine önem verirler.
 MÜZİK : Makamlar vardır. Notaların belli bir düzende aritmetik olarak ilerlemesidir. Günümüzdeki nota sisteminin kökeni Pitagoras'a dayanır.
OLİMPİYATLAR: 292 olimpiyat düzenlenmiştir. Dini törenmiş gibi yapılırlar. En önemli sporcuları güreşçi Krotonlu Milon. Ödül öküzdür.

3. Fasci ne demektir.  Faşizmle olan ilgisi nedir ?

FAŞİZM : Demokratik idarelerde sosyal sınıfların dengesinin bozulmasında, orta sınıflar arasındaki dayanışmaya dayanan bir dikta rejimi. Faşizm kelimesinin aslı Latince olup, demet manasına gelen fasces kelimesinden gelir. Kelime İtalyancaya fascio’dan türetilmiştir. Kelime anlamı olarak, eski Roma devrinde imparatorun arkasında yürüyen iki cellatın bir sopa demetinden yaptıkları “balta ve sopalar”dır. Mecazi anlamı ise “birlik ve kuvvet” sembolüdürfaşizm

Kavramın kökeni Antik Roma yöneticilerinin geniş hükümet yetkisini sembolize eden ucunda balta bulunan bir çubuk demetinin adı olan Latince fasces sözcüğünden ileri gelir. Aynı simge daha sonraları Fransız Devrimi sırasında Aydınlanma anlamında, halkın elindeki devlet gücünü temsil etmek üzere kullanılmıştır. Söz konusu sembol bir takım değişikliklerle 1926 yılından itbaren İtalya’nın resmi devlet sembolü olmuştur. Sembolün üçlü anlamı, yani devlet gücü, halk mülkiyeti ve birliktelik Mussolini’nin propagandasında kullanılmıştır.
Faşizmin sözlük anlamı :
1. Demokratik düzenin yerine aşırı, çarpıtılmış bir ulusçuluk ve baskı düzeni kurmayı amaçlayan öğreti.
2. İtalya’da 1922-1943 yılları arasında etkinliğini sürdüren, meslek kuruluşlarına dayanan, devlet sınırlarını genişletmeyi amaçlayan, yetkinin tek partinin elinde toplandığı düzen.

   Günümüzde faşizm, totaliter bir otorite rejimi olarak tanınmaktadır. Devlet idaresinde diktatörlük anlamını taşıyan bir kavram olmuştur.  
   Bunlar; Fransız İhtilali ile başlamış, solcu radikal hareketlere eski hakim sınıfların gösterdikleri mukavemeti de faşizm kelimesinin manası içine almışlardır
   Mussolini’nin faşizmde devlet görüşü ve anlayışı şu tek cümlede özetlenmiştir:”Devlete karşı hiçbir şey olmaz. Devletin dışında hiçbir şey olmaz.” Demokrasi kaidelerine aykırı bir sistem olan faşizmin esasını devletçilik anlayışı teşkil etmektedir. Devletin üstünde hiçbir kuvvet yoktur. İnsan ve hakları devlet içinde bulundukça önem taşır.
  Faşist Mücadele Birliklerinin İttifakı (Fasci Italiani di Combattimento), 1919 yılında Benito Mussolini tarafından kurulmuş siyasî teşkilat. 1921 yılında ardılı olarak Ulusal Faşist Parti kurulmuştu. Teşkilatın merkezi Milano şehriydi.
   İtalya, I. Dünya Savaşı'nın sonunda galip devletler arasındaydı. Fakat ülke zayıflamıştı çünkü savaşa girerken elde etmek istedikleri kazançları sağlayamamışlardı. Savaş sona erdikten sonra ülkedeki sosyal zayiat daha da keskinleşmişti. Ülkedeki egemen güçlerin bir kısmı kötü gidişatın önüne geçebilmek için halkın yönetimini güç yoluyla ele almak gerektiğini ileri sürüyorlardı. Bu amaçla İtalya'da çeşitli partiler kuruldu. Bunlardan biri de Mussolini tarafından kurulmuş "Faşist Mücadele Birliklerinin İttifakı" isimli örgüt idi. Bu örgütün birçok şehirde yerel birimleri oluşturulmuştu. Bu birimlere fasci adı verilmişti. Fasci sözcüğü İtalyancada "deste", "birleşme" ve "grup" demektir. Teşkilatın programını esas olarak üç amaç teşkil etmişti: İş birliği, onu temin eden güçlü devlet egemenliği ve milliyetçilik. ("Millet her şeyden üstündür.")
   Bu örgütün üyeleri üzerinde sarı ve kırmızı çizgiler olan siyah gömlekler giyerlerdi. Bu renkler eski Roma'nın simgesi sayılırdı. Bu kurumun temel mücadele hedefleri komünistler, kapitalistler ve sıradan isyancılar idi.
   Faşizm, baskıcı rejimleri tanımlamak için kullanılan genel bir terim olmadan önce, asıl olarak İtalyan milliyetçiliğini temsil eden bir ideoloji olarak ortaya atılmıştır. Ancak kendisiyle eş zamanlı olarak ortaya çıkan nasyonal sosyalizm ve falanjizm gibi akımlar da amaç ve uygulamalar bakımından bir İtalyan ideolojisi olan faşizme yakın oldukları için faşizme bağlı siyasî hareketler olarak tanınmışlardır. Aşırı milliyetçi ve anti-komünist bir hareketin İtalya dışında "faşist" olarak nitelenmesinin ilk örneği Avusturya'da görülmüştür. Avusturyalı anti-komünist aşırı milliyetçilerin ideolojisi Avusturya faşizmi (Austrofaschismus) olarak isimlendirilmiştir. Aynı zamanda, Almanya'da komünistler, nasyonal sosyalistleri kendi propagandaları gereğince "faşistler" (faschisten) olarak isimlendirmişlerdi.

4. Hıristiyanlığın ilk evresi, hangi ortamda doğduğunu açıklayınız ?
Roma normalde savunma amaçlı savaşırdı. İnanışlarına göre Tanrılar Roma'yı koruyordu. Tanrı korumasında ki bu insanlar onurlu olmak gibi kaygılara sahipti. Tanrıları kızdırmamak için Kartaca'nın ortadan kalktığı üç savaş hiçbir şekilde savunma amaçlı değildi. Tamamen yağma ve Kartaca'nın zenginliklerini Roma'ya taşımak içindi.
   Başta takınılan, Tanrıları kızdırmamak için ahlaki tavrın kaybolduğunu görüyoruz. Fidel dediğimiz kavramda buna dair bir kavram. Devlet yönetiminde kaybedilen yönetim ahlakı Roma için bir dönüm noktası olmuştur. Çünkü Kartaca ile birlikte Yunan coğrafyası Korint adası da yağmalanarak yıkılır.
   Korint ve Kartaca'nın ganimetleri Romaya taşınır. Bu iki şehrin ele geçirilişi Fidel kavramına uymamaktadır.
   Roma'da çeşitli rahatsızlıklar baş gösterir. MÖ 146'ya kadar çeşitli idealler çerçevesinde yönetilen Roma'nın artık bu ahlak kurallarına uymamasından dolayı çeşitli sesler çıkmaya başlayacaktır. Elde edilen ganimetler Roma'da büyük zenginlik sağlar ve Roma MÖ 146'da bir yapılanmaya gider.Tapınaklar yollar saraylar inşa edilir.
  Aşırı zenginliğin adil olarak paylaşılmamasından dolayı, zengin, fakir arasında uçurum oluşur ve toplumsal bölünme yaşanır.
   Yunan kültürü benimsenir. Buradaki taşınabilen hemen tüm sanat eserleri Roma'ya taşınır. Yunan kültürü Roma'ya yerleşir. Fakat konuşulan dil Latince'dir.
   Roma Cumhuriyeti'nde toprak sahipleri Roma'ya ellerindeki toprakla doğru orantılı olarak asker yardımı yaparlar yani düzenli bir orduları yoktur. Bu savaşların yakın coğrafyada olması sebebiyle sorun teşkil etmez. Savaş sonrası kişiler topraklarını kısa sürede geri dönebilmişlerdir. Fakat Roma Cumhuriyeti toprakları genişlediğinde ordu daha uzağa gitmek zorunda kalmıştır. Toprak genişledikçe bu zafer kazanılan yerlerde birlik bulundurmak zorunda kalınmıştır. Bu asker ve asker olarak orduya katılan toprak sahipleri topraklardan uzun süre ayrı kalıp üretim sağlayamamıştır. Çiftçiler çürümeye başlayan Roma'da bu sebeble daha da fakirleşmiştir ve topraklarını terk etmek zorunda kalmışlardır. Roma'da toplum yapısı değişmiştir. Topraklarını terk eden çiftçiler Roma'ya göçmüşler fakat aristokratlar köleleri çalıştırdığı için Roma'ya göçenler yine işsiz kalmışlardır. Böylece Roma'da bir ayak takımı oluşmuştur. Yani Roma en geniş sınırlara ulaştığında aslında işlerde yolunda gitmemeye başlamıştır. (MÖ 2.yy ortası)
   Ayak takımını tehlike olarak algılayan aristokratlar kendi aralarında tartışmaya başlarlar. Bir kısmı toprak reformuna karşı; ayak takımının zaten bir şekilde para kazanmasını göstererek gladyatör oyunları ve dövüşlerine katılmaktadırlar. Diğer bir kısımsa reformdan yanadır. Yeni yasalar konulması gerektiğini düşünmüşlerdir. Çünkü halk ve senato arasındaki bağın tekrar sağlanması gerektiğini öne sürmüşlerdir.
   MÖ 140'da senato içindeki kuvvetli fikir ayrılığı artık aristokraside bir bölünme olduğunu gösterir. Bir yanda fidel kavramı etrafında bir görüş diğer yanda ise zenginliğini paylaşmamak ve artırmak isteyen kesim. Siyaset kirli bir alana dönüşmüştür.
   MÖ 138 Sicilya'da köleler ayaklanır ve Sicilya tahıl ambarı olduğu için Roma'da tahıl sıkıntısı baş gösterir. Yapılanma durur ve 8 - 9 sene içerisinde en parlak döneminden bir kriz dönemine geçmiştir. 
   Önemli bir lider Tiberius Roma'nın savaşlarında galibiyet kazanmış bir aristokrat saygın ve cesur bir askerdir. Tüm Romalılar tarafından saygı duyulan biridir. Ancak sonrasında aristokratlardan çok Roma halkının yanında durur ve Konsül seçilir. Toprak reformu yapar ve Muhafazakarlar tarafından tepki çeker.
   Tiberius öldürülür. Siyasal nedenlerle öldürülen ilk liderdir. MÖ 133. Roma'nın ahlaki çöküşü yaklaşık 13 senelik bir dönem. Yaklaşı 3.yy ortalarından 132'ye kadar 120 yıllık dönemde Roma aristokratlar sayesinde yeni sınırlara ulaşmıştır. Batı İspanya'dan Doğu Anadolu'ya kadar. MÖ 170 yılında Roma'da vergi kaldırılır. Roma'daki zenginleşme iktidarda yozlaşmaya sebeb olur ve Fidel kavramı tamamıyla kaybolur.
   Hristiyanlığın ortaya çıkışı :
   O yılıdır. MS 1.yy - MS 6.yy Hıristiyanlığın 1. evresi erken dönem Hıristiyanlık.
   Hıristiyanlığın doğuş ve yayılışı esnasında Roma imp. Hıristiyanlara baskı yapar. Fakat o kadar hızlı yayılır ki 313 tarihinde İmp. Konstantin Hıristiyan olacaktır. 392'de Teodosios Hıristiyanlığı resmi dil ilan eder. Bu sefer de çok Tanrılı inançlar yasaklanır.
   Roma Kilise üstünlüğünün ilanı. Kilisenin kurumsallaşması : Roma Kilisesi en güçlü Kilise ilan edilir ve diğerleri ona bağlı şekilde örgütlenir. Roma Kilisesinin başında Papa bulunur. 
   İsa'nın ölümünden sonra Aziz Pavlus Hıristiyanlığı evrenselleştirecek şekilde yayar. Bu bakımdan Aziz Pavlus Hıristiyanlığın kurumsallaşmasında İsa kadar önemlidir. 
   Pavlus İsa'ya inananları cezalandırmak amacıyla bir yolculuğa çıkar ve çölde gözleri kör olur. Bir Hıristiyan Pavlus'un gözlerini iyileştirir. Bu olaydan sonra Pavlus Hıristiyan olur. Seyahatler yaparak Hıristiyanlığı yaymaya başlar. Mektuplar yazıp yollar. ( Antakya doğumludur.)
   Hıristiyanlık bir Yahudi dini olmaktan çıkar ve Yunan felsefesi ile birleşir. 
   Neden Hıristiyanlık ortaya çıkmıştır ?
   Bu dönemde 4 büyük Yahudi tarikatı vardır.
1. Sadukiler : Zengin aristokrat museviliğin yasalarının uygulanmasını istiyorlar. Çünkü bu yasalar sayesinde zenginliklere sahiptirler. Meleklere ve Ruh ölümsüzlüğüne inanmazlar. Dünyevi zevkler önemlidir. Roma'ya vergi verirler.
2. Ferisiler :  Satdukiler'in inandıkları yazılı geleneklerin yanında sözlü geleneklere de inanırlar. Ölümden sonra yaşama inanırlar.
3. Essen : Bedenin dirilişine inanırlar.
4. Zeolat : Vergi vermek istememektedirler. Siyasi bir mücadele içindedirler. ( Milliyetçiler)
   Yahudilik bir ırktır. Musevi, Musa'yı takip edenler anlamındadır. Yani Yahudilik ve Musevilik farklı kavramlardır.
   Mesih inancı ( Satdukiler inanmazlar.) Bir Mesih'in gelmesi ve Yahudileri kurtaracağına inanılan bir inançtır. Bu şekilde İsrail özgür olacaktır. Refah ve Barış içinde yaşanacaktır. İsa ferisi tarikatındandır. Satduki hariç üç tarikanın bilgi ve geleneğinden beslenir. Bu yüzden İsa'nın takipçileri hızla artar.
   Eski Yunanca'da Mesih, Christos demektir. Christ, İsa demektir ve Hıristiyanlık adını buradan alır. İsa'nın ölümü Satdukilerin elinden olur.
   Aziz Pavlus; Şam, Kudüs, Kıbrıs, Anadolu ülkelerini gezerek Hıristiyanlığı yayar. 
   Hıristiyanlık nasıl bu kadar hızlı yayıldı. ? Aziz Pavlus'un yazdıklarına göre filistin dışında yaşayan Yahudiler Hıristiyanlığı daha hızlı daha çabuk kabul etmişlerdir.
   Centile; Yahudi olmayan halklar demektir. Pavlus'un amacı bu halklardır.
   Stoacılık ( Roma'da) inanışı ahlaki yaşama biçimi, insanın ailesine, çevresine, yaşadığı topluma nasıl davranması gerektiğine dair insanın vicdanını dinlemesi gerektiğini öğütler. Stoacılığa göre insan iki ayrı toplumun üyesidir. 1. Kendi zamanına ve mekanına bağlı toplumun üyesi. 2. Dünya topluluğunun üyesi. Hem Romalı hem dünyalı olmak gibi. Kişi bu iki topluluğa karşı da erdemli davranmalıdır.
   Senaka ve Pavlus'un mektuplaştığı düşünülür. Pavlus Doğu Akdeniz civarında burada mistik din ve inanışlar vardır. Bu inanışlar kurtarıcıya inandıkları için Hıristiyanlığı kolayca kabul ederler. Pavlus yoksul ezilen ve kölelere hitap eder. 
   Hıristiyanlığın kurumsallaşması, yozlaşması Roma'nın Hıristiyanlığı kabulü ile olur. 4.yy başı Milano fermanı 313 Hıristiyanlığa hoşgörülü davranılması emredilir. Yerel cemaatlerden ziyade Romanın aristokratlarının inancı olur. 4. yy da Hıristiyanlık içinde de öğreti tartışmaları ortaya çıkar. Bu dönemde Roma kilisesi ve Papa en tepededir.
   Roma'nın son günleri :
   Roma imparatorluğu bir yandan tek merkezden yönetilemeyecek kadar büyümüştü. Öte yandan toplum içindeki eşitsizlikçi öğeler imparatorluğun birliğini parçalayacak sonuçlar doğurabilecek kadar gelişmişti. Bu durum Roma düzeninden soğumuş giderek kalabalıklaşan bir proletarya yaratmıştı. Roma yönetim makinesi ve genel olarak Roma toplumu bozulmaya çürümeye başlamıştı. Roma imparatorluğu tam da bu sıralarda MÖ 4.-5.yy larda bir içten biri dıştan olmak üzere iki saldırıyla karşılaşmıştır. Dış saldırı barbar Cermen halklarının Roma'nın zayılaması üzerine etkili olmaya başlayan akınlarıydı iç saldırı ise eşitsizlikçi Roma toplum düzenine küsmüş olan aşağı tabakalar arasında yayılan Hıristiyanlık
   Roma imparatorları imparatorluğun bu saldırılarla dağılmasını durdurmak için bir zamanlar tüm güçleri ile karşı çıktıkları Hıristiyanlığın, imparatorluğun çözülen birliğini yeniden sağlayabilecek birleştirici bir ideoloji olabileceğini yavaş yavaş kavramaya başladılar. Bu yolda Hıristiyanları kovuşturma politikalarını bırakarak ilkin hoşgörü politikasını benimsediler. Daha sonra da 378'de Hıristiyanlığı devlet dini ilan ettiler. Hıristiyanlığın devlet dini olması üzerine o zaman kadar bir yeraltı örgütü olan Kilise yeryüze çıktı ve hızla imparatorluğun yönetimsel örgütlenişine koşut bir örgütleniş sürecine girdi.
   Hıristiyanlığı devlet dini olarak kabul eden imparator Theodisus'un imparatorluğu iki oğlu arasında paylaştırması impartorluğun aşırı büyüklükten dolayı dağılmasını önlemiş oluyordu. Ama ne bu ne de iç düşman olan Hıristiyanlığın içten fethedilerek bölücü bir güç olmaktan çıkarılıp birleştirici bir güç durumuna getirilişi çöküşü önleyebildi. Dış tehlike barbar halkların saldırısı Roma'yı parçaladı. Roma sınırların aşan Vizigot kralı Alarik 410'da Roma'yı yağmaladı. Bu tarih ile Batı Roma İmparatorluğu'nun yıkılış tarihi olarak kabul edilen 476 arası imparatorluğun can cekişmesi dönemi sayılabilir.
   Kilise'nin devletin işlerini üstlenmesi :
   Roma toplumsal ve siyasal düzeni yıkılınca Kilise kendisini Avrupa toplumunun ayakta kalan tek örgütlü kurumu olarak buldu. Bu nedenle ister istemez Roma impartorluğu'nun görevlerini elinden geldiğince üstlenmek Hıristiyan toplumlar arasında birleştirici bir rol oynamak bu yolda gerekirse dünya işlerine karışmak zorunda kaldı. Sanki Roma imparatorunun yerine Papa, eyalet valilerinin yerlerini Piskoposlar almıştı.
   Kilise başlangıçta bu tinsel gücüne ve tek geniş örgütlü kurum oluşuna demek ki örgütsel gücüne dayanan otoritesine zamanla sofu özellikle çocuksuz Hıristiyanların çoğu kez ölürlerken bağışladıkları mülklerin birikmesiyle zenginleşip ekonomik temellere dayandırarak hiyerarşik örgütü geniş mülkleri ile sanki devletleşecektir. Geniş topraklarını işletmeleri için feodal beylere veren Piskoposlar ve Papalar onların üzerinde birer süzeren durumuna yükseleceklerdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder